| 
							Bakara 
							Sûresi (2) /165:
							İnsanlardan kimi de Allah dûnunda tapındıkları 
							varlıklar edinip, onları Allah sevgisiyle 
							(Allah'mışçasına) severler! İman edenler ise 
							sevdiklerinin yalnızca Allah olduğunun 
							şuurundadırlar (gayrına varlık vermezler).  O
							(hakikati inkâr ederek nefslerine) 
							zulmedenler, bu yüzden azaba düşeceklerini 
							gördüklerinde, âlemlerden açığa çıkan kuvvetin 
							yalnızca Allah'a ait olduğunu fark ederler, ama iş 
							işten geçmiştir; 
							keşke 
							bunu önceden görebilselerdi... 
							Allah Şedîd ül Azab'dır 
							(yapılan yanlışta 
							ısrar edenlere sonucunu şiddetle yaşatandır)! 
							Bakara 
							Sûresi (2) /167: 
							(Endada) tâbi olmuşlar: 
							"Keşke 
							bize fırsat verilseydi de yaşadıklarımızı bir kere 
							daha yaşasaydık, bu defa tâbi olduklarımızın bizden 
							uzaklaşması gibi biz onlardan uzaklaşsaydık" 
							derler. Böylece Allah onlara yaptıklarının 
							sonuçlarını acı pişmanlıklarla gösterir. Onların 
							içlerinden gelen pişmanlık yanışının sonu gelmez! 
							Nisa 
							Sûresi (4) /73:
							Eğer size Allah'tan bir lütuf (ile başarı) 
							erişir ise, sanki sizinle arasında beraberliği 
							getirecek yakınlık yokmuşçasına, "Keşke 
							onlarla beraber olsaydım da o büyük başarıdan hisse 
							alsaydım" 
							der. 
							Nisa 
							Sûresi (4) /102: 
							(Rasûlüm, korkulu bir durumdayken) onların 
							içlerinde olup da onlara salâtı ikame ettirdiğinde, 
							onlardan bir grup seninle beraber silahları da 
							yanlarında olarak namaza dursun... Secde 
							ettiklerinde (diğerleri) sizin arkanızda 
							(koruyucu) olsunlar... (Sonra) salâtı edâ 
							etmemiş diğer grup gelsin, seninle birlikte salâtı 
							ikame etsin... (Onlar da) tedbirlerini ve 
							silahlarını alsınlar... 
							O 
							hakikat inkârcıları arzu ederler ki, keşke siz 
							silahlarınızdan ve eşyalarınızdan gâfil olsanız da, 
							ani bir baskın yapsalar. 
							Eğer size yağmurdan dolayı bir sıkıntı varsa yahut 
							hasta olursanız, silahlarınızı bırakmanızda bir 
							mahzur yoktur... 
							(Bununla beraber) 
							tedbirinizi alın... Muhakkak ki Allah, hakikati 
							inkâr edenler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır. 
							En’am 
							Sûresi (6) /27:
							Yanma aşamasına geldikleri zaman: "Keşke 
							geri döndürülsek, Rabbimizin delillerini 
							yalanlamasak ve iman edenlerden olsak
							(Rabbanî 
							özelliklerimizi, Esmâ'dan kaynaklanan kuvvelerimizi 
							değerlendirsek)" dediklerini bir görsen! 
							Tevbe 
							Sûresi (9) /59:
							
