KUR'AN'DA İNSAN -4-

 

Örneğin,

“Ey mü’minler, bazı eşyadan sual etmeyiniz !.
Eğer o size izhar olunursa, fena olursunuz “( Maide/101)
Bu Âyet-i Kerime’nin nüzûlünü müteakip, bazı sahabiler “Efendimize (s.a.v.) sual etmekten nehy olunduk” dediler ve sualden vazgeçtiler.

Arapça’da “eşya”, “şey” kelimesinin çoğuludur, “bütün şeyler”  mânâsına gelir. ‘Eşyadan sual olmaktan men edilme’, varoluşun hikmetini kavrayamamaktan ötürü ters bir konumla karşılaşmamak veya kapasitenin dışında gelişen herhangi bir olayı yanlış, kusurlu, hatalı görmekten uzak durman içindir.
Âyet-i Kerime’de de bundan kaçınılması gerekliliği vurgulanmaktadır.

On iki imamdan biri olarak bildiğimiz İmam-ı Caferi Sadık’ın bu konudaki görüşleri şöyledir:
“Kur’an-ı Kerim’i algılayabilmek için Mekke ve Medine Âyetlerini, nüzûl sebeplerini, müphemi, kaza ve kader ilmini, takdim ve tehiri, derin anlamlıyı, zahir ve batını bilmek lazımdır.”

Kur’an, çağdaş bakışla, evrensel sistemi anlatan, insanların ve cinlerin algılayabileceği bir dille, açıklayıcı bilgilerle donanmış, uyarıcı mahiyette bir kitaptır.
O’na  “Allah Kelâmıdır” diyebiliriz.
İnsanları hidayete ulaştıran ve doğru yola iletmek üzere zaman üstü  boyutlarda hazırlanmış Kur’an, eşsiz bir  mucize, insanlığa ulaşan mesajlar bütünüdür.

Kur’an, kelime olarak “okumak” anlamında bir mastardır. “Mushaf “ adını aldığı gibi başka isimlerle de anılır.
Ancak en yaygın olanı, Kur’ân-ı Kerim’dir. Diğer adlarından bazıları şunlardır: Kitâb, Zikr,Tenzîl...
Onun sıfatlarını ise şöyle sırayabiliriz: Mübîn, Kerîm, Nur, Hüdâ, Rahmet, Şifâ, Mev’ıza, Büşrâ, Nezir ve Azizi gibi...

Özelliklerinden yola çıkarak Kur’an’ı şöyle tanımlamak mümkündür:
Hz. Muhammed’ (s.av.)in yirmi üç yıllık Nebilik/Risalet süresi içinde, Arap dilinde ve vahiy yolu ile indirilen, Fatiha ile başlayıp Nas Sûresi ile biten, meleki boyutun beşeri boyuta müdahalesi olarak nitelenen Âyetlerin /Sûrelerin ihtiva ettiği Sıfat Tecellilerini yansıtan, Rabbani hükümlerle nüzûl etmiş, eşi ve benzeri asla düzenlenemeyecek olan bir eserdir.

Akıl sahibi olan her bir birim; öğrenme, kavrama ve intibak etme becerisini kabiliyeti, istidatı nisbetinde ondan almaktadır.
İnsanın herhangi bir şeye intibak etmesi, alışkanlıklarını kolayca terk edebilmesi, varlığın özünü ve hakikâtini tanıyabilmesi, Kur’an’da verilen mesajları, mecazi ifadeleri algılayabilmesi, onunla kurabileceği iletişim sayesinde  mümkün olabilmektedir.
“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi topyekûn elbette iman ederlerdi“ (Yunus/99 ) Âyeti,  anlatılmak istenen bazı şeyleri dile getirmektedir.

Kur’an fasılalarla inmiştir. O’nun yeryüzüne Cebrail vasıtasıyla indirilişi mekânsallıkla değil, tamamen boyutsallık kapsamı ile alâkalıdır.
Bu açıdan bakıldığında, Hz. Resulullah’ın onu belli bir mekân ve yerden değil özünden aldığını söylemek daha doğru olur.
Kur’an esasa dönmenin gereğidir.
Lafzı ve mânâsıyla, tam bir mucizedir.
Üslûp bakımından hiçbir esere benzemez. Allah kelâmı olduğundan kadîmdir. Bu nedenle Türkçe‘de “ Kelâm-ı Kadîm ” diye de anılır. Bir anlamda soyut alemin somut alemde algılanışına tercüman olmaktadır.
Kur’an’ın Kadim olan aslı, Levh-i Mahfuz’dadır. Kur’an, önce Levh-i Mahfuz’a Beytü’l- İzze denilen bir makama topluca indirilmiştir.
Buna “inzal” denmektedir. Oradan kısım kısım Cebrail vasıtasıyla vahiy olarak Hz. Resûlullah’a ulaşmıştır. Bu oluşa da “tenzîl” denir. Kur’an,  Mutlak Yaratıcı tarafından, kültür açısından en zengin ulus olan Araplar’a Arapça lisanıyla   gönderilmiştir.(Yusuf /2; Fussilet/44; Zühruf /3 )
Nebi ve Resullere gelen vahyin belirli bir dille indirilmesinin hikmeti, insanın mesajı anlamasını kolaylaştırmaktır.(İbrahim /4)
Kur’an, tüm toplumlara Nebi/Resullerin geldiğini söylemektedir. (Fatır /24)

En son Nebi ve Resûl vasfında bulunan Hz. Muhammed’e kadar, yeryüzüne tam yüz yirmi dört bin  Nebi/Resul gelmiştir. Bunların sadece Arap Yarımadası’na geldiğini düşünmek, çok kısıtlı bir düşüncenin sonucudur.

Kur’an’da  Rububiyet hükümleri (Esma Mertebesi) ağırlıklıdır. Rabbani bir kitab niteliğinde olması nedeniyle terkibiyet hükmüyle var olmuştur. Dolayısıyla konular belli bir sırayı takip etmez. Ancak özsel bir incelemeye tabi tutulacak olursa, gerek sistem, gerekse sistemi var eden Mutlak Varlığın boyutlarındaki düzenin orijinal şekliyle bu boyuta yansıdığı görülecektir.

(devamı var)

Ahmet F.YÜKSEL

Not: 25.12.2000 Akşam Gazetesi

Ön sayfa