“Erhan Bey merhabalar” diye öyle sevinçle cevapladı ki
telefonu, bir an için Erhan Bey oluvermek istedim. “Ben
Meryem, efendim” deyince, biraz soğuk “Buyur kızım”
dedi. Konuşma hep o soğuk tonda devam etti:
-
Mubarek olsun evladım.
-
Eyvallah efendim.
Doğrusu çok bozuldum ve üzüldüm. Hani o gün bir
sıkıntısı vardır, neşesi yoktur belki, yani bana
değildir soğukluğu desem; Erhan Bey’e öyle buz gibi
değildi... Bir cıvıltı ki kulaklara şenlik. Bir hoşluk,
bir muhabbet...Gülüşünü içimde hissettim. Ya bu garip
Meryem’e?
-Buyur kızım.
Allah Allah! Neden ama?
Önce aklım satırları taradı... Ne olabilir, ne
olabilir? Koskoca Muhiddin Arabi, İlahi Aşk’ta ne
diyordu? “Kıskançlık sevginin sıfatıdır”. Demekki çok
seviyorum! Kıskanacak kadar! Doğru yoldayım... İlahi!
Aşk!
Satırdan okuması ne güzel!... Seven ve kıskanan olarak
okudum kendimi.. Ohh! Çok şükür!
“Şüphesiz şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da
onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.”
Zuhruf-37
Bu ayet o an aklımın ucuna bile gelmedi. Neden gelsin?
Ben doğru yoldayım evvel Allah. “Onlar” düşünsün!
Seviyorum, kıskanıyorum; kıskanıyorum, seviyorum. Yanlış
yoldaki doğru yolu arasın. Ben ne arayayım? Ben zaten
doğru yoldayım. “Herkes kendi aklını beğenirmiş”.
Seviyorum, kıskanıyorum. Maarifet sevmek değil mi? Tabi
tabi. Bu işin sonu fenafişşeyhtir, biiznillah. Gelsin
makamlar. Hu sultanım. Seni çok seviyorum. Sultanım öyle
sultandır ki Erhan’ı bile sever! Ne var bunda? Gör işte!
Kadrini bil! Öyle gönül ehlidir O... Erhan’ı bile
muhabbetle kucaklayacak kadar...
-
Gurur duy, gurur!
-
Duyuyorum zaten.
-
Allah’a şükretmeyi de unutma.
-
Elhamdülillah.
-
Böyle bir Sultan nasip etti sana.
-
Hamdü senalar olsun.
-
Olsun!
“Yarabbi. Muhakkak ki herşey sendendir.” “Ey lutuf
sahibi Allah’ım, ne kadar hamdü sena etsem azdır!
Azizime selamet ver! Kadrü kıymetini bilmeyi nasip et!”
Beş gün kadar böyle geçti. Oturup kalkıp Azizimi ne
kadar sevdiğimi, kıskandığımı düşünüyordum. Satırdan
okuması böyleydi.. Kıskançlık Sevginin sıfatıdır.
Gurur duydum bir kez daha! Azizim dedim ne güzel
Sultansın. Seni verene şükür! Erhan’a bile yer var
gönlünde! Bu ne çağlayandır! Sus dedim kendime, otur,
kıskanma. Gurur duy ve şükret.
Ben böyle avunup, göklerde gezinirken, birden:
Ayna ayna, güzel ayna... Ayna dedi ki bana:
-
Sen beni kıskanmadın
-
Ya ne yaptım?
-
Erhan’ı küçümsedin.
Olabilir mi?!
Belki! Ama ne var ki bunda? Erhan kim ki zaten? Dün
gelmiş el öpmüş. O kim oluyor? Dervişlik el öpmek mi?
Hırka ile tac mı? Benim gibi derviş dururken, Erhan’a
itibar etmek... Ehlullah’ın işine de akıl
ermiyor! Saysam kırk tane kusuru var Erhan’ın. Hoşa
gidecek nesi var? Sen onu sor..Ama dün geldi bugün
kıymetli oldu! Hikmet bu mu? Şimdi ben bunu nasıl
kabulleneyim? Nasıl bozulmayayım? Hiç adaletli değil bir
kere! Hem ben kötü birşey istemedim ki. Muhabbet
istiyorum sevdiğimden. Suç mu? BEN sevilmeye layık değil
miyim? Valla kimse kusura bakmasın ama BEN burda
dururken açıkçası ... BEN varken niye Erhan seviliyor,
onu AKLIM almadı? BEN bir kenara nasıl atılırım ya?
Neyine itibar Erhan’ın anlamam mümkün değil. Hani benden
üstün olsa, tamam...BEN de itibar edeyim. Azizime bir
dediğim var mı? O’nu büyük bildim. Ama Erhan büyük
değil. BEN büyüğüm. Yok, hayır. BEN bunu hak etmedim.
Bunca gayret... BEN hak ediyorum itibarı. Elli kere,
elli yönden üstünlüğüm var ona. Konuşturmayın şimdi
BENi. Öyleyse neden o değerli peki, BEN değilim? Neden
ona gülücük de bana “buyur kızım”? Neden itibar ona da,
bana değil? Bunu hazmedemem! Çok eminim ki değerli olan
benim.. O değil.
Son sözüm şu oldu:
Çünkü:
“Beni ateşten yarattın, onu topraktan!!!” Bunu da
de, tam olsun!
Neee?
Meryem, dedim. Sen ne diyorsun? Aldı beni bir
titremek... Tüüü.. Huuu... Sen ne dedin?
Eyvah!
Deminden beri konuşan şeytan mıydı? Ama hayır BEN
konuşuyordum!
BEN?
Şeytan!
Allahhh!
Eyyy yer! Yarıl da içine gireyim!
***
Bu sahne ne kadar tanıdıktı.
Hani o gün şeytan Adem’i beğenmemiş. Bugün de BEN
Erhan abiyi beğenmedim. Demek o gün, bugün. İkimiz de
üstünlük tasladık. Gururlandık. Demek ikimiz aynı
kişiyiz. BEN
Mürşdin nasıl bir Hakk aynası olduğunu anladım o an.
Hu Sultanım.
Bakan bendim aynaya.. Mürşid ayna, Hakk; BEN ise...
Dilim varmıyor söylemeye.
Sonra Resullullah’ın (sav) “şeytan kanınızda dolaşır,
yediğinize içtiğinize ortaktır” ikazları geldi aklıma.
Şeytanın ne boynuzu vardı, ne pelerini... Ben ne
giymişsem, o da onu giymişti. Ben ne yiyorsam, o da onu
yiyordu. Kanımda dolaşıyordu. Ben ne seviyorsam, o da
onu seviyordu. Ben ne söylüyorsam, o da onu
söylüyordu... Kısacası BEN....
Dilim varmıyor söylemeye...
Ehlullahın neden her vesile ile “aman edepli olun,
kusur görmeyin” diye tembihlediğini o vakit anladım.
Ve yine anladım ki kuru lakırdı ve kuru akıl ile, en
önemlisi kendi aklın ile olmuyor bu nefis
terbiyesi... İlle ayna... İlla aynada görmek... Hakk
aynasında.
Tıpkı Kur’an’daki gibi....
Ehlullah’ın işine akıl ermiyor, vesselam! Sevmesi de
sövmesi de kendinden değil. Her işleri hikmet ile.
Satırdan okuyan göklerde, Sadır’dan okuyan toprakta,
ademiyyet esrarında bulur kendini...
Gökte ararken yerde bulmak diye buna denir...
Hu Sultanım. Huu. |