Kur’an’daki
insanı anlatmazdan önce Kur’an hakkında bazı bilgileri
vermek yerinde olur kanaatindeyim.
Derûni olarak
baktığımızda Kur’an’ın tekdüze giden Âyetler topluluğundan
müteşekkil olmadığını tespit etmekteyiz. Onu üstünkörü
bir anlayışla kavrayabilmek bu şartlarda mümkün değildir,
farklı boyutlarda değerlendirmek daha doğru olur.
Aslında bu olgu kısıtlı sayıda insanlar arasında
yaşandığı için pek dikkâte bile alınmıyor.
En önemlisi, okunduğunda (bildiğiniz
anlamda gözle okumayı kastediyorum) hüküm vermekten kaçınmak
olmalı.
Zira, Kur’an sathi düzeyde
incelendiğinde, birbirine
zıt gibi gelen Âyetler ve ayrı ayrı kavramlarla değinilen
konuların esasında aynı şeyi anlattığı fark edilmiyor.
Bağlantıların kurulamaması bir yana, insanların büyük yanılgılara
saplanıp çözümleyemediği kavramlar da söz konusu... Bunların
arasında sıkça geçen “ilah”, “nefs”,
“kader”, “Rab”, “rahman”, “rahim” gibi
sözcükleri örnek verebiliriz.
Özellikle halkın biricik anlayışı olarak temayüz eden ve
tapınmayı simgeleyen “ilah”kavramı, kelime-i tevhidin
orijinal yanı ile anlaşılmadıkça, realiteye oturmayacak ve
ona yakın, eş anlamlı sözcükler de deşifre
edilemeyecektir.
Ve maalesef, bu koşullarda Kur’an, insan için anlamsız mucize bir kitap hükmünün dışına taşamayacaktır
Mucize!
Yanlış anlaşılmasın, evet, bu sözcüğe
katılmıyor değilim.
Ama araştırılmayan ve düşünülemeyen
tarafları ile değil.
Sistemi, varoluşu, insanı tanıtabilmesi yanlarıyla mucize
bir kitap...
Bu durumda
Kur’an ruhunun algılanabilmesi için, insan faktörünün çok
iyi etüt edilmesi gerekiyor.
Kuran'da bireyi arındırmaya dönük muhkem Âyetlerde afaki hareketlerin dengelenmesi prensibi yatmaktadır. Bu bilince ulaşabilen, yola emin adımlarla başlamış demektir.
Zira hedef, müteşabihe yaklaşım sağlayabilmektir.
Bu yaklaşıma açılan
kapılarda en önemli etmen, mecaz yollu benzetmelerin yapılmasıdır.
“Ve ma rameyte iz rameyte ve lakinn ALLAHe rama “ (Enfal / 17) Attığında sen atmadın, atan
ALLAH’tı Âyetinde
belirtildiği gibi...
Kur’an’da zorlamanın olmaması da neticede müteşabihe yani Mutlak Varlığa dayanmaktadır. Önemli
bir anahtarı “La ikrahe fid DİYN “ (Bakara/256 ) “Din içinde
zorlama yoktur.” Âyetidir.
Burada varlığın temelinde özünde yatan bütünlüğe işâret vardır.
Şayet bir şeyi zorlama noktasına getirirseniz bir anlamı kalmaz, gayenin dışına taşar, amaca ulaşamazsınız.
Sorun, bölünmeyeni insana anlatabilmektir.
Bu anlamda, “Tazir “ (korkutma ve dikkâtli olmaya zorlama)
sözcüğüne bir yerde sınır getirilmelidir. Eserlerinde bu
hususa değinen ve mistik çerçevede zorlama ile işlenen
cinayetleri tasvip etmeyen Gazali
“İslâm, devlet reisine, sadece şüphe ve töhmetle insanları
öldürme yetkisi vermiş midir?
“Tazir” adı altında, insanların öldürülmesine müsaade
edilir mi?
Böyle bir kabul, dini çürütmek, Allah RESÛLÜ’NÜ İTHAM
KONUSU YAPMAK DEĞİL MİDİR? “
diyerek görüşlerini dile getiriyor.
Kur’an’ın
evrensellik ruhunun algılanmasında en büyük pay,
hiç şüphesiz aslını ve hakikâtini bilenlerdir. Bu güzergâhı
en iyi şekilde Allah Resûlleri
imar ediyor. Bir taraftan, hiç tükenmeyecek bu mücadele
ile afaki düzenlemede sistemlere yatkınlığın oluşturulması
ve bunun yararının ölüm ötesi boyutlarda mutlaka görüleceğinin bildirilmesi ile ahiret boyutuna hazırlığın temini, diğer taraftan algılayabilen, kâbiliyet ve istidadı müsait olabilenler için kendini, aslını tanıtıcı, uyarıcı mahiyette bilgilerin vüs’at nisbetinde aktarımı bulunuyor.
Gözümüzün önünde
serapa akan sistem tapınmaya yer bırakmazken, bizler
“Oku”yamamanın ezikliği içinde,
yaşanan her olayın akla getirdiği ilk ve tabii kavramı,
gerçek mistik algılama gibi kabul edip sonuçlandırmaktayız.
Kur’ansal anlayışa
yaklaşım için bir ön şart var:
Temizlik.
Zahiri temizlikten bahsetmiyorum, içsel temizliği
kastediyorum. Yani belirli bir düzeyde tabiatın, huy ve
karakter yapısının getirilerinden sıyrılabilme...
Bizzat Kur’an’ın bildirdiği şekilde,
“La yemessehu illel mutahherun.”( Vakıa / 79) “O’na
şirkten arınmamışlar dokunmasınlar“ Âyeti ile
konuya yaklaşım sağlamak istiyorum.
Kur’an, gelmiş
geçmiş yüz yirmi dört bin Peygamberin çok azından
bahseder. Peygamberlerin tamamı, Fetih sahibidir. Bir hikmeti
ilâhi gereği, önce Fetih, sonra Sır sahibi olurlar.
Velilerde durum tersinedir. Önce sır, sonra Fetih oluşur. Müşahede
sezgiye dayanır, ama sağlam bilgidir. Fetih ise, bir ekranda
geçmiş/gelecek olayların görülmesidir.
Her iki özelliğin
birbirinden farklılık gösteren yedi derecesi bulunmaktadır.
(devamı var)
Ahmet
F.YÜKSEL
Not:
19.12.2000
Akşam Gazetesi