Dedesi
Abdulmuttalib’in, Efendimiz doğmadan (Bir müddet) önce
gördüğü rüya meşhurdur.
Bu rüyaya göre:
Bir gece Abdülmuttalip Kâbe’de uyurken yerden bir ağaç
biter. Uçları göğe doğru uzarken dallarının doğuya ve
batıya uzandığını ve ağaçtan kuvvetli bir nur çıktığını
görür. Araplar da dahil olmak üzere bütün milletler bu
ağaca secde ediyorlar… Ağaç da devamlı olarak büyüyor ve
etrafına nur saçıyor. Kureyş’den bir çok kimseler ağacın
dallarına tutunmuş, bir çok kimseler de onu kesmek için
çaba sarf ediyorlar… Fakat bir genç ağacı kesmek için
uğraşanları oradan uzaklaştırıyordu. Abdülmuttalip de
ağaca tutunmak istedi ise de başaramadı…
Ve böylece uyandı. Hemen Mekke’de ki kâhinlere baş vurup
rüyasının tabirini sordu. Aldığı cevapta;
“Neslinden bir kişi çıkıp, doğu ile batıya sahip
olacağını ve bütün insanların ona yöneleceklerini…”
öğrendi ve çok sevindi.
[1]
Hz. Muhammed
(s.a.v.) hicretten elliüç yıl önce,
Fil hadisesinden elli gün
kadar sonra[2],
Rebiülevvel ayının onbirinci gününü, onikinci gününe
bağlayan Pazartesi gecesi, sabaha karşı, henüz tan yeri
ağardığı vakit[3],
Mekke’nin hareminde Muhammed bin Yusuf sarayı denilen
evde dünyaya geldi. [4]
Efendimizin ana
karnına düştüğü yıl Cenab-ı Hak Mekke’ye öyle büyük bir
bereket ve feyiz verdi ki, Kureyşliler bu yıla
Senetü’l-Fethi ve’l-İbtihac
(Fetih ve
sevinç yılı) adını vermişlerdir.
[5]
Efendimiz
(s.a.v.) in doğduğu gece, aynı saatlerde, her biri
dünyanın değişik yerlerinde çok önemli ve harikulâde
olaylar meydana gelmiştir.
Şöyle ki:
1-Yahudiler,
Medine’de Araplarla birlikte yaşıyorlar ve araları
açıldığı zaman onlara:
-İnsanları nûra
kavuşturacak bir peygamber beklediklerini ve bu
peygambere tâbi olup Araplara galebe çalacaklarını…
söylüyorlardı.
Nitekim
Efendimizin doğduğu gece, bir Yahudi gökyüzünü
incelerken, bundan önce hiç görmediği bir yıldız gözüne
çarptığında bunu, bir peygamberin doğduğuna işaret
sayarak, yüksek bir yere çıkıp, Yahudi cemaatine
hitaben:
-Bu gece
Ahmed’in yıldızı doğdu demiştir.
[6]
2-
Hz. Aişe'den rivayet edildiğine göre;
Mekke'de,
ticaretle uğraşan bir Yahudi, Efendimiz (s.a.s.)in
doğduğu gece, bu olaya alâmet olan yıldızın doğduğunu
görmüş, katıldığı Kureyş meclislerinden birinde:
-Ey Kureyş
cemaati! İçinizden, bu gece çocuğu doğan oldu mu?
diye sorduğunda:
-Vallahi,
bilmiyoruz!.. dediler.
Bunun üzerine,
Yahudi:
-Ey Kureyş
cemaati! Size söylediğim şeyi ezberleyiniz! Bu gece,
âhir zaman ümmetinin peygamberi doğmuştur! O’nun
iki küreği arasında, üzerinde tüyler bulunan
kırmızımtırak bir ben de vardır!.. dedi.
Meclistekiler,
Yahudi'nin sözlerinden hayrette kalarak meclisten
dağıldılar. Onlardan her biri, evlerine varınca,
Yahudi'nin söylediklerini ailelerine haber verdiler.
Bazılarına,
aileleri:
-Abdullah b.