							Keşke 
							onlar, Allah'ın ve Rasûlünün onlara verdiğine razı 
							olsalardı ve: 
							"Allah bize yeter... Yakında Allah bize fazlından 
							verecek, Rasûlü de... Doğrusu biz Allah'a 
							yönelmişlerdeniz" deselerdi. 
							Tevbe 
							Sûresi (9) /81:
							Allah Rasûlünün isteğinin aksine, gitmeyip geride 
							kalanlar, evlerinde oturmakla sevindiler; Allah 
							uğruna mallarıyla, canlarıyla mücahede etmek 
							hoşlarına gitmedi ve dediler ki: "Şu sıcakta savaşa 
							çıkmayın"... De ki: "Cehennem nârı sıcaklık olarak 
							çok daha şiddetlidir!" 
							Keşke 
							kavrayabilselerdi! 
							Hicr 
							Sûresi (15) /2: 
							(Öyle olur ki) hakikat bilgisini inkâr edenler
							(hakikatlerinden perdeliler), 
							keşke 
							gerçekte teslim olmuşluğumuzun farkında olsaydık, 
							diye şiddetli arzu duyarlar.  
							Kehf 
							Sûresi (18) /39:
							"Keşke 
							cennetine 
							(bağına) 
							girdiğinde 'maşâAllah {Allah dilemesinin meydana 
							getirdiğidir}; la kuvvete illâ billah {bende 
							açığa çıktığı görülen} kuvvet sadece Allah'a 
							aittir', 
							deseydin... Gerçi sen beni, zenginlik ve evlatça 
							kendinden düşük de görüyorsun." 
							Kehf 
							Sûresi (18) /42:
							Derken onun serveti kuşatılıp yok edildi! 
							Sonunda, çardakları üzerine yıkılıp kalmış bağına 
							yaptığı harcamaları dolayısıyla, (hüsranla) 
							ellerini ovuşturarak şöyle diyordu: "Keşke 
							Rabbime 
							(hiç) 
							bir şeyi ortak koşmasaydım." 
							Meryem 
							Sûresi (19) /23:
							Doğum sancısı ile bir hurma dalına yapışırken; "Keşke 
							bundan önce ölseydim ve büsbütün unutulup gitseydim" 
							dedi. 
							Furkan 
							Sûresi (25) /:
							O süreçte nefsine zulmeden (nefsinin 
							hakikatinin gereğini yaşamamış olan) ellerini 
							ısırıp: "Keşke 
							Rasûl ile beraber yürüseydim" 
							der. 
							Şuara 
							Sûresi (26) /102: 
							"Keşke 
							geri dönebilsek 
							de 
							(hakikate) iman etmenin getirisini elde etsek."
							 
							Ahzâb 
							Sûresi (33) /66:
							Vechlerinin (şuurlarının) o ateşe 
							dönüşeceği (pişmanlıkla yanacakları) o 
							süreçte: "Yazıklar olsun bize! 
							Keşke 
							Allah'a itaat etseydik, keşke O Rasûl'e itaat 
							etseydik" 
							derler. 
							Yâsîn 
							Sûresi  (36) /26: 
							(Ona): "Cennete dâhil ol!" denildi... Dedi ki: "Keşke 
							halkım bileydi..." 
							Zümer 
							Sûresi (39) /58:
							Yahut azabı gördüğünde şöyle der: "Keşke 
							bir kere daha 
							(bedenle 
							yaşama) sahip olsam da, muhsinlerden olsam." 
							Zuhruf 
							Sûresi (43) /38: 
							Nihayet bize geldiğinde: "Keşke 
							benimle senin aranda iki doğunun uzaklığı 
							
							(ulaşılmaz mesafe) olsaydı... 
							Ne kötü bir arkadaşmışsın!" dedi. 
							Hâkka 
							Sûresi (69) /25:
							Yaşam bilgisi kayıtları (kitabı) solundan 
							oluşmuş olana gelince; o da şöyle der: "Keşke 
							bana kayıtlarım hiç verilmeseydi!" 
							Hâkka 
							Sûresi (69) /27: 
							"Keşke (bu aşamaya gelinmeden) iş bitmiş olsaydı!" 
							Nebe 
							Sûresi (78) /40:
							Doğrusu biz sizi yakın bir azap (ölüm) ile 
							uyardık! O gün kişi, ellerinin (kendine) ne 
							takdim ettiğine bakar; hakikat bilgisini inkâr eden 
							de şöyle der "Keşke 
							toprak olsaydım!"
							 
							Fecr 
							Sûresi (89) /24:
							"Keşke 
							hayatım 
							(şu 
							yaşamım) için önceden yararlı şeyler yapsaydım!" 
							der.  
							(Ahmed HULÛSİ -
							
							
							YANSIMALAR 
							- ”B” Kapsamında Kurân’a Bakış) 
							
							Hadisler: 
							2094 - 
							Yine Hz. Enes (r.a.) anlatıyor:  
							—Rasûlullah 
							(s.a.v)'e üzerinde sarılık izi bulunan bir adam 
							geldi. 
							
							Rasûlullah 
							(s.a.v) hoşlanmadığı bir hususu, insanların yüzüne 
							nâdiren vurduğu için (sesini çıkarmadı). Adam oradan 
							kalkıp gidince:  
							—Keşke 
							bu adama, üzerindeki şu şeyi yıkamasını 
							söyleseydiniz, 
							dedi. 
							693 – 
							(Uzun olan bu Hadis’in tamamı Kütüb-i Sitte’de 693 
							numara ile mevcuttur.) 
							Said İbnu Cübeyr 
							anlatıyor: 
							… 
							Hızır (aleyhisselam), 
							Hz. Musa'ya: 
							—Artık birbirimizden 
							ayrılma zamanı geldi. Şimdi sana sabredemediğin 
							şeylerin te'vilini haber vereceğim, dedi. 
							
