İnsan’a
gelince;
Kur’anın
Ruhunun algınabilmesi için insan faktörünün çok iyi etüd
edilmesi gerekiyor.
Gavsı A’zâm
Abdükadir Geylanî hazretleri “ Gavsiye” isimli eserinde,
insan için,
“İnsanı meydana getirdim beni taşıyan olması için ve mükevvenatıda
insanı taşıması için meydana getirdim” derken
“ne güzel talep edendir insan...”
diyerek onu
onurlandırıcı ve bilgelik vasfını taşıyıcı özelliklerinden
bahsetmek istemiştir.
Değişik dillerde “insan” sözcüğü “ bilen varlık”
anlamına gelir.
İnsanın bildiği ürettiği bilgidir.
İnsan, insanlık tarihi boyunca gözlemlediği ve her seferinde
aynen tekrarladığı olgular için tartışmasız doğru
bilgiye sahiptir.
Nicelik yada nitelik açısından yetersiz olan gözlem ve
deneylerin sonuçları insan bilgisini kısıtlayamaz.
Örneğin belirli enlemler arasında yaşayanlar, yılda dört
mevsimin oluştuğunu saptamışlardır.
İnsan, gök cisimlerinin hareketleriyle ilgili bilgilerin
ortaya konmasıyla birlikte mevsimlerin neden ve nasıl oluştuğunu
hesabi yöntemlerle bulabilme imkanını elde etmiştir.
Kur’anda halife olarak bahsedilen “İnsan” ın kendini
bilme, tanıma aşamasındaki sınırları sadece bu kadarla kayıtlı
değildir.
Zira her insan düşünme kapasitesinin getirdiği bir araştırma
içinde olacaktır.
Kur’anda ak ve kara ayırımı hükümlerle kesinleştirilmiştir.
İnsanın gayesi ak veya kara değil kendi
aslına irfan sahibi olmasıdır, ancak aslına vakıf
olması için ak bineğine de binmek zorundadır.
Bu itibarla insanın
varoluşunun her kademesini gözlemlemesi ve bilmesi
gerekir.
Bilgi üreten insan,doğal olarak güvenilir yöntemlere
gereksinme duymuştur. Bir başka deyişle onu doğru yola götürmesi
için imana sarılmak
zorundadır. Bu iman kendisini Kur’ana ve evrenselliğe yönlendirecektir.
İman kişinin yanlışlıklara düştüğü zaman kendisini toparlamasına
vesile olur..
Zirâ yaradılışın gayesi budur.
İnsan dediğimiz
de nasıl bir algılama içersindeyiz ?
Bu konuyu hiç düşünebildik mi?
Kur’anda bahsedilen İnsan;
Duyu araçlarıyla var olan ve arkası sırla kaplı camda,
kendini gördüğünde bir beden olarak kabul eden lokal insan
olmuş olsaydı,
Et-tin Sûresinde anlatılan evrensel varlığın,
“Ahsen-i Takvim” olarak yaratılan İnsan-ı Kâmil’den
ne farkı olabilirdi.
Ortada net bir fark var. Sözcüklerde benzerlik olmasına karşın.
Et-Tin
suresindeki Ayeti Kerime bu hususa
şu şekilde bir açıklık getirmiştir;
“Biz insanı en mükemmel şekilde yarattık.” (95/4)
Bu, bildiğimiz şekil ve suretteki İnsan değildir.
O ;
Bulunduğu boyutun en kamil zuhur mahalli,en faziletli
tecelligahıdır.
İnsan-ı Kamil , belirli bir tekâmülün neticesi ile meydana
gelmemiş, aksine, varlığıyla alemlerin tümünü oluşturmuş
ve ihata etmiştir.
Onun bir diğer ismide İmam-ı Mübindir
İnsan-ı Kâmil ;
Mülk Alemi,
Melekut Alemi,
Ceberut Alemi ve
Lâhut Aleminin tümüne câmidir.
Bütün mertebeler, idrâklar, soyut ve somutlaşan tüm yapılar
varlığını O’ndan alır.
İnsan-ı Kâmil’in bir nesneye sirayeti, dışardan o varlığa
tasarruf etmesi gibi değil, özlerinden gelen bir biçimde
onlarda zuhur etmesidir diyebiliriz..
O’nun tecellileri ile
Alemi Ervah,
Misal ve Hayâl Alemi,
His ve şehadet Alemi var olmuştur.
O’nun ;
Aklı Kül (Külli Akıl)
Nefsi Kül (Külli
Nefs)
Arş,
Kürsi,
(devamı var)
Ahmet
F.YÜKSEL
Not:
25.12.2000 Akşam Gazetesi