Yedi
kat Sema,
Dört unsur (Ateş , Hava, Su Toprak)
Üç Mevalid (Maden,
Nebat, Hayvan)
şeklinde sıralanan on sekiz bin alemi ihata edişi
dahi mecazidir. Zira sonsuz olan
varlık alemi onun vücuduyla var olmuştur.
“İnsan-ı Kamil” olarak yaratılan aslen bir melektir.
Alemde görünen veya görünmeyen hissedilen,vehmedilen akla
gelebilen herşey varlığını ona borçludur. Küreselleşen dünya
varlığını ona borçludur. Bâki olan O’dur. O inkâr
edilemez bir olgudur.
O bir Melektir.
Yakiyn ve uzak melekler, cin kökenli melâike, yeryüzü melâikesi
diye tanımlanan Rahmet ve Gazab melâikesi de
O’nun varlığı ile varolma şansını yakalamışlardır.
Mutlak yaratıcı, O’nu kendi zatına ayna yapmıştır.
Hz. Resulûllah’ın hakikatı da ona dayanır. Hz.Muhammed
(s.a.) bu meleği tanımıştır. Bu iletişim Mistizmde
‘Hakikat-ı Muhammediye’ şeklinde isimlendirilmiştir.
Bildiğimiz, varlığını
beş duyu ile müşahade edebildiğimiz,kesitsel algılama içinde
yaşayan günümüz insanı O’na alternatif bir varlık değildir.
Olması da düşünülemez.
Hz.Ali’nin meşhur bir sözünde ;
Sen , “Kendini küçük bir cisim sanırsın, halbuki Alemi
Ekber’sin.” Demektedir.
Bu hissediş ona özündeki varlıktan , İnsan-ı Kâmil’den
ulaşmıştır.
Zira kendisi de Yeryüzü İnsan-ı Kâmil’lerinden biridir.
Aslında Hz.Ali’nin hissedişi tüm canlılar/insanlar için
geçerlidir.
Bütün alemleri hûviyetinde
toplayan, İnsanı Kâmil’in aşağıların aşağısına
inişi, (esfeli safilin) onun,
varlık aleminde en son halka olan insan tarafından algılanır
hale gelmesi içindir.
O, bütün alemlerin varlığı, özü, Ruhudur. Bütün
suretler, O’nun suretidir.
Kenan Rufai
hz.leri
Tüm yukarıda verilmek istenen manaları,
“İnd-i Sâni’de bütün mahlûk tek bir noktadır.” şeklinde
kısa bir sözle inanılmaz güzel bir tasvir yapagelmiştir.
O ; kimliği, kişiliği
ile İnsan-ı Kâmil, (bildiğimiz anlamdaki kimlik ile bağlantısı
yoktur) hayatiyeti ile Ruhu Azam, Kudreti ile Nefs-i Kül, İlmi
ile Aklı Evvel, hûviyeti ile Hakikatı Muhammediyye isimleri
ile anlatılmıştır.
Resulullah Efendimizin Hakikatıdır. Bu yönüyle tüm ilâhi
isimleri kendisinde cem etmiştir.
Bütün özellikleri ile Mutlak Zat’ın bir Ân’ının
eseridir.
O dahi Allah’ın
Zat’ında bir hiçtir.
Günümüz insanı,
noktada yoktur, adı bile geçmez, anılmaz. (İnsan/1)
Bütün bu hususları algılayabilmek ancak özden dışa bakışla
mümkündür.
Zaman üstü boyutlarda hazırlanıp yakiyn melekler tarafından
(Cebrail a.s.) Hz.Muhammed’e ulaştırılan yeryüzü Kitabının
, bir ayeti ile “İnna
aradnel EMANET e alessemavati vel arzı vel cibali ebeyne en
yahmilneha ve eşfakne minha ve hamelehel İNSAN..İnnehu kane
zalumen cehula.”(Azhab-72) ( Biz EMANETİ göklere, arz’a ve
dağlara arzettik de onlar bunu yüklenmekten kaçındılar,
endişeye düştüler..İNSAN bunu yüklendi ! Hakikat O, Çok zâlim
ve çok cahil oldu ). ‘Ahseni Takvim’ üzere halk edilen İnsan-ı Kâmil’e
atıfta bulunulmaktadır..
Acz, İnsan-ı Kâmil’in
bir vasfıdır. O’nun sınırsız ve sonsuz özellikleri ile
var olan ancak bir terkib şeklinde var olan zahir müşahadesinin
batıni yönü müşahade etmesidir.
Bu mertebe için dörtlerden, Muhiddin-i Arabi ;
"Bildim ki en yüksek makam, Abd-i acz mertebesi imiş”
demiştir.
Anlatılan bu Zati tecellinin hali, Uluhiyetin eseri, Efal
boyutunun hakkıyla yaşanmasıdır. O’da en Kemal haliyle
yeryüzü İnsan-ı Kâmil’inin yapabileceği bir müşahadedir.
Resulullah
Efendimiz ‘istiğfarı’ ile kendindeki bu acziyeti dile
getirmiştir..
Resulullah
Efendimiz ( a.s) ;
“Ben bir kere Cebrail’i gördüm, Semayı kaplamıştı, altı
yüz kanadı vardı” demektedir.
Bahsettiği
altı yüz kanat İnsan-ı Kâmil’in, ya da
Ruh isimli meleğin, tahakkuk eden güçlerine işarettir.
İnsan’a
gelince;
Kur’ansal deyimle Allah’ın
kan pıhtısından halk ettiği, günümüz ilmine göre
ise, genetik bir dizilim ve astrolojik etkilerle programlanan
insanın tüm aktivitesi, beynin bugüne değin algılanabilen
ve algılanamayan özellikleri sayesinde olmuştur.
