KUR'AN'DA İNSAN -11-

 

Yedi kat Sema,
Dört unsur (Ateş , Hava, Su Toprak)
Üç Mevalid  (Maden, Nebat, Hayvan)
şeklinde sıralanan on sekiz bin alemi ihata edişi  dahi mecazidir. Zira sonsuz olan  varlık alemi onun vücuduyla var olmuştur.
“İnsan-ı Kamil” olarak yaratılan aslen bir melektir.
Alemde görünen veya görünmeyen hissedilen,vehmedilen akla gelebilen herşey varlığını ona borçludur. Küreselleşen dünya varlığını ona borçludur. Bâki olan O’dur. O inkâr edilemez bir olgudur.
O bir Melektir.
Yakiyn ve uzak melekler, cin kökenli melâike, yeryüzü melâikesi diye tanımlanan Rahmet ve Gazab melâikesi de  O’nun varlığı ile varolma şansını yakalamışlardır.
Mutlak yaratıcı, O’nu kendi zatına ayna yapmıştır.
Hz. Resulûllah’ın hakikatı da ona dayanır. Hz.Muhammed (s.a.) bu meleği tanımıştır. Bu iletişim Mistizmde ‘Hakikat-ı Muhammediye’ şeklinde isimlendirilmiştir.

Bildiğimiz, varlığını beş duyu ile müşahade edebildiğimiz,kesitsel algılama içinde yaşayan günümüz insanı O’na alternatif bir varlık değildir. Olması da düşünülemez.
Hz.Ali’nin meşhur bir sözünde ;
Sen , “Kendini küçük bir cisim sanırsın, halbuki Alemi Ekber’sin.” Demektedir.
Bu hissediş ona özündeki varlıktan , İnsan-ı Kâmil’den ulaşmıştır.
Zira kendisi de Yeryüzü İnsan-ı Kâmil’lerinden biridir.
Aslında Hz.Ali’nin hissedişi tüm canlılar/insanlar için geçerlidir.
Bütün alemleri hûviyetinde  toplayan, İnsanı Kâmil’in aşağıların aşağısına inişi, (esfeli safilin)  onun, varlık aleminde en son halka olan insan tarafından algılanır hale gelmesi içindir.
O, bütün alemlerin varlığı, özü, Ruhudur. Bütün suretler, O’nun suretidir.

Kenan Rufai hz.leri 
Tüm yukarıda verilmek istenen manaları,
“İnd-i Sâni’de bütün mahlûk tek bir noktadır.” şeklinde kısa bir sözle inanılmaz güzel bir tasvir yapagelmiştir.

O ; kimliği, kişiliği ile İnsan-ı Kâmil, (bildiğimiz anlamdaki kimlik ile bağlantısı yoktur) hayatiyeti ile Ruhu Azam, Kudreti ile Nefs-i Kül, İlmi ile Aklı Evvel, hûviyeti ile Hakikatı Muhammediyye isimleri ile anlatılmıştır.
Resulullah Efendimizin Hakikatıdır. Bu yönüyle tüm ilâhi isimleri kendisinde cem etmiştir.
Bütün özellikleri ile Mutlak Zat’ın bir Ân’ının eseridir.

O dahi Allah’ın Zat’ında bir hiçtir.

Günümüz insanı, noktada yoktur, adı bile geçmez, anılmaz. (İnsan/1)
Bütün bu hususları algılayabilmek ancak özden dışa bakışla mümkündür.
Zaman üstü boyutlarda hazırlanıp yakiyn melekler tarafından (Cebrail a.s.) Hz.Muhammed’e ulaştırılan yeryüzü Kitabının , bir ayeti ile  “İnna aradnel EMANET e alessemavati vel arzı vel cibali ebeyne en yahmilneha ve eşfakne minha ve hamelehel İNSAN..İnnehu kane zalumen cehula.”(Azhab-72) ( Biz EMANETİ göklere, arz’a ve dağlara arzettik de onlar bunu yüklenmekten kaçındılar, endişeye düştüler..İNSAN bunu yüklendi ! Hakikat O, Çok zâlim ve çok cahil oldu ).  ‘Ahseni Takvim’ üzere halk edilen İnsan-ı Kâmil’e atıfta bulunulmaktadır..

Acz, İnsan-ı Kâmil’in bir vasfıdır. O’nun sınırsız ve sonsuz özellikleri ile var olan ancak bir terkib şeklinde var olan zahir müşahadesinin batıni yönü müşahade etmesidir.
Bu mertebe için dörtlerden, Muhiddin-i Arabi ;
"Bildim ki en yüksek makam, Abd-i acz mertebesi imiş” demiştir.
Anlatılan bu Zati tecellinin hali, Uluhiyetin eseri, Efal boyutunun hakkıyla yaşanmasıdır. O’da en Kemal haliyle yeryüzü İnsan-ı Kâmil’inin yapabileceği bir müşahadedir.

Resulullah Efendimiz ‘istiğfarı’ ile kendindeki bu acziyeti dile getirmiştir..

Resulullah Efendimiz ( a.s) ;
“Ben bir kere Cebrail’i gördüm, Semayı kaplamıştı, altı yüz kanadı vardı” demektedir.
Bahsettiği altı yüz kanat İnsan-ı Kâmil’in, ya da  Ruh isimli meleğin, tahakkuk eden güçlerine işarettir.