							Rasûlullah 
							(s.a.v) bu ara ilave etti: 
							—Allah 
							Musa'ya rahmet buyursun. Keşke, Hz. Hızır'la 
							beraberliğe sabretseydi de maceralarını bize 
							nakletseydi, bunu ne kadar isterdim! 
							Ravi devam ediyor: 
							Resûlullah (s.a.v) buyurdular ki:  
							—Birinci (soru)su 
							Musa'nın bir unutması idi. Bir serçe gelerek geminin 
							kenarına kondu. Sonra denizden gagasıyla su aldı. 
							Hz. Hızır bunu göstererek Hz. Musa'ya; 
							 
							—Bak, dedi. Benim ve 
							senin ilmin ve diğer mahlûkatın ilmi, Allah'ın 
							ilminden, şu kuşun denizden eksilttiği kadar 
							eksiltir. 
							5455 - 
							İbnu Amr İbni'l-As (r.a.) anlatıyor: 
							 
							—Medine’de doğan bir 
							adam Medine'de ölmüş idi. 
							
							Rasûlullah 
							(s.a.v) namazını kıldırdı, sonra da: 
							 
							—Keşke 
							doğduğu yerden başka bir yerde ölseydi! 
							buyurdu. Oradakiler: 
							—Niçin? diye sorunca 
							açıkladı: 
							—Kul doğduğu yerin 
							dışında ölürse, cennette doğduğu yerle eserinin 
							kesildiği (ecelinin geldiği) yerin arası mukayese 
							edilir! 
							1712 - 
							Kasım İbnu Muhammed anlatıyor:  
							Hz. Aişe (r.a.) bir 
							gün hastalanmış:  
							—Vay başım, 
							(ölüyorum)! demişti.  
							Hz. 
							Rasûlullah 
							(s.a.v) (şaka olsun diye):  
							—Keşke 
							bu ben sağken olsa, sana istiğfàr eder, dua 
							ediveririm! 
							dedi.  
							Bunun üzerine Hz. 
							Âişe (r.a.) birden parladı:  
							—Vay başıma gelen. 
							Vallahi görüyorum ki ölmemi istiyorsun. Ben 
							öleceğim, sen de akşama zevcelerinden biriyle baş 
							başa kalacaksın ha! dedi. 
							Resûlullah (s.a.v) 
							(sözü değiştirerek) dedi ki:  
							—Bilakis ben 
							ölüyorum, vay başım! Ebü Bekir'e ve oğluna biriniz 
							gönderip (benden sonra hilâfet hususunda "ben daha 
							lâyığım" iddia veya temennisinde bulunacaklara 
							karşı) yerime geçeceği tesbit etmek istemiştim. 
							Sonradan (kendi kendime: "Böyle bir iddiayı Ebû 
							Bekir dışında kim yaparsa) Allah kabul etmez, 
							mü'minler de reddederler" dedim (ve vasiyet 
							yapmaktan vazgeçtim)." 
							4419 - 
							Abdullah İbnu Ömer r.a.) anlatıyor: 
							 
							-(Rüyamda) elimde 
							bir istibrak parçası gördüm. Cennette her nereye 
							istedi isem bu parça beni (bir kanat gibi) oraya 
							uçuruyordu. Rüyamı (kızkardeşim) Hafsa'ya anlattım. 
							O da Resûlullah (s.a.v)'e anlatmış. 
							
							Aleyhissalatu vesselam, 
							Hafsa'ya:  
							—Kardeşin Abdullah 
							(Allah'ın ve kulların hakkına riayet eden) salih bir 
							insan, 
							keşke 
							geceleyin de namaza kalksa! 
							buyurmuş.  
							Ben bu vak'adan 
							sonra gece namazını hiç bırakmadım." 
							4427 - 
							Ebu Musa (r.a.) anlatıyor:  
							—Rasûlullah 
							(s.a.v) buyurdular ki:  
							—Keşke 
							dün akşam senin kıraatini dinlerken beni bir 
							görseydin! 
							Gerçekten sana, Hz. Dâvud'un mizmârlarından bir 
							mizmâr verilmiş. 
							7006 - 
							Hz. Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor:  
							—Bir adamı akrep 
							sokmuştu. O gece acıdan uyuyamadı. 
							
