Örneğin,
“Ey
mü’minler, bazı eşyadan sual etmeyiniz !.
Eğer o size izhar olunursa, fena olursunuz “( Maide/101)
Bu Âyet-i Kerime’nin nüzûlünü müteakip, bazı sahabiler
“Efendimize (s.a.v.) sual etmekten nehy olunduk” dediler ve
sualden vazgeçtiler.
Arapça’da “eşya”,
“şey” kelimesinin çoğuludur, “bütün şeyler”
mânâsına gelir. ‘Eşyadan
sual olmaktan men edilme’, varoluşun hikmetini
kavrayamamaktan ötürü ters bir konumla karşılaşmamak veya
kapasitenin dışında gelişen herhangi bir olayı yanlış,
kusurlu, hatalı görmekten uzak durman içindir.
Âyet-i Kerime’de de bundan kaçınılması gerekliliği
vurgulanmaktadır.
On iki imamdan
biri olarak bildiğimiz İmam-ı Caferi Sadık’ın bu konudaki
görüşleri şöyledir:
“Kur’an-ı Kerim’i algılayabilmek için Mekke ve Medine
Âyetlerini, nüzûl sebeplerini, müphemi, kaza ve kader
ilmini, takdim ve tehiri, derin anlamlıyı, zahir ve batını
bilmek lazımdır.”
Kur’an, çağdaş
bakışla, evrensel sistemi anlatan, insanların ve cinlerin algılayabileceği
bir dille, açıklayıcı bilgilerle donanmış, uyarıcı
mahiyette bir kitaptır.
O’na “Allah Kelâmıdır”
diyebiliriz.
İnsanları hidayete ulaştıran ve doğru yola iletmek üzere
zaman üstü boyutlarda
hazırlanmış Kur’an, eşsiz bir
mucize, insanlığa ulaşan mesajlar bütünüdür.
Kur’an, kelime
olarak “okumak” anlamında bir mastardır. “Mushaf “ adını
aldığı gibi başka isimlerle de anılır.
Ancak en yaygın olanı, Kur’ân-ı Kerim’dir. Diğer adlarından
bazıları şunlardır: Kitâb, Zikr,Tenzîl...
Onun sıfatlarını ise şöyle sırayabiliriz: Mübîn, Kerîm,
Nur, Hüdâ, Rahmet, Şifâ, Mev’ıza, Büşrâ, Nezir ve
Azizi gibi...
Özelliklerinden
yola çıkarak Kur’an’ı şöyle tanımlamak mümkündür:
Hz. Muhammed’ (s.av.)in yirmi üç yıllık Nebilik/Risalet
süresi içinde, Arap dilinde ve vahiy yolu ile
indirilen, Fatiha ile başlayıp Nas Sûresi ile biten, meleki
boyutun beşeri boyuta müdahalesi olarak nitelenen
Âyetlerin /Sûrelerin ihtiva ettiği Sıfat
Tecellilerini yansıtan, Rabbani hükümlerle nüzûl etmiş, eşi
ve benzeri asla düzenlenemeyecek olan bir eserdir.
Akıl sahibi olan
her bir birim; öğrenme, kavrama ve intibak etme becerisini
kabiliyeti, istidatı nisbetinde ondan almaktadır.
İnsanın herhangi bir şeye intibak etmesi, alışkanlıklarını
kolayca terk edebilmesi, varlığın özünü ve hakikâtini tanıyabilmesi,
Kur’an’da verilen mesajları, mecazi ifadeleri algılayabilmesi,
onunla kurabileceği iletişim sayesinde
mümkün olabilmektedir.
“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi
topyekûn elbette iman ederlerdi“ (Yunus/99 ) Âyeti, anlatılmak istenen bazı şeyleri dile getirmektedir.
Kur’an fasılalarla
inmiştir. O’nun yeryüzüne Cebrail vasıtasıyla indirilişi
mekânsallıkla değil, tamamen boyutsallık kapsamı ile alâkalıdır.
Bu açıdan bakıldığında, Hz. Resulullah’ın onu belli bir
mekân ve yerden değil özünden aldığını söylemek daha doğru
olur.
Kur’an esasa dönmenin gereğidir.
Lafzı ve mânâsıyla, tam bir mucizedir.
Üslûp bakımından hiçbir esere benzemez. Allah kelâmı olduğundan
kadîmdir. Bu nedenle Türkçe‘de “ Kelâm-ı Kadîm ”
diye de anılır. Bir anlamda soyut alemin somut alemde algılanışına
tercüman olmaktadır.
Kur’an’ın Kadim olan aslı, Levh-i Mahfuz’dadır.
Kur’an, önce Levh-i Mahfuz’a Beytü’l- İzze denilen bir
makama topluca indirilmiştir.
Buna “inzal” denmektedir. Oradan kısım kısım Cebrail vasıtasıyla
vahiy olarak Hz. Resûlullah’a ulaşmıştır. Bu oluşa da
“tenzîl” denir. Kur’an,
Mutlak Yaratıcı tarafından, kültür açısından en
zengin ulus olan Araplar’a Arapça lisanıyla
gönderilmiştir.(Yusuf /2; Fussilet/44; Zühruf /3 )
Nebi ve Resullere gelen vahyin belirli bir dille indirilmesinin
hikmeti, insanın mesajı anlamasını kolaylaştırmaktır.(İbrahim
/4)
Kur’an, tüm toplumlara Nebi/Resullerin geldiğini söylemektedir.
(Fatır /24)
En son Nebi ve
Resûl vasfında bulunan Hz. Muhammed’e kadar, yeryüzüne tam
yüz yirmi dört bin Nebi/Resul
gelmiştir. Bunların sadece Arap Yarımadası’na geldiğini düşünmek,
çok kısıtlı bir düşüncenin sonucudur.
Kur’an’da
Rububiyet hükümleri (Esma Mertebesi) ağırlıklıdır.
Rabbani bir kitab niteliğinde olması nedeniyle terkibiyet hükmüyle
var olmuştur. Dolayısıyla konular belli bir sırayı takip
etmez. Ancak özsel bir incelemeye tabi tutulacak olursa, gerek
sistem, gerekse sistemi var eden Mutlak Varlığın boyutlarındaki
düzenin orijinal şekliyle bu boyuta yansıdığı görülecektir.
(devamı var)
Ahmet
F.YÜKSEL
Not:
25.12.2000 Akşam Gazetesi