Abdulmuttalib'in bir oğlu doğdu. Kendisine, Muhammed
ismini verdiler… dediler.
Onlar, o günden
sonra, Yahudi'nin evine gidip:
-Bizim içimizde
bir çocuk doğduğunu duydun mu, öğrendin mi? dediler.
Yahudi:
-Ben size onun
doğduğunu haber verdikten sonra mı, yoksa önce mi
doğdu?.. diye sordu.
-Önce doğdu!
dediler.
Dileği üzerine,
kendisini Hz. Âmine'nin evine götürdüler.
Yahudi, Hz.
Âmine'den, oğlunu yanına çıkarmasını istedi, çıkarıldı.
Peygamberimiz
(s.a.s.)in, arkasındaki peygamberlik hâtemini görünce,
Yahudi bayıldı. Ayıldığı zaman, kendisine:
-Yazıklar olsun,
ne oldu sana? dediler.
Yahudi:
-Vallahi, artık
İsrailoğullarından peygamberlik gitti!.. Ellerinden
Kitap da gitti! Bu, İsrail oğullarının öldürüleceklerine
ve bilginlerinin de itibarlarının kalmayacağına verilmiş
bir hükümdür! Araplar, peygamberlikle, büyük bir izzet
ve şerefe erecekler!.. Ey Kureyş cemaati! Sevininiz!
Vallahi, siz; haberi doğudan batıya kadar ulaşacak bir
atılım ve yenme gücüyle güçleneceksiniz!" dedi.
[7]
3-Save
Gölünün suları çekilip kayboldu ve Semave vadisinde
sular taştı.
[8]
4-Efendimizin
doğduğu gece İran sarayının takları yıkılıp ondört
şerefesi ayakta kalmıştı.
[9]
5-O
gece ateşe tapanların yüz yıldır sönmeyen ateşi söndü.
[10]
6-
İran baş kadısı ve din adamı Mubezan, rüyasında;
birtakım serkeş develerin bir sürü yürük atları önlerine
katarak Dicle Irmağını geçtiklerini, İran topraklarına
yayıldıklarını görmüştür.
[11]
7-…
Pazar ertesi günü sabahleyin bütün putlar yüzü üstüne
düşmüş bulundu, görenler hayrette kaldı.
[12]
Bu olaylar
incelendiğinde hayretle görülmüştür ki, aynı gece
meydana gelmişlerdir. Kisra olanları yorumlamaları
için kâhinlerine danışmış, aldığı cevap hiç de hoşuna
gitmemişti, bir tesellisi dışında. Rüya ve sarayının
yıkılarak ondört şerefesinin ayakta kalması: Arapların,
kendilerine galip geleceğine ama bunun ondört hükümdar
sonra olacağı şeklinde yorumlanmış:
-Benim zamanımda
olmasın da ondört hükümdar sonra çok iş olur…demiştir.[13]
Âmine validemiz
anlatıyor:
Ben sâir
hatunlar gibi gebelik zahmeti çekmedim, hamilelerde
görülen ağırlıkları görmedim. Fakat gece rüyamda gördüm,
bir kimse gelip:
-Yâ Âmine!..
Muhakkak bilmelisin ki sen hayrü’l âlemîn ile hamilesin.
Doğduğu vakit adını “Muhammed” koyasın, dedi.
Vakti velâdet
eriştikte kulağıma bir büyük ses geldi, ürktüm. Hemen
bir ak kuş geldi, kanadıyla arkamı sığadı. Benden korkma
ve ürkme halleri geçti. Bir yanıma baktım, beyaz bir
kâse içerisinde şerbet sundular. Alıp içtiğim gibi her
tarafımı nur kapladı. O anda “Muhammed” (s.a.v.)
dünyaya geldi. Etrafıma baktım, gördüm ki; Abd-i Menaf
kızlarına benzer, fakat gayet uzun boylu bir çok kızlar
beni tavaf ediyor.
Hayret ettim:
-Yâ Rab!..
bunlar kimler ola?.. dedim.
(Doğum anında
âmine validenin gözünden perde kalkması ile Hurileri,
melâikeleri ve daha nice halleri görmüştür.)