							Resûlullah 
							(s.a.v)’e:  
							—Falancayı akrep 
							soktu, bu yüzden geceleyin hiç uyuyamadı, diye haber 
							verilmişti. Şöyle buyurdular:  
							—Keşke 
							akşamleyin şu duayı okusaydı:
							Eûzu bikelimâtillahi't-tâmmâti min şerri mâ 
							halaka" (Yarattığının şerrinden Allah'ın 
							mükemmel kelimelerine sığınırım)" deseydi, akrebin 
							sokması sabaha kadar ona zarar vermezdi. 
							6551 - 
							İbnu Abbas (r.a.) anlatıyor:  
							—Hz. Aişe ensardan, 
							bir yakını kızcağızı evlendirmişti. Rasûlullah 
							gelince:  
							—Genç kızı 
							(kocasına) gönderdiniz mi? diye sordu. Evdekiler: 
							—Evet! Deyince: 
							—Kızla birlikte bir 
							de çalgıcı gönderdiniz mi? dedi. Onlardan: 
							—Hayır, göndermedik, 
							cevabını alınca, 
							
							Aleyhissalatu vesselam:
							 
							—Ensar, aralarında 
							gazel okuma âdeti mevcut olan bir cemaattir. 
							Keşke 
							onlara:
							
							"Size 
							geldik, size geldik, size selam bize selam" 
							deyiverecek birini gönderseydiniz, 
							buyurdular. 
							3248 - 
							Avf İbnu Malik (r.a.) anlatıyor:  
							—Rasûlullah 
							(s.a.v), bir gün elinde âsası olduğu halde çıktı. 
							Adamın biri çürüklü bir hurma salkımı asmış idi. 
							Aleyhissalatu vesselam salkıma değneğini dürtüyor 
							ve:  
							—Bu sadakanın 
							sahibi, 
							keşke 
							bundan daha iyisini tasadduk etmek isteseydi. 
							Bu sadakanın sahibi, Kıyamet günü çürük hurma 
							yiyecek, diyordu. 
							3265 - 
							Meymune (r.a.) anlatıyor:  
							-Rasûlullah (s.a.v)’ 
							dan izin almadan bir cariye azad ettim. 
							Rasûlullah'ın benimle kalma günü gelip, beraber 
							olduğumuz zaman:  
							—Ey 
							Allah'ın 
							Rasûlü, 
							câriyemi azad ettim, farkettiniz mi? dedim. 
							 
							-(Sahi mi 
							söylüyorsun), bunu yaptın mı?' dedi. Ben; 
							—Evet!' deyince:
							 
							—Keşke 
							onu dayılarına verseydin, 
							senin için daha hayırlı olacaktı! buyurdular." 
							6135 - 
							İbnu Abbâs (r.a.)'ın anlattığına göre: 
							"Bir adam başından 
							yaralanmıştı, bilahare ihtilam sebebiyle cünüp oldu. 
							Kendisine gusletmesi emredildi, o da yıkandı, 
							hastalanıp öldü. Bu haber Aleyhissalâtu vesselâm'a 
							ulaşınca:  
							—Onu öldürdüler, 
							sebep olanların Allah belalarını versin! Cehaletin 
							ilacı sormak değil mi (niye sormadan fetva 
							verdiler?) buyurmuştur.  
							Atâ der ki: 
							 
							—Bize ulaştığına 
							göre, 
							
							Rasûlullah 
							(s.a.v): 
							—Keşke 
							bedenini yıkayıp başının yaralı yerini bıraksaymış, 
							buyurmuştur. 
							4236 – 
							(Hudeybiye Savaşı ile ilgili bu bölüm, Kütüb-i 
							Sitte’de tafsilatlı olarak yer almaktadır. Hadisin 
							tamamı oradan okunabilir.) 
							… 
							…Adam, Aleyhissalatu 
							vesselam'a gelince:  
							—Vallahi arkadaşım 
							öldürüldü! Beni de öldürecek! dedi. Ebu Basir r.a. 
							da geldi.  
							—Ey Allah'ın Resûlü! 
							Allah senin zimmetini (taahhüdünü) yerine getirdi, 
							beni onlara iade ettin. Allah beni onlardan tekrar 
							kurtardı, dedi.  
							
							Aleyhissalatu vesselam:
							 
							—Harbi 
							kızıştıranın anası ağlar. Keşke ona bir kişi daha 
							olsa! 
							cevabını verir.  
							Ebu Basir bu sözü 
							işitince anlar ki, Aleyhissalatu vesselam onu yine 
							iade edecek. Hemen oradan çıkıp deniz kenarına gelir 
							(İs denen bir yere yerleşir).  
							4506 - 
							Hz. Enes r.a.) anlatıyor:  
							—Resûlullah (s.a.v) 
							buyurdular ki:  
							-Ezd kabilesi, 
							Allah'ın yeryüzündeki ordusu (ve dininin 
							yardımcıları)dır. Halk onları alçaltmak ister, Allah 
							ise onları yüceltir. İnsanlar üzerine öyle bir zaman 
							gelecek ki, 
							o 
							zaman kişi:  
							"Keşke 
							babam Ezdi olsaydı! Keşke annem de Ezdi olsaydı! 
							diye temennide bulunacak." 
							5527 – 
							(Bu Hadis’in tamamı Kütüb-i Sitte’de “Vahyin 
							Başlangıcı” bölümünde anlatılmaktadır.) 
							—Ey amcamoğlu! 
							Kardeşinin oğlunu bir dinle, ne söylüyor! dedi.
							 
