|
TASAVVUFTA VARLIK (VAHDET-İ VÜCUT)Prof. Dr. Hasan Kamil YılmazKöşemizin
bu ayki konuğu, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
öğretim üyelerinden Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz. TASAVVUFTA VARLIK (VAHDET-İ VÜCUD) İnsanoğlu, var olduğu günden beri insan, varlık ve Allah ilişkisine ilgi duymaktadır. Bütün dinler, felsefi sistemler, genellikle bu ilişkiyi çözmeye ve anlatmaya çalışırlar.Tasavvufi düşüncede de varlık konusu önemli bir yer işgal eder. İslam'ın tevhid ilkesi, tasavvufta "vahdet ve birlik" anlayışını hayatın her safhasına yayma sonucunu doğurmuştur. Varlığın "Bir" olan "Allah'ın ezeli oluşu, gerek vahiy eseri olan Âyetlerin ve gerekse kainat kitabındaki Âyetlerin daima "Bir" i anlatması, "varlıkta birlik" (Vahdet-i Vücud) anlayışını pekiştirmektedir. Dağınık ve değişik düşüncelerin "Bir" e giden yolda insana perde olması, daima düşünceleri "Bir" e indirmeyi gerekli kılmıştır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.)'in: "Kaygılarını Tek'e indirenin diğer kaygılarına Allah Teala'nın kefil olduğuna" dair hadisi, cem' veya "birlik" düşüncesinin temelini oluşturmuştur. Çünkü, kaygı ve düşünceleri Bir'e indirmek, daima Bir'i görmek ve Bir'i mülahaza etmek, Bir ile cem' olmak şeklinde gelişerek, tevhid ve varlığın birliği şeklinde ifade edilir olmuştur. Bazen, kaygı ve maksatların birlenmesi, Hakk'ın iradesiyle kulun iradesinin bir olması anlamına gelen "Tevhid-i Kusud" bazen, varlığın birlenmesi anlamına gelen "Tevhid-i Şuhud" şeklinde ifade edilen bu düşünce, genelde "Vahdet-i Vücud" veya "Vahdet-i Şuhud" adıyla meşhur olmuştur. Varlık birdir. O da Hakk'ın vücudundan ibarettir. O'ndan başka hakiki vücud sahibi bir varlık, "O'ndan başka "kaim bi nefsihi" bir vücud mevcud değildir. Diğer varlıkların vücudu, O'nun vücuduna nisbetle yok hükmündedir. Çünkü, onların vücudları O'nun varlığına bağlıdır. Bu kevn alemindeki eşya, O'nun mazharı; yani zuhur mahallidir. Dolayısıyla, eşyanın varlığı, gölgenin varlığı gibidir. Nasıl eşya olmadan gölge olmazsa, onun varlığı olmadan, eşyanın varlığı düşünülemez. Onun vücudu yanında eşya, eşyaya göre gölge gibi, "keen-lem-yekün" yani yok mesabesindedir. Çünkü bu alem ve eşya yok idi. O var idi. Onları varlık denizinde izhar eden O'dur. Onların bu zuhurları müstakil bir vücud olmayıp Hakk'ın vücud denizinin dalgalarıdır. Şu anda da var olan, sadece O'dur. Nitekim Bayezid Bistami'nin yanında "Allah var idi. O'ndan başka hiçbir varlık yoktu." anlamında "Kanellahu ve lem yekün maahu şey" denildiğinde o: "el-an kema kan" yani, “şimdi de O'ndan başka varlık yoktur." demiştir. Vahdet-i Vücud anlayışında "birlik" bilgi ve düşüncededir. Salik, gerçek varlığın bir olduğunu ve onun da Hakk ve Hakk'ın tecellilerinden ibaret bulunduğunu bilir. Hakk'ın dışında hiçbir şeyin hakiki bir vücudu olmadığına inanır. Ancak, bu bilgi ve inanış, bir nazariye veya akli istidlalle elde edilen bir sonuç olmayıp riyazat ve manevi yükseliş sayesinde ruhi tecrübe ile elde edilir. Bunu manevi ve ruhi tecrübe dışında bir yolla bilmenin bir değeri yoktur. Vahdet-i Vücud, kalbin manevi seyri sırasında meydana gelir. Kaynağı, ibadetin çokluğudur. Mücahede, dünyaya rağbeti terk, zikre devam gibi sebeplerle kalbde sevgi ve aşk meydana gelir. Bu suretle kalb, masivadan arınarak Hakk'ın esma, sıfat ve zılal nurlarına ayna olur. Bu esnada şiddetli sevgi ve aşk sebebiyle, salik akis ve gölgeleri Hakk'ın kendisi zannederek: "Ene'l Hak" demeye başlar. Hadis-i kudside: "Kulum bana nafilelerle yaklaşır. Ta ki Ben onu severim. Ben onu sevince de onun görmesi, işitmesi, yürümesi, tutması Ben olurum. Kul Benimle görür, Benimle işitir, Benimle yürür, Benimle tutar." Buyurulduğu şekilde kul, kendi fillerinin Hakk'ın fiilleri olduğunu idrak etmeye başlar. Aslında herkesin fiilleri Hakk'ın fiilleri olmakla birlikte, insan bunun farkında değildir. Fena, cem' ve vahdet hali, bu perdeyi kadırıp gerçeği görmeyi sağlar. Ruhi
tecrübe ve manevi tekamül sonucu ulaşılan vahdet fikri, çoğu zaman
vecd ve sekr halinde ifade edildiğinden, bazan anlaşılması ve şeriatın
zahiri ile izahı zor terennümler şeklinde ifade edilmiştir. Nitekim
Bayezid Bistami'nin vahdet ruhuyla kendi varlığını devre dışı bırakarak:
"Sübhani ma a'zame şani " (Ben kendimi tesbih ederim, benim şanım
ne yücedir.) "Cübbemin içinde Allah'tan başka bir şey yok."
sözleri bu türdendir. Hallac-ı Mansur da kendisini Hak ile kaim ve
kendi varlığını da yok görerek: "Ene'l-Hak (Ben Hakk'ım)"
demiştir. Ancak, burada bir incelik vardır. ‘Allah’ lafzı O'nun zatına,
‘Hak’ kelimesi de O'nun tecellilerine ıtlak olunan bir isimdir. Bu
bakımdan "Ene'l-Hak" sözü ile "Enellah" arasında
fark vardır. Prof.
Dr. Hasan Kamil YILMAZ İstanbul
- 29 Şubat 2000 |
||