Gözlemler ve
tecrübelerle söylenenleri bugün bilimsel veriler teyid
etmektedir. “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.”
sözü gibi. Vücudunda virüs, parazit, mikroorganizmalar
tarafından zayıflatılmamış, sağlam bağışıklık sistemi
olan bedenlerin enerjilerini beyinlerine harcayacağı ve
genlerinde etkileşim olmayacağı için sağlam kafanın
sağlam vücutta olabileceğini söyleyebiliriz.
Yapılan
araştırmalar göstermektedir ki, doğum sırasında zayıf
doğan bebeklere göre daha kilolu doğan çocukların zekâ
seviyesi daha üst düzeydedir. Doğumdaki bebeğin
kilosu zekâsını birkaç puan öne çıkarmaktadır.
Beynin ve sinir sisteminin, anne karnındaki gelişimi
beslenme ile alakalı olduğu üstünde duruyor bilim
adamları. Yine bunu takip eden süreç için
Dr. Torstein Vik yaptığı araştırmada bebek zekâ
gelişiminde anne sütünün öneminden bahsediyor.
Dr.Vik, elde ettikleri sonuçların daha uzun süre
anne sütüyle beslenen bebeklerin kavrama, idrak
yeteneklerinin daha iyi olduğunu gösterdiğini söylüyor.
İnsanın bebeklik, çocukluk, gelişim ve hatta
yaşlılıktaki beslenme alışkanlıkları ve hayat tarzının
akıl ve zekâyı etkilediği birçok ortamda dile
getirilmektedir. Acaba insanlar neden akla ve zekâya
önem verirler?
Tabi ki birçok sebep olmasına rağmen, temelinde
insanı insan yapan özelliğin akıl ve zekâ olduğunu
unutmamak gerekir. İnsanı diğer biyolojik canlılardan
öne çıkıran beyne yaptığı yatırım ve sonucunda elde
ettiği uçsuz bucaksız bir yetenek Akıl-Zekâdır.
Canlının tanımını yapmakta zorlanan bilim adamları,
zekânın tanımını ve zekâ seviyesinin belirlenmesi
konusunda da aynı zorlukla karşılaşmaktadırlar. Zekâ
ölçüm konusunda önde gelen çalışmayı piskolog
Charles Spearman
yapmıştır. Spearsman, zekâyı bir dizi test ile
istatistiksel olarak ölçmeye dayalı bir sistem
geliştirmiştir. Spearman, bir dizi test sonucunda aynı
sonucu alan kişilerin beyinlerinin aynı bölgesini
kullandığını bulmuş ve ‘g’ olarak tanımlamıştır. Bu aynı
zamanda, günlük zekâ işlerimizin üstesinden gelmemizi
sağlayan tek zekâ kavramı fikrinin temeli olmuştur.
Diğer taraftan,
eski Yunanlar beynin ruhun evi olduğunu, zekânın ise
akciğerler arasında yer aldığını düşünmüşlerdir. Ancak,
bugün gelinen aşamada zekâ-beyin ilişkisi ve yapılan her
işte beynin çalıştığı bölgelerin tanımlanması mümkün
olmuştur. Kazalar sonucu beynin belli bölgeleri hasar
görmüş insanlarda bazı fonksiyonları yerine getiremez
hale gelmiştir. Bu da beyin bölgeleri ile
fonksiyonlarının ilişkilendirilmesi konusunda en fazla
bilgi toplanan yöntem olmuştur.
Genetiğini %99 paylaştığımız şempanzeler ile genlerin
karaciğer, kan ve beyinlerdeki işleyişini inceleyen
bilim adamları en önemli fark beyinde olduğunu tespit
etmiştir. Bununla birlikte, genlerin davranışında
farklar olmaktadır. İnsanların hangi çağda olursa olsun
akıl ve zekâya daha fazla iftiyaç duyacağı ortadadır.
Ortalama toplumda da zekâda artışlar söz konusudur.
Ortalama her on yılda zekânın 5 puan arttığı
düşünülmektedir. Genler dışında zekâlıyı etkileyen en
önemli faktörün eğitim olduğunu çeşitli çalışmalar
göstermiştir. Fareler üstünde yapılan genetik
değişikliklerde daha zeki fareler üretmek mümkün
olmuştur. Bu da belli genlerin zekâ üzerinde etkisini
göstermektedir. Tabi ki dışarıdan müdahale ile
oluşturulan bu tür değişimlerin zekânın yanında başka
neleri etkileyeceği değiştireceği bilinmediğinden henüz
insanlarda bu tür değişimlere yönelik çalışmalar yoktur.
Kimbilir gelecekte genleriyle oynanmış süper zekâ
beyinler üretmek mümkün olacaktır. |