							Varaka, 
							Aleyhissalâtu vesselâm'a: 
							—Ey kardeşimin oğlu! 
							Neler de görüyorsun?" diye sordu.  
							Aleyhissalâtu 
							vesselâm gördüklerini anlattı. 
							Varaka 
							da O'na: 
							—Bu gördüğün 
							melektir. O Hz. Musa'ya da inmiştir. 
							Keşke 
							ben genç olsaydım (da sana yardım etseydim); keşke, 
							kavmin seni sürüp çıkardıkları vakit hayatta 
							olsaydım! 
							dedi. Rasûlullah (s.a.v): 
							—Onlar beni buradan 
							sürüp çıkaracaklar mı? diye sordu. Varaka: 
							—Senin getirdiğin 
							gibi bir din getiren hiç kimse yok ki, O'na husumet 
							edilmemiş olsun! O gününü görürsem, sana müessir 
							yardımda bulunurum! dedi. Ancak çok geçmeden Varaka 
							vefat etti ve vahiy de fetrete girdi (Kesildi). 
							6413 - 
							Hüseyin İbnu Ali İbni Ebi Talib r.a. anlatıyor:
							 
							—Rasûlullah (s.a.v)'ın 
							oğlu Kasım vefat edince 
							Hz. 
							Hatice r.a:
							 
							—Ey Allah'ın Resulü! 
							Kasım'ın sütü taştı. 
							Keşke 
							Allah ona, süt çağını tamamlayacak kadar ömrünü 
							uzatsaydı, 
							dedi.  
							Aleyhissalatu 
							vesselam, bunun üzerine:  
							—O süt devresini 
							cennette tamamlayacak! buyurdular. Hz. Hatice:
							 
							-Ey Allah'ın 
							Resulü!, Şayet bunu bilseydim, çocuğun ölümü, 
							nazarımda hafiflerdi, dedi. Aleyhissalatu vesselam: 
							—Dilersen Allah'a 
							dua edeyim de sana onun sesini işittireyim, dedi.
							 
							Ancak Hz. Hatice:
							 
							—Hayır! Ey Allah'ın 
							Resulü! Allah ve Resulünü tasdik ediyorum, dedi. 
							1407 - 
							Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor:  
							—Sevde (r.a.), 
							Rasûlullah (s.a.v)'dan Müzdelife'den geceleyin ifâza 
							yapmak için izin istedi. Sevde iri, ağır yürüyen bir 
							kadındı. Rasûlullah (s.a.v) ona izin verdi. 
							Hz. Aişe 
							(r.a.):  
							—Keşke 
							ben de onun gibi izin istemiş olsaydım, 
							diye hayıflanırdı. (Vaktiyle izin almamış olduğu 
							için) O, hep imamla birlikte ifâzada bulunurdu.
							 
							4733 - 
							Müslim rahimehullah'ın bir rivayetinde (Huzeyfe 
							r.a.) anlatıyor:               -Resûlullah (s.a.v)'i 
							işittim. Demişti ki:  
							—Fitneler, tıpkı 
							(kamışlardan örülen) hasır gibi, (insanların 
							kalbine) çubuk çubuk atılır. Hangi kalbe bir fitne 
							nüfuz ederse onda siyah bir leke hâsıl olur. Hangi 
							kalp de onu reddederse onda beyaz bir benek hâsıl 
							olur. Böylece iki ayrı kalp ortaya çıkar: Biri 
							cilalı taş gibi bembeyazdır; dünyalar durdukça buna 
							hiçbir fitne zarar vermez. Diğeri ise, alaca 
							siyahtır. Tepetaklak duran testi gibidir; bu kalp, 
							ne iyiyi iyi bilir, ne de kötüyü kötü. O, hevadan 
							(beşeri değerlerden) kendisine ne yutturulmuşsa, onu 
							(hak veya batıl) bilir."  
							Bu rivayette Huzeyfe 
							(r.a.) der ki:  
							-(Ey Ömer!) Seninle 
							o fitne arasında kapalı bir kapı vardır, kırılması 
							yakındır!  
							Hz. Ömer 
							atıldı:  
							—Ey babasız 
							kalasıca! 
							O 
							kırılacak mı? Keşke açılsaydı. 
							Böylece tekrar (kapatılarak eski normal hale) 
							dönülürdü! 
							Huzeyfe der ki:
							 