Çeşitli bilim
dalları, kökeni molekülere dayanan, insan dediğimiz
organizmanın çalışma şeklini, fiziksel, kimyasal ve
biyolojik kurallara dayandırır.
Bedendeki
eylemlerin ne şekilde olacağını belirleyen, uyku dahil olmak
üzere beyindir. Onu idare eden ikinci bir beyin bulunmaz.
İnsan beyni de,
korteksle birlikte, nöron adı verilen yüzyirmimilyar hücreyle
, herbir yapıda farklı bir dizilim oluşturur. Nöronların
arasındaki bioelektrik bağlar, kanallar, beynin çalışma şeklini
belirler.
Kur’anda bu sisteme;
“Kul küllün ya’melu alâ şakiletihi”( İsra-84)( De ki,
tümü de programları/şakileleri doğrultusunda fiiller
yaparlar) ayeti ile temas edilmektedir.
Misitisizme göre,
Beyin ilk ve değişmez programına, ilk baas olarak tanımlanan,
ana rahminde ulaşır. Bu program, doğum anındaki AY’ ın
tesirleri ile tamamlanır.
Bu konumlamayı
hedefleyen Hz.Resulûllah’ın
bir hadisi oldukça dikkat çekicidir.
“ Her doğan çocuk İslam fıtratı üzerine doğar, sonra
annesi alır onu hıristiyan yapar, mecusi yapar..”
Kesinleşen program kişinin yaşamını değişmezlik vasfıyla devam ettirir. İnsandaki fonksiyonel
hareketlerin temeli bu şekilde atılmış olur..
İnsanın fizik ve karakter yapısını belirleyen tüm özellikleri
taşıyan bilgi, onun genlerinde, DNA moleküllerini oluşturan
diziliş biçiminde mevcuttur.
Birimin nasıl ve ne şekilde bir yapıya sahip olacağı, canlılığa
kavuştuğu dördüncü ayın sonunda sabitleşir.
Bu zamanda yani 120. günde, beyinde aktif konuma gelen hücreler
ile sabit ve pasif pozisyonda kalan hücreler arasında bir ayrışım
ve farklılaşma görülür.
Önemli olan sabit kalan hücre yapısının, aktif halde
bulunan hücre ile çalışır hale gelmesidir. Bu dahi beyin çekirdeğindeki
genetik dizilim sayesinde olmaktadır.
Doğumdan hemen sonra son şeklini alan ve kalıplaşan beyin
artık değişmez özellikleri ve yetenekleri ile aramızdadır.
Beynin 120. günde canlılığa kavuşumu, dinde İsrafil
Aleyhisselâm’ın sûra üflemesi olarak tanımlanır. Canlılığı
bu melek oluşturur. Ve her beyin 120. günde kendi ruhunu oluşturmaya
başlar. Bu, onu hayvandan farklı kılan özelliğidir.
"Ruhlar
ezelde yaratılmıştır” sendromuna kapılanlar, mistik
alanda kariyeri olan, ancak sistemin çalışma tarzına önyargı
ile bakan kimselerdir ki onların savunduğu
bu görüşün geçerliliği yoktur.
Evet, İnsan-ı Kâmil,
en son halkada zuhur etmiş ve terkibiyetle varolan insanla çokluk
aleminde yerini almıştır. İnsanda tasarruf eden, yine
O’dur.
Kur’anda
bahsedilen her iki insanın genel yapısından bahsettik dilimiz
döndüğünce...
Dıştaki, özdekini gözlemlediğinde onu tanıma fırsatını
bulmada en büyük yardımcısı Kur’an olacaktır.
Kur’ana evrenselliğe sahip çıkmayan bir toplumun
fertlerinin kendilerini dahi biçimlendirebildikleri düşünülemez.
Hemen belirteyim
bu yazıda Evrim, konusuna
girmedim, hiç değinmedim. Yazıyı dikkâtle okuyanlar
bu boşluğun farkına varacaklardır sanırım.
Gerçek olan şu ki, bugünün popüler bilimi Kur’anın içine
sızmış, ona nüfus etmeye başlamıştır. Daha gerçekçi
bir ifadeyle, tamamen bir ilim olduğunu, mecaz/mesajlarla
hakiki yönünü ikiz kardeşi hüviyetindeki insana yansıtmıştır.
Ve İnsan
mecazları/mesajları değerlendirebildiği nisbette evreni,
mutlak varlığı tanımış olacaktır.
Bendeniz bu yazı dizisinde kapasitem nisbetinde ve klasik bir
tarzın dışında sizlere Kur’an da İnsanı sizlere
anlatmaya çalıştım.
Kur’anın gerçeği bireyin
özünde bulunan İnsandır.
Buna Hakikat-ı Muhammediye’de diyorlar.
Gerçeği görme/farkında olma çabası söz konusuysa izini sürmeye
değmez mi İNSAN’ ın.
Ahmet
F.YÜKSEL
Kaynaklar:
Kuran-ı Kerim
ve Türkçe Açıklamalı
meali
Hazırlayanlar
Prof.Dr.Ali Özek
Prof Dr.Hayreddin Karaman
Doç.Dr.Ali Turgut
Doç.Dr.Mustafa Çağrıcı
Doç.Dr.İbrahim K3afi Dönmez
Doç.Dr.Sadrettin Gümüş
Diyanet İşleri
Başkanlığı İslam Ansiklopedisi
Not:
26.12.2000 Akşam Gazetesi