[14]
Bu olayı Martin
Lings (Ebubekir Siracettin)
[15],
şöyle anlatıyor:
…İçinde bir nur
taşıdığının farkındaydı. Bir gün kendisinden öyle bir
ışık parladı ki Suriye’deki Basra kalelerini bile
görebildi. Kendisine bir sesin şöyle dediğini duydu:
“Sen karnında halkının önderi olacak bir şahsı
taşıyorsun; doğduğunda şöyle de: O’nu her türlü
kötülükten, Allah’ın koruması altına emanet ediyorum…
ve adını Muhammed koy.”
Âlemlerin
efendisi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) dünyaya
teşrif etmişti…
Hz. Amine;
Efendimiz (a.s.)ı dünyaya getirdiği zaman,
kayınpederi Abdulmuttalib'e:
-Bir oğlan
torunun doğdu. Gel de, gör O’nu!... diye haber
saldı.
Abdulmuttalib, o
sırada Kâbe'nin yanında, Hicr'de, oğlu ve kavminden bazı
kimselerle birlikte oturuyordu.
Müjdeci, ona:
-Âmine bir
oğlan çocuğu doğurdu!... diye haber verince
Abdulmuttalib çok sevindi ve hemen ayağa kalkıp
yanındakilere birlikte Hz. Âmine'yi görmeye gitti,
torununa baktı.
Hz. Âmine hamile
iken düşünde gördüğü şeyleri; kendisine neler
söylendiğini ve koyacağı isim hakkında ne emir
verildiğini Abdulmuttalib'e anlattı. Abdulmuttalib
torununu bir kumaş parçasına sarılmış olduğu halde
kucağına alıp Kâbe'ye girdi.
Orada, Allah'a
dua ve ihsanından dolayı şükranını arz ettikten sonra,
onu annesine gönderdi.
Oğlu Ebu Talib'e
de:
-Bu, benim sana,
yanında bulundurup üzerine kanat gereceğin emanetimdir.
Muhakkak, bu oğlumun hal ve şânı yüce olacaktır!...
dedi.
[16]
Hemen temiz bir
beze sarıldı ve üzerine büyük bir çanak kapatıldı… Zira
çocuk gece doğarsa, onun yüzüne gün ağarana kadar
bakılmazdı…
Birden bir
çatlama sesi duyuldu, çanak iki parça olmuştu!.. Çanağın
altında yatan yavrunun, gözleri açık bir halde, baş
parmağını emdiği görülüyordu…
[17]
Doğum gecesi
Âmine Valide’nin yanında bulunan aşere-i mübeşşere’den
Abdurrahman bin Avf’ın annesi Şifa Hatun, o gece her
tarafın nur ile kaplandığını… oğluna söylemiş ve o da
durumu etrafındakilere anlatmıştı.
[18]
Peygamberimiz
(a.s.), doğarken, çocukların yere düştükleri gibi
düşmeyip ellerini yere dayamış, başını semaya kaldırmış
olarak doğmuştur.
[19]
Hâtemü’l-Enbiyâ
Hazretleri, sünnetli ve göbeği kesilmiş olduğu
halde doğmuştur.
[20]
Efendimizin(s.a.s.) doğumunun yedinci günü, dedesi
Abdulmuttalib; develer, davarlar kestirerek Mekke
halkına üç kez yemek yedirmesini oğlu Ebu Talib'e
emretti.
Ayrıca, Mekke
mahallelerinden her mahallede develer kesilerek
bırakıldı.
Onlardan
insanların, kurtarın, kuşların yararlanmalarına engel
olunmadı.
Kureyşliler,
ziyafetten sonra:
-Ey
Abdulmuttalib! Doğumu sebebiyle bize ikramda bulunduğun
bu oğluna ne isim taktın?... diye sordular.
Abdulmuttalib:
-Muhammed
ismini taktım!.. dedi.
Kureyşliler:
-Ne için, aile
halkının, atalarının isimlerinden birini takmaya özen
göstermedin de, Muhammed ismini taktın? diye
sordular.
Abdulmuttalib:
-Gökte
Allah'ın, yerde de halkın onu övmelerini istedim!
dedi.