							—Ben ona bu kapı ile 
							öldürülcek veya ölecek bir şahsın kinaye edildiğini 
							bildiren bir hadis söyledim. Mugalâta (ve efsane 
							anlatıp boş laf) etmedim.  
							…  
							4957 – 
							(Bu Hadis’in tamamı Kütüb-i Sitte’de; Hz. İbrahim as 
							ile Hz. İsmail as. kıssaları bölümünde 
							anlatılmaktadır.) 
							… 
							Ayağının ökçesi 
							-veya kanadıyla- yeri eşeliyordu. Nihayet su çıkmaya 
							başladı. Kadın (boşa akmaması için) suyu eliyle 
							havuzluyordu. Bir taraftan da sudan kabına doldurdu. 
							Su ise, kadın aldıkça dipten kaynıyordu. 
							 
							İbnu 
							Abbas (r.a.) 
							dedi ki:  
							—Allah İsmail'in 
							annesine rahmetini bol kılsın, 
							keşke 
							zemzemi olduğu gibi akar bıraksaydı da 
							avuçlamasaydı. 
							Bu takdirde (zemzem, kuyu değil) akarsu olacaktı.
							 
							Kadın sudan içti, 
							çocuğunu da emzirdi.  
							660 - 
							İbnu Mes'ud (r.a.) anlatıyor:  
							—Bir adam gelerek:
							 
							—Ey Allah'ın Rasûlü! 
							Ben şehrin öbür tarafında bir kadına elledim, cima 
							yapmaksızın onunla nefsimi tatmin ettim. Ve işte ben 
							buradayım, istediğin cezayı ver, dedi. 
							Hz. Ömer 
							atılarak:  
							—Allah 
							seni örtmüş, keşke sen de kendini örtüp 
							açıklamasaydın, 
							dedi.  
							Rasûlullah (s.a.v) 
							hiçbir cevap vermedi. Adam kalkıp gitti. Resûlullah 
							(s.a.v) peşine bir adam göndererek onu çağırtıp şu 
							ayeti okudu:  
							"Gündüzün 
							iki ucunda ve gecenin gündüze yakın zamanlarında 
							namaz kıl. Doğrusu iyilikler kötülükleri giderir... 
							Bu, öğüt kabul edenlere bir öğüttür"
							(Hûd 
							/114) Bunun 
							üzerine bir adam:  
							—Ey Allah'ın Resulü 
							bu hüküm sadece soru sahibi için mi (başkasına da 
							şâmil mi)? diye sordu. Rasûlullah (s.a.v): 
							 
							—Herkes için, 
							cevabını verdi. 
							828 - 
							Abdullah İbnu Selâm (r.a.) anlatıyor: 
							 
							—Kendi aralarında 
							müzâkere eden bir grup 
							Ashâbın 
							arasında oturuyordum. 
							—Keşke, 
							diyorlardı Allah nazarında hangi amelin daha muteber 
							olduğunu bilsek de onu yapsak.  
							Bunun üzerine şu 
							mealdeki âyet nâzil oldu:  
							
							"Göklerde
							
							ne 
							var, yerde ne varsa hepsi Allah'ı tesbih ve tenzih 
							etmektedir. O, gâlib-i mutlaktır, yegâne hüküm ve 
							hikmet sahibidir. Ey imân edenler, yapamayacağınız 
							şeyi niçin söylersiniz? Yapamayacağınızı söylemeniz, 
							en şiddetli bir buğzu 
							(davet 
							etmiş olmak) bakımından Allah indinde büyüdü"
							(Saff 
							/1–3). 
							Rasûlullah (s.a.v) yanımıza gelerek vahyi okudu. 
							
