Evet,
Allah ile insan arasında aracılık ettiğine ve Nur yapılı
olduğuna inanılan manevi varlık, Melek!..
Kökü, “güç, kuvvet” anlamı taşıyan 'melk' kelimesine
dayanıyor.
İslâm ve diğer dinler, iman panosunda yaratma gücünün
hemen akabinde ve Resûllükten de ön plana almıştır
Melekleri,
"Amentü billahi ve Melaiketihi" diyerek...
“Bu kavme ne
oluyor ki, hemen hiçbir sözü anlamıyorlar” (Nisa /78)
“Hiç mi Kur’an’ı düşünmüyorlarlar? Eğer o,
Allah’tan başkasından gelmiş olsaydı, onda birbirini
tutmayan bir çok şey bulurlardı.” (Nisa/82)
“Onlar Allah’tan çok sizden korkarlar. Zirâ onlar
anlamayan kimselerdir.” (Haşr/13)
“Allah size zahir ve batın nimetlerini bolca ihsan etti.”
(Muhammed /24)
Bu Âyetler bize,
Kur’an’ın hem zahir, hem de batınî mânâsının bulunduğunu açıkça göstermektedir.
Mutlak Yaratıcı, Âyeti Kerime’de insanları “söz anlamıyorlar“diyerek
yererken, zahir yanında
batinî mânânın algılanamadığını
vurguluyor ve esas
olan iç mânânın algılanması için insanı zorlayarak Âyetleri
düşünmeye davet ediyor ki , verilen mesajlar alınsın ve
zahiri mânânın kökenine inilebilsin.
Abdullah İbni
Mesut’tan rivayet olunan şu
Hadis’te de aynı mesajı bulabilirsiniz:
“Kur’an’ın
bir zahiri , bir batını, bir haddi, bir de matla’ı vardır.”
(Tecridi Sarih tercemesi)
İbn-i Hasan da Hz. Peygamber’den aynı anlamda bir Hadis
nakleder,
“Her Âyetin bir zahiri, bir batını vardır. Her harfin bir
haddi ve her haddin bir matla’ı vardır.” (Şatıbi,
Al-Muavakat)
Zahir ve batın mânâlar hakkında görüş bildiren İbnu’n
Nakip’in naklettiği söz, bir hayli ilginçtir:
“Âyetin zahiri, zahir ilim sahiplerine açılan mânâlardır.
Batını da Allah’ın hakikât erbabına açtığı gizli mânâlardır.”
Bunun yanında
ilim sahipleri, Hadislerde geçen zahir ve batın kelimeleri için
“ Âyetin zahiri lafzı, batını da tev’ilidir.”
demektedirler.
Anlatılanlar
,“Biz sana Kur’an’ı indirdik ki, insanlara ne indirilmiş
olduğunu açıklayasın, ta ki düşünsünler.”( Nahl
Suresi/ 44) Âyeti ışığında insanı değişik bir düşünceye
sevk etmektedir.
Zahiri bakış açısıyla,
Allah dinini tamamlamıştır. Eğer insanlara açıklanmamış
bir şey bulunsaydı, din eksik kalır ve "bugün size
dininizi tamamladım” (Maide/3) Âyeti de ters bir konumda
olurdu.
Bu fikri teyit eden Âyet şöyledir:
“Düşünüp
anlayasınız diye, biz Kur’an’ı Arapça olarak
indirdik.” (Yusuf/2)
Hz. Ayşe de,
“Peygamber (s.a.v.) Kur’an’dan Cibril’in öğrettiği
birkaç Âyetten başka tefsir etmemiştir” demektedir.”
Burada anlaşılması gereken şudur:
Kur’an tamamlanmıştır; ancak tevili yapılmamıştır.
Hz.Resulullah’ın
özel dostlarına bazı sırlar tebliğ ettiği, nitekim Huzeyfe
ibni Al Yemani’ye münafıkların isimlerini bildirdiği
bilinmektedir.
Hz. Ali için söylediği “Ali, Rabbim bana bellemen için
sana öğretmemi emretti. Onu belleyen kulak bellesin Âyeti
indi. İşte, sen benim ilmimi belleyen kulaksın” sözü Ebu
Nuaym rivayetinde geçmektedir. ( Hilyet’ül Evliya)
Abdullah İbni
Abbas için de “Allahım onu dinde bilgili et ve ona tevili öğret”
diye dua etmiştir. Bir rivayette “Allahım ona hikmet ver” derken, başka bir rivayette de
“ Allahım ona hikmeti ve kitabın tevilini öğret” şeklinde
dua ettiği söylenir. (İbni Mace)
En çok Hadis
rivayet eden Ebu Hureyre “Allah Resûlü’nden iki kab ilim
öğrendim. Birisini yaydım, ötekine gelince, bunu yaysam bu
boğaz kesilir.” (Buhari) demektedir.
Şunu kesin bir
şekilde kabul edelim; Kur’an birçok mecazla doludur. Bu
mecazlar yoluyla insana ulaşan mesajlar onu tefekküre, düşünmeye,
algılamaya davet eder.
“Bugün size dininizi tamamladım” (Maide/3) Âyeti nüzul
ettiğinde, sahabenin
çoğunun verilen mesajı anlamadığını görüyoruz. Hz
Ebubekir ise, bu Âyetin gelişi ile birlikte Efendimizin
risalet görevinin
sona ereceğini anlamış, vefatını sezinleyerek ağlamış;
“ Bir şey kemâle ulaştıktan sonra eksiklik başlar” (Şatıbi)
diyerek bir gerçeği dile getirmiştir.
Onun görüşünü Efendimiz de
doğrulamıştı. Nitekim, Hz. Resulûllah, bu Âyetin nüzulundan
seksen bir gün sonra vefat etmiştir.
Kur’an’da algılanamayan
ve değerlendirilemeyen yoruma muhtaç daha birçok Âyet
bulunmaktadır.
Talâk Sûresi’nin on ikinci Âyetine İslâmın yüz akı İbni
Abbas’ın yaptığı açıklama bir hayli mânidardır:
“Yedi göğü ve
arzdan da bir o kadarını yaratan Allah’tır. Allah’ın her
şeye kâdir olduğunu ve Allah’ın bilgisinin her şeyi kuşattığını
bilesiniz diye Allah’ın emri bunlar arasında iner durur.”
İbni Abbas’ın bu Âyet için “ Tefsirini söylesem beni taşlarsınız”
başka bir rivayette de “
kâfir dersiniz” (İhya –Gazali) dediği zikredilir.
Muhiddiyn-i Arabi de bir eserinde “ nice ilim vardır ki onu
ifşa etsem, bana sen puta tapanlardansın derler” demektedir.
Caferi Sadık’a göre ise, Kur’an-ı Kerim’i algılayabilmek
için Mekki ve Medinevi Âyetleri, nüzul sebeplerini, müphemi
, kaza ve kader ilmini, takdim ve tehiri, derin anlamlıyı,
zahir ve batını bilmek lazımdır.
Değişik bakış
açıları bizleri şu noktaya getirmektedir:
Âyetlerin yorumları zirve insanlar tarafından yapıldığında,
avamın asla erişemeyeceği, algılayamayacağı ve hoşnutsuzluklarla
baş başa kalacağı şartları beraberinde getirmektedir.
Ancak
Kur’an’ın Ruhu’nun algılanabilmesi de batıni mânâların deşifre edilmesiyle sağlanabiliyor.
(devamı var)
Ahmet
F.YÜKSEL
Not:
21.12.2000
Akşam Gazetesi