Akıl ve Zekâ
Dr. Turhan Doğan
 

Gözlemler ve tecrübelerle söylenenleri bugün bilimsel veriler teyid etmektedir. “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.” sözü gibi. Vücudunda virüs, parazit, mikroorganizmalar tarafından zayıflatılmamış, sağlam bağışıklık sistemi olan bedenlerin enerjilerini beyinlerine harcayacağı ve genlerinde etkileşim olmayacağı için sağlam kafanın sağlam vücutta olabileceğini söyleyebiliriz.

Yapılan araştırmalar göstermektedir ki, doğum sırasında zayıf doğan bebeklere göre daha kilolu doğan çocukların zekâ seviyesi daha üst düzeydedir. Doğumdaki bebeğin kilosu zekâsını birkaç puan öne çıkarmaktadır. Beynin ve sinir sisteminin, anne karnındaki gelişimi beslenme ile alakalı olduğu üstünde duruyor bilim adamları. Yine bunu takip eden süreç için Dr. Torstein Vik yaptığı araştırmada bebek zekâ gelişiminde anne sütünün öneminden bahsediyor. Dr.Vik, elde ettikleri sonuçların  daha uzun süre anne sütüyle beslenen bebeklerin kavrama, idrak yeteneklerinin daha iyi olduğunu gösterdiğini söylüyor. İnsanın bebeklik, çocukluk, gelişim ve hatta yaşlılıktaki beslenme alışkanlıkları ve hayat tarzının akıl ve zekâyı etkilediği birçok ortamda dile getirilmektedir. Acaba insanlar neden akla ve zekâya önem verirler?

Tabi ki birçok sebep olmasına rağmen, temelinde insanı insan yapan özelliğin akıl ve zekâ olduğunu unutmamak gerekir. İnsanı diğer biyolojik canlılardan öne çıkıran beyne yaptığı yatırım ve sonucunda elde ettiği uçsuz bucaksız bir yetenek Akıl-Zekâdır.

Canlının tanımını yapmakta zorlanan bilim adamları, zekânın tanımını ve zekâ seviyesinin belirlenmesi konusunda da aynı zorlukla karşılaşmaktadırlar. Zekâ ölçüm konusunda önde gelen çalışmayı piskolog Charles Spearman yapmıştır. Spearsman, zekâyı bir dizi test ile istatistiksel olarak ölçmeye dayalı bir sistem geliştirmiştir. Spearman, bir dizi test sonucunda aynı sonucu alan kişilerin beyinlerinin aynı bölgesini kullandığını bulmuş ve ‘g’ olarak tanımlamıştır. Bu aynı zamanda, günlük zekâ işlerimizin üstesinden gelmemizi sağlayan tek zekâ kavramı fikrinin temeli olmuştur.

Diğer taraftan, eski Yunanlar beynin ruhun evi olduğunu, zekânın ise akciğerler arasında yer aldığını düşünmüşlerdir. Ancak, bugün gelinen aşamada zekâ-beyin ilişkisi ve yapılan her işte beynin çalıştığı bölgelerin tanımlanması mümkün olmuştur. Kazalar sonucu beynin belli bölgeleri hasar görmüş insanlarda bazı fonksiyonları yerine getiremez hale gelmiştir. Bu da beyin bölgeleri ile fonksiyonlarının ilişkilendirilmesi konusunda en fazla bilgi toplanan yöntem olmuştur.

Genetiğini %99 paylaştığımız şempanzeler ile genlerin karaciğer, kan ve beyinlerdeki işleyişini inceleyen bilim adamları en önemli fark beyinde olduğunu tespit etmiştir. Bununla birlikte, genlerin davranışında farklar olmaktadır. İnsanların hangi çağda olursa olsun akıl ve zekâya daha fazla iftiyaç duyacağı ortadadır. Ortalama toplumda da zekâda artışlar söz konusudur. Ortalama her on yılda zekânın 5 puan arttığı düşünülmektedir. Genler dışında zekâlıyı etkileyen en önemli faktörün eğitim olduğunu çeşitli çalışmalar göstermiştir. Fareler üstünde yapılan genetik değişikliklerde daha zeki fareler üretmek mümkün olmuştur. Bu da belli genlerin zekâ üzerinde etkisini göstermektedir. Tabi ki dışarıdan müdahale ile oluşturulan bu tür değişimlerin zekânın yanında başka neleri etkileyeceği değiştireceği bilinmediğinden henüz insanlarda bu tür değişimlere yönelik çalışmalar yoktur. Kimbilir gelecekte genleriyle oynanmış süper zekâ beyinler üretmek mümkün olacaktır.

 

 
 
Dr. Turhan Doğan
Gebze - 10.04.2007
turhan-sufizmveinsan@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com