							Bir kimse öbür şahsın kabri yanından geçerken: 
							“Keşke 
							bu kabirde yatan ben olsaydım..”
							diye 
							temenni etmedikçe kıyâmet kopmaz... 
							(Sahihi Buhârî ve 
							Müslim) (Ahmed 
							HULÛSİ – 
							MUHAMMED MUSTAFA -2
							/ 
							Kıyamet 
							alametleri - Sayfa:32) 
							Allah, seni kimlerle 
							bir arada bulunduruyor, ne ile meşgul ediyorsa, onun 
							sonucu bir amaç için yaratıldığının müjdesi veya 
							felâket haberi var.. 
							Böyle düşününce, enteresan şeyler geliyor insanın 
							aklına!.. 
							… 
							İşte bütün bunları 
							kavradıktan sonra, 
							"Keşke" 
							sözcüğünün anlamını kafanızdan silin!. 
							Sana ulaşan her şey, 
							senin hakkında takdîr olunan şeydir ki, ulaşmaması 
							mümkün değildir 
							"Keşke 
							bu hatayı yapmasaydım da bu sonuç olmasaydı!"
							demek 
							boşuna!.. Hayır!. Sen, o hatayı yapacaksın ve o 
							sonuç olacak!. Çünkü, ondan alınacak çeşitli dersler 
							var. Sende mevcut olan bazı duygular böylece 
							törpülenecek!.. Yaradılış amacındaki noktaya ancak 
							öylece ulaşabilirsin, başka türlü mümkün değil!..
							(Ahmed 
							HULÛSİ – 
							HZ. MUHAMMED NEYİ OKUDU 
							/ 
							Sisteme 
							dair bir açıklama – Sayfa:238) 
							Ebû Hureyre 
							radıya’llâhu anh, Rasûlullah salla’llâhu 
							aleyhi ve sellem şöyle buyurdu, dedi: 
							—Her birinde hayır 
							olmakla beraber, Allah’a göre kuvvetli mü’min zâif 
							mü’minden daha hayırlı ve sevimlidir. Sana yararlı 
							şeyler üzerinde hırs ile çalış, Allah’dan yardım 
							iste acze düşme. 
							EĞER SANA BİR ŞEY, 
							BİR MÜSÎBET GELİP İSABET EDERSE, 
							"KEŞKE”
							ben böyle yapmasaydım, böyle olurdu" 
							deme!.. Fakat, 
							-Allah BÖYLE TAKDİR 
							ETMİŞ, O DİLEDİĞİNİ YAPAR!.." de. Zîrâ bu 
							"KEŞKE"(...seydim) 
							kelimesi şeytanın amelini açar!..
							 
							(Ahmed HULÛSİ
							– 
							İNSAN VE SIRLARI – 2
							
							/ 
							Kur’an’ı Kerim ve hadislerde “Kader” anlatımı 
							- Sayfa:91)  
							Hazreti Rasûlullah "KEŞKE" 
							demeyi şeytan ameli olarak nitelemiştir. Bunun 
							manâsını çok düşünmek ve bu hususu iyi anlamak 
							mecburiyetindeyiz. 
							(Ahmed HULÛSİ 
							– 
							DUA VE ZİKİR / 
							
							Kader - 
							Sayfa:30) 
							Takdir edilen 
							yaşanacaksa…. 
							Bir deli kuyuya bir 
							taş atar; kırk akıllı çıkaramaz!. 
							Hasbelkader, bir 
							yere gelmiş üç-beş kişi, milyonlarca insanın göğünü 
							karartır!. 
							Kararan gök ise, 
							milyonların yaşaması gerekeni getirecektir!. 
							Üç-beş piyon  
							yalnızca görevini yapmıştır; yaptıklarının sonucunu 
							yaşayacaktır elbet!… Ama bu, hiç bir zaman 
							milyonların kararan göğünü aydınlatmaz! 
							Ameliyat 
							masasındayken, KEŞKE kangren 
							olmasaydım, diye yakınmanın faydası yoktur! 
							Gerçekçi ve 
							objektif 
							değerlendirme yapabilmek ender insanlara verilmiş 
							olan bir nimettir.
							(Ahmed HULÛSİ – 
							MESAJLAR /
							
							Sayfa:41) 
							“AY”ın 
							aptalı, “niye Güneş değilim, ışığım kendimden 
							değil; niye beni, ben olarak değil, Güneş’ten 
							yansıyan ışığım için seviyorlar” diye 
							yakınırmış!. 
							Bilmezmiş ki, 
							gezegenlerin ışığı Güneş’le kaimdir!. 
							Haddini bilen 
							mehtap, hem kendisi mutlu olur; hem de insanları 
							gecenin karanlığında nura kavuşturur. 
							Keşke 
							(!?), Allah Rasûlü yörüngesinde bir ay olabilseydim.
							 
							(Ahmed HULÛSİ
							– 
							MESAJLAR / 
							
							Sayfa:64) 
							Hemen bir Hadîs-i 
							Şerîfi hatırlayalım: 
							—Ölen her kişi 
							pişmanlık duyar. 
							
							Cennetlikler, keşke daha yapsaydık, diyerek; 
							cehennemlikler de yapmadıklarından dolayı.
							 
