KUR'AN'DA İNSAN -10-

 

İnsan’a gelince;

Kur’anın Ruhunun algınabilmesi için insan faktörünün çok iyi etüd edilmesi gerekiyor.

Gavsı A’zâm Abdükadir Geylanî hazretleri “ Gavsiye” isimli eserinde, insan için,
“İnsanı meydana getirdim beni taşıyan olması için ve mükevvenatıda insanı taşıması için meydana getirdim” derken  “ne güzel talep edendir insan...”
diyerek  onu onurlandırıcı ve bilgelik vasfını taşıyıcı özelliklerinden bahsetmek istemiştir.
Değişik dillerde “insan” sözcüğü “ bilen varlık” anlamına gelir.
İnsanın bildiği ürettiği bilgidir.
İnsan, insanlık tarihi boyunca gözlemlediği ve her seferinde aynen tekrarladığı olgular için tartışmasız doğru bilgiye sahiptir.
Nicelik yada nitelik açısından yetersiz olan gözlem ve deneylerin sonuçları insan bilgisini kısıtlayamaz.
Örneğin belirli enlemler arasında yaşayanlar, yılda dört mevsimin oluştuğunu saptamışlardır.
İnsan, gök cisimlerinin hareketleriyle ilgili bilgilerin ortaya konmasıyla birlikte mevsimlerin neden ve nasıl oluştuğunu hesabi yöntemlerle bulabilme imkanını elde etmiştir.
Kur’anda halife olarak bahsedilen “İnsan” ın kendini bilme, tanıma aşamasındaki sınırları sadece bu kadarla kayıtlı değildir.
Zira her insan düşünme kapasitesinin getirdiği bir araştırma içinde olacaktır.
Kur’anda ak ve kara ayırımı hükümlerle kesinleştirilmiştir. İnsanın gayesi ak veya kara değil kendi  aslına irfan sahibi olmasıdır, ancak aslına vakıf olması için ak bineğine de binmek zorundadır.

Bu itibarla insanın  varoluşunun her kademesini gözlemlemesi ve bilmesi gerekir.
Bilgi üreten insan,doğal olarak güvenilir yöntemlere gereksinme duymuştur. Bir başka deyişle onu doğru yola götürmesi için  imana sarılmak zorundadır. Bu iman kendisini Kur’ana ve evrenselliğe yönlendirecektir.
İman kişinin yanlışlıklara düştüğü  zaman kendisini  toparlamasına vesile olur..
Zirâ yaradılışın gayesi budur.

İnsan dediğimiz de nasıl bir algılama içersindeyiz ?
Bu konuyu hiç düşünebildik mi?
Kur’anda bahsedilen İnsan;
Duyu araçlarıyla var olan ve arkası sırla kaplı camda, kendini gördüğünde bir beden olarak kabul eden lokal insan olmuş olsaydı, 
Et-tin Sûresinde anlatılan evrensel varlığın,  “Ahsen-i Takvim” olarak yaratılan İnsan-ı Kâmil’den  ne farkı olabilirdi.
Ortada net bir fark var. Sözcüklerde benzerlik olmasına karşın.

Et-Tin suresindeki Ayeti Kerime bu hususa  şu şekilde bir açıklık getirmiştir;
“Biz insanı en mükemmel şekilde yarattık.” (95/4)
Bu, bildiğimiz şekil ve suretteki İnsan değildir.
O ;
Bulunduğu boyutun en kamil zuhur mahalli,en faziletli tecelligahıdır.
İnsan-ı Kamil , belirli bir tekâmülün neticesi ile meydana gelmemiş, aksine, varlığıyla alemlerin tümünü oluşturmuş ve ihata etmiştir.
Onun bir diğer ismide İmam-ı Mübindir
İnsan-ı Kâmil ;
Mülk Alemi,
Melekut Alemi,
Ceberut Alemi ve
Lâhut Aleminin tümüne câmidir.
Bütün mertebeler, idrâklar, soyut ve somutlaşan tüm yapılar varlığını O’ndan alır.
İnsan-ı Kâmil’in bir nesneye sirayeti, dışardan o varlığa tasarruf etmesi gibi değil, özlerinden gelen bir biçimde onlarda zuhur etmesidir diyebiliriz..
O’nun tecellileri ile
Alemi Ervah,
Misal ve Hayâl Alemi,
His ve şehadet Alemi var olmuştur.

O’nun ;
Aklı Kül (Külli Akıl)
Nefsi Kül  (Külli Nefs)
Arş,
Kürsi,

(devamı var)

Ahmet F.YÜKSEL

Not: 25.12.2000 Akşam Gazetesi

Ön sayfa