..men
ağfelnâ kalbehu an
zikkrinâ vettebea
hevâhü ve
kâne emruhu fürutâ.
(18/28)
Kalbine,
bizi zikretmekten gaflet
verdiğimiz, hevasına
uymuş ve işinde
haddi aşmış kimselere
boyun eğme!.
....
ma şâellâhu lâ
kuvvete illâ billâh.... (18/39)
Mâşâallah:..
Kuvvet ancak, Allah'ındır.
El mâlü
vel benûne zînetül
hayâtid dünyâ.... (18/46)
Mal
ve evlâd, dünya hayatının
ziynetidirler ..
Ve vüdialkitâbü
feterel mücrimîne müşfikîne mimmâ fîhi ve yekûlûne yâ veyletenâ
mâli hêzel kitâbi lâ yuğâdirü sağîraten ve lâ kebîraten illâ
ehsâhâ ve vecedû mâ amilû hâzıra. Ve lâ yazlimu rabüke ehadâ.
(18/49)
Kitap,
ortaya konmuştur... Mücrimleri,
o kitapta
olan şeylerden
ürkmüş görürsün, "vay
halimize, bu
nasıl kitapmış!..
Küçük büyük
hiçbir şey
bırakmaksızın hepsini sayıp dökmüş" derler .. Şöylece,
yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Rabbin,
hiç kimseye zulmetmez!..
Ve iz
kulnâ lil melâiketiscüdû li Âdeme, fesecedû illâ iblîs, kâne
minel cinni fefeseka an emri rabbih.... (18/50)
Hani
biz meleklere, "secde edin Âdem'e " dedik. Secde ettiler ..
Sadece İblis etmedi, çünkü cin sınıfındandı...
İnnâ
cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhü ve fî âzânihim
vakra, ve in ted'uhüm ilel hüdâ felen yehtedû izen ebedâ. (18/57)
Biz,
onların Kur'anı anlamamaları için kalpleri üzerine perde ve
kulaklarına da sağırlık kıldık. Onları, ne kadar hidayete davet
etsen de, onlar ebediyyen hidayet bulamazlar!..
Fevecedâ
abden min ıbâdinâ âteynâhü rahmeten min ındinâ ve allemnâhu min
ledünnâ ılmâ. (18/65)
Orada
kullarımızdan bir kul buldular ki, indimizden rahmet ve O'na (Hızır'a),
Ledünnümüzden ilim tâlim ettik.
Kâle
lehû Mûsâ hel ettebiuke alâ en tüallimeni mimmâ ullimte rüşdâ.
(18/66)
Musa,
O'na:
"Sana öğretilen ilimden bana öğretmen şartıyla sana tâbi
olayım mı?..” dedi.
Kâle
inneke len testetîa meıye sabrâ. (18/67)
O,
"Sen benimle
sabretmeye takat getiremezsin" dedi.
Ve
keyfe tasbiru alâ mâ lem tuhit
bihî hubrâ.
(18/68)
-"İç
yüzünü bilmediğin
bir bilgiye nasıl sabredersin?.." ....
âteynâhü
min külli şey'in sebebâ. (18/84)
O'na
her şeyden bir sebep
verdik ..
Ellezîne
kânet a'yünühüm fî ğıtâin an zikrî ve kânû lâ yestetîûne
sem'â. (18/101)
Onlar
ki, gözleri
benim zikrimden perdeli
ve ses duyamaz halde idiler ..
Ellezîne
dalle sa'yühüm
fil hayâtid dünyâ ve hüm yahsebûne enne hüm yuhsinûne sun'â.
(18/104)
Onlar,
iyi bir şey yaptıklarını zannettikleri halde, dünya hayatındaki çalışmaları
boşa gidenlerdir ..
İnnellezîne
âmenû ve amilüs sâlihâti kânet lehüm cennâtül firdevsi nüzülâ.
(18/107)
İman
edip salih ameller işleyenlere gelince, onlar için makam olarak
Firdevs cennetleri vardır.
Hâlidîne
fî hâ lâ yebğûne anhâ hıvelâ. (18/108)
Orada
ebedî kalıcıdırlar. Oradan hiç ayrılmak istemezler.
Kul
lev kânelbahru
midâden li
kelimâti rabbî
lenefidel bahru
kable en
tenfede kelimâtü rabbî velev ci'nâ bimislihî mededâ.
(18/109)
De
ki: "Rabbimin kelimelerini yazmak için bütün denizler mürekkep
olsa, muhakkak ki, Rabbimin kelimeleri tükenmeden denizler tükenirdi,
bir o kadar ilâve etsek dahi ..
Kul
innemâ ene beşerün mislüküm yûhâ ileyye ennemâ ilâhüküm ilâhün
vahid femen kâne yercû li kâe rabbihî felya'mel amelen sâlihan ve lâ
yüşrik bi ibâdeti rabbihî ehadâ. (18/110)
De
ki: "Ben de misliniz olarak beşerim!.." “ Ancak bana ilahınızın
–Tek- olduğu vahyolunuyor. Onun için, her kim Rabbine kavuşmayı
isterse salih amel işlesin
ve Rabbinin ibadetinde, O’na hiç kimseyi şirk koşmasın!..”
12/03/2002
http://sufizmveinsan.com
|