İnsan’a gelince;
Kur’ansal deyimle  Allah’ın  kan pıhtısından halk ettiği, günümüz ilmine göre ise, genetik bir dizilim ve astrolojik etkilerle programlanan insanın tüm aktivitesi, beynin bugüne değin algılanabilen ve algılanamayan özellikleri sayesinde olmuştur.

Çeşitli bilim dalları, kökeni molekülere dayanan, insan dediğimiz organizmanın çalışma şeklini, fiziksel, kimyasal ve biyolojik kurallara dayandırır.

Bedendeki eylemlerin ne şekilde olacağını belirleyen, uyku dahil olmak üzere beyindir. Onu idare eden ikinci bir beyin bulunmaz.

İnsan beyni de, korteksle birlikte, nöron adı verilen yüzyirmimilyar hücreyle , herbir yapıda farklı bir dizilim oluşturur. Nöronların arasındaki bioelektrik bağlar, kanallar, beynin çalışma şeklini belirler.
Kur’anda bu sisteme;
“Kul küllün ya’melu alâ şakiletihi”( İsra-84)( De ki, tümü de programları/şakileleri doğrultusunda fiiller yaparlar) ayeti ile temas edilmektedir.

Misitisizme göre,
Beyin ilk ve değişmez programına, ilk baas olarak tanımlanan, ana rahminde ulaşır. Bu program, doğum anındaki AY’ ın tesirleri ile tamamlanır.

Bu konumlamayı hedefleyen  Hz.Resulûllah’ın bir hadisi oldukça dikkat çekicidir.
“ Her doğan çocuk İslam fıtratı üzerine doğar, sonra annesi alır onu hıristiyan yapar, mecusi yapar..”
Kesinleşen program kişinin yaşamını  değişmezlik vasfıyla devam ettirir. İnsandaki fonksiyonel hareketlerin temeli bu şekilde atılmış olur..
İnsanın fizik ve karakter yapısını belirleyen tüm özellikleri taşıyan bilgi, onun genlerinde, DNA moleküllerini oluşturan diziliş biçiminde  mevcuttur.
Birimin nasıl ve ne şekilde bir yapıya sahip olacağı, canlılığa kavuştuğu dördüncü ayın sonunda sabitleşir.
Bu zamanda yani 120. günde, beyinde aktif konuma gelen hücreler ile sabit ve pasif pozisyonda kalan hücreler arasında bir ayrışım ve farklılaşma görülür.
Önemli olan sabit kalan hücre yapısının, aktif halde bulunan hücre ile çalışır hale gelmesidir. Bu dahi beyin çekirdeğindeki genetik dizilim sayesinde olmaktadır.
Doğumdan hemen sonra son şeklini alan ve kalıplaşan beyin artık değişmez özellikleri ve yetenekleri ile aramızdadır.
Beynin 120. günde canlılığa kavuşumu, dinde İsrafil Aleyhisselâm’ın sûra üflemesi olarak tanımlanır. Canlılığı bu melek oluşturur. Ve her beyin 120. günde kendi ruhunu oluşturmaya başlar. Bu, onu hayvandan farklı kılan özelliğidir.

"Ruhlar ezelde yaratılmıştır” sendromuna kapılanlar, mistik alanda kariyeri olan, ancak sistemin çalışma tarzına önyargı ile bakan kimselerdir ki onların savunduğu  bu görüşün geçerliliği yoktur.

Evet, İnsan-ı Kâmil, en son halkada zuhur etmiş ve terkibiyetle varolan insanla çokluk aleminde yerini almıştır. İnsanda tasarruf eden, yine O’dur.

Kur’anda bahsedilen her iki insanın genel yapısından bahsettik dilimiz döndüğünce...
Dıştaki, özdekini gözlemlediğinde onu tanıma fırsatını bulmada en büyük yardımcısı Kur’an olacaktır.
Kur’ana evrenselliğe sahip çıkmayan bir toplumun fertlerinin kendilerini dahi biçimlendirebildikleri düşünülemez.

Hemen belirteyim bu yazıda Evrim, konusuna  girmedim, hiç değinmedim. Yazıyı dikkâtle okuyanlar bu boşluğun farkına varacaklardır sanırım.
Gerçek olan şu ki, bugünün popüler bilimi Kur’anın içine sızmış, ona nüfus etmeye başlamıştır. Daha gerçekçi bir ifadeyle, tamamen bir ilim olduğunu, mecaz/mesajlarla  hakiki yönünü ikiz kardeşi hüviyetindeki insana yansıtmıştır.

Ve İnsan mecazları/mesajları değerlendirebildiği nisbette evreni, mutlak varlığı tanımış olacaktır.
Bendeniz bu yazı dizisinde kapasitem nisbetinde ve klasik bir tarzın dışında sizlere Kur’an da İnsanı sizlere anlatmaya çalıştım.
Kur’anın gerçeği  bireyin özünde bulunan İnsandır.
Buna Hakikat-ı Muhammediye’de diyorlar.
Gerçeği görme/farkında olma çabası söz konusuysa izini sürmeye değmez mi İNSAN’ ın.

Ahmet F.YÜKSEL

Kaynaklar:
Kuran-ı  Kerim ve Türkçe
Açıklamalı meali
Hazırlayanlar
Prof.Dr.Ali Özek
Prof Dr.Hayreddin Karaman
Doç.Dr.Ali Turgut
Doç.Dr.Mustafa Çağrıcı
Doç.Dr.İbrahim K3afi Dönmez
Doç.Dr.Sadrettin Gümüş

Diyanet İşleri Başkanlığı İslam Ansiklopedisi

Not: 26.12.2000 Akşam Gazetesi

Ön sayfa