A Sultanım... Huuu...
Meryem Irmak
 

“Erhan Bey merhabalar” diye öyle sevinçle cevapladı ki telefonu, bir an için Erhan Bey oluvermek istedim. “Ben Meryem, efendim” deyince, biraz soğuk “Buyur kızım” dedi. Konuşma hep o soğuk tonda devam etti:

-          Mubarek olsun evladım.

-          Eyvallah efendim.

Doğrusu çok bozuldum ve üzüldüm. Hani o gün bir sıkıntısı vardır, neşesi yoktur belki, yani bana değildir soğukluğu desem; Erhan Bey’e öyle buz gibi değildi... Bir cıvıltı ki kulaklara şenlik. Bir hoşluk, bir muhabbet...Gülüşünü içimde hissettim. Ya bu garip Meryem’e?

-Buyur kızım.

Allah Allah! Neden ama?

Önce aklım satırları taradı... Ne olabilir, ne olabilir? Koskoca Muhiddin Arabi, İlahi Aşk’ta ne diyordu? “Kıskançlık sevginin sıfatıdır”. Demekki çok seviyorum! Kıskanacak kadar! Doğru yoldayım... İlahi! Aşk!

Satırdan okuması ne güzel!... Seven ve kıskanan olarak okudum kendimi.. Ohh! Çok şükür!

“Şüphesiz şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.” Zuhruf-37

Bu ayet o an aklımın ucuna bile gelmedi. Neden gelsin? Ben doğru yoldayım evvel Allah. “Onlar” düşünsün! Seviyorum, kıskanıyorum; kıskanıyorum, seviyorum. Yanlış yoldaki doğru yolu arasın. Ben ne arayayım? Ben zaten doğru yoldayım. “Herkes kendi aklını beğenirmiş”. Seviyorum, kıskanıyorum. Maarifet sevmek değil mi? Tabi tabi. Bu işin sonu fenafişşeyhtir, biiznillah. Gelsin makamlar. Hu sultanım. Seni çok seviyorum. Sultanım öyle sultandır ki Erhan’ı bile sever! Ne var bunda? Gör işte! Kadrini bil! Öyle gönül ehlidir O... Erhan’ı bile muhabbetle kucaklayacak kadar...

-          Gurur duy, gurur!  

-          Duyuyorum zaten.

-          Allah’a şükretmeyi de unutma.

-          Elhamdülillah.

-          Böyle bir Sultan nasip etti sana.

-          Hamdü senalar olsun.

-          Olsun!

“Yarabbi. Muhakkak ki herşey sendendir.” “Ey lutuf sahibi Allah’ım, ne kadar hamdü sena etsem azdır! Azizime selamet ver! Kadrü kıymetini bilmeyi nasip et!”

Beş gün kadar böyle geçti. Oturup kalkıp Azizimi ne kadar sevdiğimi,  kıskandığımı düşünüyordum. Satırdan okuması böyleydi.. Kıskançlık Sevginin sıfatıdır. Gurur duydum bir kez daha! Azizim dedim ne güzel Sultansın. Seni verene şükür! Erhan’a bile yer var gönlünde! Bu ne çağlayandır! Sus dedim kendime, otur, kıskanma. Gurur duy ve şükret.

Ben böyle avunup, göklerde gezinirken, birden:

Ayna ayna, güzel ayna... Ayna dedi ki bana:

-          Sen beni kıskanmadın

-          Ya ne yaptım?

-          Erhan’ı küçümsedin.

Olabilir mi?!

Belki! Ama ne var ki bunda? Erhan kim ki zaten? Dün gelmiş el öpmüş. O kim oluyor?  Dervişlik el öpmek mi? Hırka ile tac mı? Benim gibi derviş dururken, Erhan’a itibar etmek... Ehlullah’ın işine de akıl ermiyor! Saysam kırk tane kusuru var Erhan’ın. Hoşa gidecek nesi var? Sen onu sor..Ama dün geldi bugün kıymetli oldu! Hikmet bu mu? Şimdi ben bunu nasıl kabulleneyim? Nasıl bozulmayayım? Hiç adaletli değil bir kere! Hem ben kötü birşey istemedim ki. Muhabbet istiyorum sevdiğimden. Suç mu? BEN sevilmeye layık değil miyim? Valla kimse kusura bakmasın ama BEN burda dururken açıkçası ... BEN varken niye Erhan seviliyor, onu AKLIM almadı? BEN bir kenara nasıl atılırım ya? Neyine itibar Erhan’ın anlamam mümkün değil. Hani benden üstün olsa, tamam...BEN de itibar edeyim. Azizime bir dediğim var mı? O’nu büyük bildim. Ama Erhan büyük değil. BEN büyüğüm. Yok, hayır. BEN bunu hak etmedim. Bunca gayret... BEN hak ediyorum itibarı. Elli kere, elli yönden üstünlüğüm var ona. Konuşturmayın şimdi BENi. Öyleyse neden o değerli peki,  BEN değilim? Neden ona gülücük de bana “buyur kızım”? Neden itibar ona da, bana değil? Bunu hazmedemem! Çok eminim ki değerli olan benim.. O değil.

Son sözüm şu oldu:

Çünkü:

“Beni ateşten yarattın, onu topraktan!!!”  Bunu da de, tam olsun!

Neee?

Meryem, dedim. Sen ne diyorsun? Aldı beni bir titremek... Tüüü.. Huuu... Sen ne dedin?

Eyvah!

Deminden beri konuşan şeytan mıydı? Ama hayır BEN konuşuyordum!

BEN?

Şeytan!

Allahhh!

Eyyy yer! Yarıl da içine gireyim!

                                                ***

Bu sahne ne kadar tanıdıktı.

Hani o gün şeytan Adem’i beğenmemiş. Bugün de  BEN Erhan abiyi beğenmedim. Demek o gün, bugün. İkimiz de üstünlük tasladık. Gururlandık. Demek ikimiz aynı kişiyiz. BEN

Mürşdin nasıl bir Hakk aynası olduğunu anladım o an. Hu Sultanım.

Bakan bendim aynaya.. Mürşid ayna, Hakk; BEN ise...

Dilim varmıyor söylemeye.

Sonra Resullullah’ın (sav) “şeytan kanınızda dolaşır, yediğinize içtiğinize ortaktır” ikazları geldi aklıma.

Şeytanın ne boynuzu vardı, ne pelerini... Ben ne giymişsem, o da onu giymişti. Ben ne yiyorsam, o da onu yiyordu. Kanımda dolaşıyordu. Ben ne seviyorsam, o da onu seviyordu. Ben ne söylüyorsam, o da onu söylüyordu... Kısacası BEN....

Dilim varmıyor söylemeye...

Ehlullahın neden her vesile ile “aman edepli olun, kusur görmeyin” diye tembihlediğini o vakit anladım.

Ve yine anladım ki kuru lakırdı ve kuru akıl ile, en önemlisi kendi aklın ile olmuyor bu nefis terbiyesi... İlle ayna... İlla aynada görmek... Hakk aynasında.

Tıpkı Kur’an’daki gibi....

Ehlullah’ın işine akıl ermiyor, vesselam! Sevmesi de sövmesi de kendinden değil. Her işleri hikmet ile.

Satırdan okuyan göklerde, Sadır’dan okuyan toprakta, ademiyyet esrarında bulur kendini...

Gökte ararken yerde bulmak diye buna denir...

Hu Sultanım. Huu.

 

 
 
İstanbul - 11.12.2007
meryemirmak@gmail.com
http://sufizmveinsan.com