İslâm’dan
önce Araplar işlerine bazen “Bismi’l-Lât ve’l Uzza”
diye putlarının adıyla, bazen de “bismikellâhümme” diye
başlarlardı. Bu âdet Şabi ve Ameş’in rivayetlerine göre,
İslamiyet’in ilk yıllarında da devam etmiştir. Neml
Suresi’ndeki Besmele Âyeti ( 27/30) nazil olduktan sonra
Besmele son şeklini almış, Hz. Peygamber, hayatının sonuna
kadar hep bu ibareyi kullanmış, Besmele’ nin yazıldığı
ilk satıra başka hiçbir şeyin yazılmamasını da emretmiştir.(
Kurtubi, I, 92; Kalkaşendî,VI, 211-215 .)
İslam’da gerek
dünya gerek âhiretle ilgili olsun her önemli ve meşru işe
Besmele ile başlamak tavsiye edilmiştir. Hz. Peygamber bir
hadisinde, “Besmele ile başlanmayan her iş bereketsiz ve güdüktür.”
( Aclunî, II,174 ) buyurmuştur. Onun birçok iş münasebetiyle
Besmele çektiği ve Besmele’yi tavsiye ettiği hadis kitaplarında
rivayet edilmiştir. Ayrıca, belli ibadetlerde ve hayvan kesimi
sırasında Besmele çekmenin gerekli olduğu da bilinmektedir.
Bir Müslüman herhangi bir işe başlamadan önce Besmele çekmekle,
“Nefsim veya başka bir varlık adına değil, Allah adına,
O’ nun rızası için ve O’ nun izniyle başlıyorum”
demek ister; O’nun
Rahman ve Rahîm isimlerinin tecelli etmesini beklediğini, böylece
hem dünya hem de âhiret saadeti dilediğini, giriştiği işe
yetirebilmesi için gerekli olan kudretin yüce Allah tarafından
ihsan edilmesini temenni ettiğini ve kendisinin devamlı olarak
O’ nun yardımına muhtaç olduğunu bildirmiş, böylece
ezeli kudretin yardımını celbetmiş olur.
Kur’ân-ı
Kerim’in konusunun Allah ile âlem, özellikle de insanlık âlemi
arasındaki münasebeti bildirmekten ibaret olduğunu söylemek
mümkündür. Besmele’ nin başındaki
“bâ” edatı (be harfi) bu münasebeti ortaya
koymakta ve kulun yaratanından yardım isteyerek hep O’na bağlı
kalışını ifade etmektedir. Arapça cümle yapısı
itibariyle Besmele’den önce “bâ”nın ilgili bulunduğu
mahzuf bir fiil vardır. Bu Besmele ile başlanacak herhangi bir
fiildir: “Bismillah diye başlıyorum”, “ Bismillah diye
kalkıyorum”, “ Bismillah diye hayvan kesiyorum” gibi...
Böylece,
Uluhiyet ile Ubudiyet arasında sevgiye dayalı olan derûnî münasebeti
ifade eden Besmele, İslam’ın bir sembolü, her iyiliğin
anahtarı ve Allah’ın kullarına bir ihsanıdır. Surelerin
başında bulunan Besmele’ nin mahzuf fiilinin, Kur’an-ı
Kerim’in ilk nâzil olan Âyetinin ilk kelimesi “ikra” (
oku ) olduğu kabul edilebilir. ( Reşid Rıza, Tefsîr’ül
Menar,I, 44 ) Besmele’nin doğrudan doğruya “Allah lafzıyla
( bi’llah “ Allah ile başlıyorum” ) değil de
“ isim” kelimesiyle başlamış olmasının hikmetleri
üzerinde çeşitli yorumlar yapılmıştır.( bk. Kuşeyrî,I,
44 ) Bunların en önemlisi, Besmele cümlesinin yemin cümlesinden
ayrılma hikmetidir.
Kur’an’ın
ilk nâzil olan Suresi kabul edilen Alâk Suresi de aynı
kompozisyona sahip olduğu gibi, Cenab-ı Hakk’ı niteleyip öven
muhtelif Âyetlerde de O’nun zatına delalet eden Esma-i Hüsna
lafzından önce “ isim “ kelimesi yer almaktadır. (mesela
bk. Er-rahman 55/78; el- Vakıa 56/96) Bu tür kullanımlarda
isim ile müsemmanın (zât) aynı olduğu kabul edilmektedir.
Neml Suresinin
30. Âyetinde geçen Besmele’nin Kur’an’dan bir Âyet olduğu
kesindir. Bu hususta icma vardır. Ancak Tevbe Suresi istisna
edilirse, Kur’an’daki Sure başlarında bulunan 113
Besmele’ nin her birinin müstakil birer Âyet olup olmadığı
meselesi âlimler arasında ihtilaflı olup bu konudaki görüşleri
dört grupta toplamak mümkündür.
1. Bu
Besmelelerden hiçbiri Âyet değildir. İmam Mâlik ve Evzâî
ile Hanefi ve Hanbelî mezheplerinin ilk dönem âlimleri bu görüştedir.
2. Her biri müstakil
bir Âyettir ve Surelerin arasını ayırmak için nâzil olmuştur.
Başında bulunduğu Sure’nin bir cüzü de değildir. Bu görüş
müteahhir Hanefi âlimlerine göre Ebu Hanîfe’ye ait olup
Davud ez- Zâhirî ve bir rivayete göre de Ahmed b. Hanbel aynı
görüşü paylaşmışlardır.
3. Her biri başında
bulunduğu Sureden bir Âyettir. Şâfii ve meşhur olan
rivayete göre Ahmed b. Hanbel bu görüştedirler. İmamiyye ve
Zeydiyye mezheplerindeki anlayış da budur.
4. Yalnız Fatiha
Suresinin başındaki Besmele bir Âyet olup Sureye dahildir. Diğerleri
ise, Âyet değildir.” Teberrüken” yazılmaktadır. Bu da
Şâfiî ‘ye nisbet edilen bir başka görüştür.
(Cessas, I, 7; Serahsî, I,15-16; Kurtubî, I, 92)
(devamı var)
Ahmet
F.YÜKSEL
Not:
24.12.2000 Akşam Gazetesi