[21]
Risâletten sonra
Efendimiz`e en büyük kötülükleri yapacak olan amcası Ebu
Leheb ise, o gece evindeydi...
Saatler
ilerlerken, Abdulmuttalib`in evinde olan cariyesi
Süveybe koşa koşa Ebu Leheb`in evine geldi... Ve soluk
soluğa konuştu.
-Müjdeler olsun
ey efendim!.. Kardeşiniz Abdulmuttalib`in oğlu
Abdullah`ın bir oğlu dünyaya geldi...
Ebu Leheb bu
müjdeyi duyunca çok neşelendi...Kardeşinin bir oğlu
olması çok sevinecek bir şeydi...
-Ya Süveybe,
beni çok memnun ettin.. Ben de seni kölelik zincirinden
kurtarıyorum.. dedi. Halbuki günler ne kadar insanları
değiştirecek, menfaat hırsı sevgili amcayı ne hâle
sokacaktı...
[22]
Aradan yıllar ve
çığırlar geçecek. Peygamber amcası Ebu Leheb, yeğeninin
dünyaya gelişine gösterdiği sevince rağmen, O’nun
davasına en büyük düşman kesilecek, dipsiz küfür ummanı
içinde kaynayıp gidecek ve ölümünden sonra bir gün
mü’minlerin gözüne rüyada görünüp:
-Ah!...
diyecektir; Cehennemdeyim, cehennemdeyim ve azap
içindeyim. Ancak Pazartesi geceleri azabım hafifliyor. O
zaman parmaklarımı emiyorum ve uçlarından çıkan suyu
içiyorum. Zira Pazartesi günü, Allah Rasûlü’nün
doğduğunu haber veren câriyeyi azat etmiştim. Bu
hareketim yüzü suyu hürmetine Pazartesileri
hafifliyorum.
[23]
Âmine’nin sütü
az olduğundan Peygamberimiz ana sütünü ancak üç- beş gün
emebildi. Süveybe ve Mirvana isminde iki kadın Hz.
Muhammed’e (s.a.v.) (birkaç aylığına)(Hz.Halime Valideye
verilmeden çok önce) süt annelik ettiler.
[24]
Böylece, Hz.
Hamza (r.a.), üç ay sonra doğan Hz. Muhammed (s.a.v.)’
in hem amcası hem de süt kardeşi olmuş oldu.
[25]
(Ebu Leheb’in
azat ettiği cariyesi Süveybe, hem Hz. Hamza’ya, hem de
Efendimiz (s.a.v.)’e süt annelik yapmıştır.)
Bütün kaynaklar
Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.)in,
Adnan'a kadar olan atalarının gerek isimlerinde, gerek
sıralarında, ittifak halinde bulundukları gibi, Adnan'ın
da İsmail (a.s.) b. İbrahim(a.s.)ın öz be öz soyundan
geldiğinde de müttefiktirler.
Hz. Muhammed
(s.a.s.)in ondokuzuncu kuşaktaki atası Maadd b. Adnan;
Hz. İsa(a.s.)ın muasırı idi.
Efendimizin,
Adnan’a kadar uzanan nesebi şöyledir:
Muhammed b.
Abdullah, b. Abdulmuttalib, b. Hâşim, b. Abdi Menaf, b.
Kusayy, b. Kilab, b. Mürre, b. Ka'b, b. Lüey, b. Galib,
b. Fihr, b. Mâlik, b. Nadr, b. Kinane, b. Huzeyme, b.
Müdrike, b. İlyas, b. Mudar, b. Nizar, b. Maadd, b.
Adnan.
[26]
Değerli
okuyucular:
Rasûlullah
(s.a.v) Efendimize gelinceye kadar 128 bin Nebî ve Resul
gelmiş, takdir edilen vakitleri dolunca da bu dünyadan
ayrılmışlardır, bedenlerini; bedenin aslı olan toprağa
terk etmek sûretiyle.