							Konuyu bu açıdan 
							incelersek, görürüz ki, herkes, ya yapmayıp 
							terkettiklerinden dolayı pişmanlık duyacaktır veya 
							terkettikleri yüzünden!.. 
							Ya da yeterli 
							nisbette çalışmamasından dolayı!.. 
							Bütün bunlara 
							ilâveten bir de Allah’ı bilmemenin, bulmamanın ve 
							erememenin getireceği pişmanlık vardır ki bunun 
							üzüntüsünün haddi hesabı olmaz. 
							Ölümötesi yaşama 
							intikâl etmiş bir kişi için, "vuslâta ermeden 
							gitmenin" getireceği eksiklik kadar büyük ve 
							korkunç bir eksiklik düşünülemez. Bunun çok 
							minyatürize edilmiş misâlini vermek gerekir ise, 
							şöyle bir benzetmeden söz edebiliriz: 
							Bir hapishanedeki en 
							zavallı ve eziyet gören mahkûmu düşünün, bir de 
							yeryüzündeki tüm insanlara ve mahlûkata hükmeden 
							insanı düşünün. 
							Biri, kendi 
							hakikatından mahrum kişinin hâlidir, diğeri de 
							Allah’a ermiş kişinin hâli. Hiç mukayese edilebilir 
							mi..? (Ahmed 
							HULÛSİ – 
							GAVSİYE AÇIKLAMASI /
							
							
							Sayfa:114,115) 
							
							-KEŞKE BEN BÖYLE YAPMASAYDIM,
							
							BÖYLE OLURDU 
							!.. 
							DEME... 
							 
							—ALLAH BÖYLE TAKDİR 
							ETMİŞ O DİLEDİĞİNİ YAPAR; DE... ZİRA 
							KEŞKE
							
							KAVRAMI 
							ŞEYTAN AMELİNE YOL AÇAR." 
							Şimdi dikkat ediniz, 
							bu Rasûlullah uyarısı, hayatımızın her döneminde, 
							günün her anında, bize ışık tutması yön vermesi 
							gereken bir işarettir.  
							Pek çok olayda hemen 
							şunu söyleriz...  
							keşke bunu 
							yapmasaydım!... Veya; keşke şunu yapsaydım da böyle 
							olmasaydı!.  
							İşte Hz. 
							Rasûlullah aleyhisselam bu düşünceyi kesinlikle 
							reddediyor!...  
							Diyor ki; 
							 -"Keşke" 
							kavramı şeytan ameline yolaçar. 
							Yani, şeytani düşünceye yol açar!. 
							 
							Çünkü ALLAH takdir 
							ettiği içindir ki, senden veya ondan o fiil meydana 
							gelmiştir!... Ve o fiilin meydana gelmemesi de asla 
							mümkün değildir!.  
							O takdir edilmiş ve 
							öyle olacaktı; ve oldu!.  
							O işin öyle olmaması 
							kesinlikle düşünülemez!.  
							İşte bu sebepledir 
							ki, " keşke " kelimesini ve 
							kavramını yasaklıyor, Hz. Rasûlullah 
							aleyhisselam. 
							"Ben 
							keşke demiyorum ki, yapmasaydım
							diyorum"...?  
							"dım" 
							takısı " keşke " kavramının bir 
							başka ifadesidir... 
							Kendimizi aldatmayalım!. 
							Yani, bu idraka 
							göre, içinde yaşadığın anın gerisinde cereyan etmiş 
							olan, hangi olay olursa olsun; senin, "keşke 
							bunu yapmasaydım" 
							demeğe hakkın yoktur.  
							Kime göre?...islâm 
							dinini bize tebliğ eden Hz. Rasûlullah 
							aleyhisselama göre!. O`na inanıyorsan, senin böyle 
							bir şey demeye hakkın yoktur.  
							Senin kendi namına,
							"
							keşke böyle yapmasaydım", 
							demeye hakkın olmadığı gibi; karşındaki için de "böyle 
							yapmasaydı bu olmazdı" 
							demeğe hakkın yoktur!..  
							Ya, Rasûlullah'a 
							iman et, karşındakine "böyle yapmasaydın 
							bu iş böyle olmazdı" demeyi terket !. 
							 
							Ya da, "ben 
							Peygambere inanmıyorum, benim aklım yatmıyor 
							öğretisine", de; herkesi geçmişinden 
							dolayı suçlamaya devam et!. 
							Bu ikisinin dışında 
							başka bir görüş yok.. 
							(Ahmed HULÛSİ 
							’de Kavramlar
							
							– Kader / 
							Mahlûkatın kaderini kim yazıyor?) |