Filozoflar aslında varoluş hakkında temel soruları
sorarken Allah’ın anlamını da sorgulamaya
çalışmışlardır. Bunu bazıları açıkça, bazıları ise üstü
kapalı felsefe sistemleri ile yapmıştır
‘Saddleback Church’ adlı kitabın yazarı Rick Warren,
Davos’ta ‘İnanç ve Modernleşme’ konulu oturumda yaptığı
konuşmada şöyle demiş:
“Siz dünya ekonomisini yöneten insanlar. Kendinizi şöyle
bir geleceğe hazırlayın. Geleceğin dünyası seküler
(çağdaş laik) değil, ‘religious pluralism’ (dinsel
çoğulculuk) olacaktır”.
Bu konuşmayı Davos’ta izleyip yazan Ertuğrul Özkök,
konuyu son zamanlarda yazmış olduğu en önemli yazıda
pazar günü açtı. Çok dikkatli olarak okudum ve çok da
mutlu oldum. Çünkü bu yazı bana uzun zamandır girmek
istediğim ama nereden başlayacağımı bilemediğim bir
konuya detaylı bir şekilde girme vesilesi olacak. Bana
cesaret verdi de diyebilirim.
Çünkü “ALLAH’ı keşfetmeye çıkmış yeni bir dünya”dan
bahsediliyor.
Dinsel çoğulculuk sisteminin temellerini bugünden
atanlar işte bu arayışa çıkanlardır.
Aramaya çıkanlar arasında dünyanın en önemli beyinleri
arasında yer alan teorik fizikçiler, matematikçiler,
filozoflar var.
Yazımın bu aşamasında konunun bazı dindarları rahatsız
edebileceğini söyleyerek uyarmam gerekiyor. Çünkü
dindarlar bu arayışı tamamladıklarını düşünüyor.
Dolayısıyla büyük ihtimalle aramaya yeniden çıkanların
yanlış yaptıklarını düşünürler. Ancak biz elbette bu
kadar büyük bir konuda kimin haklı olduğunu
söyleyebilecek yetki ve bilgiye sahip değiliz. Sadece
dünyada yeni bir eğilimin var olduğunu tespit edip bu
eğilimin nelerden oluştuğunu aktarmak istiyoruz. Herkes
öğrensin ki; karşı çıkacaklar da doğruyu bilip karşı
çıksın.
Aslında bu yeni ortaya çıkan bir arayış da değil. Hatta
Yunan filozoflarına kadar uzanan bir geçmişte,
felsefedeki her adımda da bu arayışın yattığı
söylenebilir. Filozoflar aslında varoluş hakkında temel
soruları sorarken Allah’ın anlamını da sorgulamaya
çalışmışlardır. Bunu, bazıları açıkça, bazıları ise üstü
kapalı felsefe sistemleri ile yapmıştır.
Özetle; felsefe de teorik fizik gibi, Allah’ı arayan
beyinlerin düşünce ürünüdür.
Bir sınıflandırma girişimine göre dünyada iki tür insan
vardır. ‘Tanrı vardır’ varsayımına göre yaşayanlar ve de
‘Tanrı yoktur’ varsayımına göre yaşayanlar. ‘Tanrı
yoktur’ varsayımına göre yaşayanlar ‘ateist’ olarak
adlandırılır ve onlar da güçlü bir felsefi geleneğe
sahiptir.
Size belki şaşırtıcı gelecektir ama teorik fizikçilerin
önemli bir bölümü ve güçlü filozofların ağırlıklı kısmı
‘Allah vardır’ varsayımındadır. Bunların arasındaki
güçlü beyinler varsayımda kalmamış ve arayışa da
çıkmışlardır.
Burada arayış derken fiziksel bir arayıştan
bahsediyoruz. Bilim kurgu değil bu, evet; bunlar
‘Allah’ı fiziksel olarak aramaktan bahsediyorlar..
Stephen Hawking, Kozmos’u inceleyerek ve fizik
teorilerini oluştururken esas amacını Allah’ın aklını
anlamaya imkan veren büyük teoriyi kurmak olarak
açıklamıştır (A Brief History Of Time adlı kitabı).
‘Tanrı zar atmaz’ diyen Albert Einstein ise tavrını
şöyle özetlemiştir: ‘Kafamda insan suretinde bir Tanrı
canlandırmaya çalışmam; dünyanın yapısı karşısında, onu
kavramaya yetersiz algılarımızın el verdiği ölçüde huşu
duymak yeterlidir’.
Yine bu aşamada Tanrı’ya inanan ve onu bulmaya
adananların önemli bir bölümünün dindar olmayı da
reddettiklerini söylemeliyim.
Bunun nasıl olabildiğini ise bazı sınıflandırmaları
hatırlatıp anlatabiliriz:
TEİST: İlk işi olan evreni yaratmasının yanında, hâlâ
ortalıklarda ilk yarattıklarının sonraki kaderini
etkileyen ve gözleyen doğaüstü zekâya inanır.
Deist’in kurduğu sistemde ise onlar da doğaüstü zekâya
inanırlar ancak onlara göre bu zekânın eylemleri
özellikle kainata hükmeden kanunları düzenlemekle
sınırlıdır. Deist’in Tanrı’sı asla yaratmadan sonra
müdahale etmez ve insan meselelerine özel ilgi duymaz.
PANTEİSTLER ise Tanrı kavramını doğanın ya da kainatın
işleyişine hükmeden kanunların tümü olarak görürler, bir
kozmik zekadır bu. Bu bağlamda Einstein’ın bir Panteist
olduğunu söylemekte yarar var. ‘Tanrı zar atmaz’ lafı da
bu kozmik zekâyı anlatmak için kurulmuş bir cümle.
Tüm bu yaklaşımları dindarlık-din karşıtlığı basit
ikilemine indirip kategorileştirmek yanlış olur. Çünkü
burada çok karmaşık olan bir arayış ve bu arayışa
cevaplar geliştirme girişimi var.
Bu nedenle ilk okuyuşta Panteizmi savunuyormuş gibi
gözüken Paul Davies’in ‘The Mind Of God’ adlı
çalışmasının, din hakkında güzel şeyler söyleyen bilim
adamlarına verilen ödül olan Templeton ödülünü almış
olması bizi şaşırtmamıştır.
Allah’ı keşfetmeye çıkmış yeni bir dünyada olunduğu
kesindir. Bu da seküler dünyada olacaktır ve bu da
modernleşme sürecinin bir parçasıdır. Bu arayışlara
karşı çıkacağını tahmin ettiğimiz kurumsallaşmış din
korumaya çalışacağı düzenle Allah’ı keşfetmeye çıkmış
yeni seküler dünyanın kuracağı dinsel çoğulculuk
çatışacak ve bu mücadeleyi farklı içeriğiyle seküler
dünya kazanacak.
Kaynak;
Akşam Gazetesi |