Başta
Hz.Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz olmak üzere, tümünü
insanlara örnek ve önder yapan husus; seçilmişlikleri
olmuştur. Vahye mahzar olmak sûretiyle, terk
ettiklerini bir araç olarak kullanarak, insanlığa
ilettikleri ilâhi mesajlar; içerisinde bulunulan
ortamdan, geçilmesi mukadder olan âhiret âlemine
hazırlanmanın yanında, kendini tanımanın sonsuz
yolculuğunda da insanlara yol gösterici olmuşlardır.
Bütün varlıklar
arasında insanı, insanlar arasında Nebi ve Resulleri,
onlar arasında da Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa
(s.a.v)’i üstün yapan; hakikat noktasına olan (uzaklık
olmayan) yakınlıklarıydı.
O’nun
ümmeti olmak sevdasında ve iddiasında olan bizlere
düşen, her geçen gün biraz daha gayret ve dikkatle
Âlemler Sultânı’ ndan öğrendiklerimizi; anlamaya,
sindirmeye ve yaşam sahasına aktarmaya çalışmalıyız.
O’na yakın olabilmenin, gerçek anlamda sevmenin
anahtarının; Kur’an’ı, Hadis’leri ve yaşamı boyunca
ortaya koyduklarını tefekkür ve tahlil etmeye çalışmak
olmalıdır. Bizler ancak samimiyetle, azimle, Cenab-ı
Hakk’ın bahşettiği akılla, iman/ikanla yürümek sûretiyle
bu kapıdan geçebilme imkânı bulabiliriz.
Kutlu doğumun
1436. yılının
sürûrunu
duyduğumuz şu günlerde; “Özümüzden irsal olan”
resûlü hissedebilmek, duyabilmek için Cenab-ı Hak’dan
istimdat diliyor, Hz. Rasûlullah (s.a.v.)
Efendimizin şefaatini talep ediyoruz.
Allah bizleri
sevdikleriyle birlikte bulundursun ve onlarla birlikte
haşr-ı cem eylesin.
Yararlanılan kaynaklar:
[ 1]
(Hayati ÜLKÜ-İslâm Tarihi-59)
[ 2]
(Ahmed HULÛSİ- Hz. Muhammed Mustafa-1/39)
[ 3]
(A.Cevdet Paşa-Kısası Enbiya-1/56)
[ 4]
(Hayati ÜLKÜ-İslâm Tarihi-60)
[ 5]
(Hayati ÜLKÜ-İslâm Tarihi-60)
[ 6]
(Hayati ÜLKÜ-İslâm Tarihi-59)
[ 7] (M.
Âsım KÖKSAL-İslâm Tarihi-1/25,26)
[ 8]
(Hayati ÜLKÜ-İslâm Tarihi-59)
[ 9]
(Taberî Tarihi-2/301)
[10]
(Ahmed HULÛSİ- Hz. Muhammed Mustafa-1/139)
[11]
(M.Âsım KÖKSAL-İslâm Tarihi-1/27)
[12]
(A.Cevdet Paşa-Kısası Enbiya-1/56)
[13]
(Taberî Tarihi-2/301-303)
[14]
(A.Cevdet Paşa-Kısası Enbiya-1/56)
[15]
(Martin Lings [Ebubekir Siracettin]), (Hz. Muhammed’in
Hayatı-27,28)
[16]
(M.Âsım KÖKSAL-İslâm Tarihi-1/28,29)
[17]
(Ahmed HULÛSİ - Hz. Muhammed Mustafa-1/39)
[18]
(Hayati ÜLKÜ-İslâm Tarihi-60)
[19]
(M.Âsım KÖKSAL-İslâm Tarihi-1/27)
[20]
(A.Cevdet Paşa-Kısası Enbiya-1/57)
[21](
M.Âsım KÖKSAL-İslâm Tarihi-1/30)
[22]
(Ahmed HULÛSİ- Hz. Muhammed Mustafa-1/41)
[23]
(N.Fazıl KISAKÜREK-Çöle İnen Nur-59)
[24]
(Lütfullah Ahmed-Hz. Muhammed’in Hayatı-25)
[25]
(A.Cemil AKINCI- Hazreti Hamza-64)
[26]
(M.Âsım KÖKSAL-İslâm Tarihi-1/15,16) |