|
ASLAN
- TİLKİ VE EŞEK (birinci bölüm)
Çiftçinin
birisinin bir eşeği vardı. Beli yaralı, zamanının hemen tamamına
yakınında aç olduğundan, bir deri bir kemik kalmış, arık mı arık,
dolaşır durur otsuz kayalıklarda...
Sudan başka bir şey bulunmayan bu çevrelerde aranır, gece gündüzü
matem içinde geçer, lakin ümidini de kaybetmezdi. Oraya fazla uzak
olmayan bir yerlerde, içerisinde kamışlık da bulunan bir orman
vardı, tabii ki kralı aslanıyla birlikte.
Aslan, bir erkek fil ile savaşmış, yorgunluktan hasta düşmüş,
avdan kalmıştı. Avlanamayınca da; onun bıraktığı artıklarla
beslenen bir çok hayvan da yiyeceksiz kalmış, dara düşmüşlerdi.
Aslan;
tilkilerin en kurnazını çağırdı, dedi ki:
- Var git, bir eşek yahut öküz ara. Ona maval oku, kandır buraya
getir. Yersem, gücüm kuvvetim yerine gelir, sonra başka avlar tutarım,
bir azıcığını kendim yerim, kalanlarını da sizler yersiniz. Bu
şekilde sizlerin de gıdalanmasına sebep olurum. Artık ne yaparsan
yap; afsunlar oku, güzel sözlerle aldat, yeter ki; buraya kadar
getir, gerisini bana bırak!...
Kutup aslandır, işi de avlanmaktır!. Bu halkın artakalanları;
onun artıklarını yer, beslenir. Kudretin yettiğince kutbun rızasına
çalış da; kuvvetlensin ki, vahşi hayvanları avlasın. Senden av
isterse bunu gözet; çünki halkın bulabildiği, ancak onun artığıdır.
O; akıl gibidir, halk ise, bedende ki uzuvlara benzer. Beden, akla bağlıdır.
Kutbun zayıflaması ten cihetinden olur, ruh bakımından değil.
Gemi zayıflar ama, Nuh zayıflamaz. Kutup o kimsedir ki; kendi etrafında
döner, amma; gökler de onun çevresinde döner!.. Allah:
"Allah’a yardım ederseniz, yardıma erersiniz!.."
buyuruyor. Tilki gibi av avla da ona feda et, bu suretle yaptığının
binlerce misline kavuşursun. Bostana dökülen gübrenin, mahsulü
geliştirmesi gibi, onun önüne de gelen, ölü olsa dirilir.
Tilki, aslana:
- Emriniz baş üstüne. Hileler dizmek, afsun okumak benim işimdir!..
Zaten işim; bunları yaparak, halkı doğru yoldan çıkarmaktır.
Onların aklını başından alır, siz padişahımıza hizmette
bulunuruz!... Dedi, uzaklaştı, bir solukta kayboldu ortalıktan. Çok
aramaya hacet kalmadan o yoksul ve zayıf eşeği buldu. Candan bir
selam vererek yanına geldi:
- Kayalıklardan başka bir şey yoktur, bu kuru yerlerde ne yapıyorsun,
dedi. Eşek dedi ki:
- İster gamda olayım, ister cennette!.. Kısmetimi Allah veriyor,
ben de O’na şükrediyorum. Dosta; hayır zamanında şükrederim,
şer zamanında da hamdederim.. Çünki kaza ve kaderde beterin beteri
de vardır!.. Madem ki, rızıkları taksim eden O.. Şikayet küfürdür!.
Sabır gerekir. Sabır; genişliğe kavuşmanın anahtarıdır. Dost
O’ dur!.. Başka her şey düşmandır. Şu halde; düşmana, dost
şikayet edilir mi? Bana ayran verirse bal istemem. Çünki her
nimetin bir gamı vardır!... Bak sana bir kıssa anlatayım: Bir
arkadaşım vardı, su taşırdı devamlı, çünki sahibi saka idi.
Zorluktan beli yay gibi eğilmiş, iki büklüm olmuştu. Ağır yükün
tesiriyle sırtında yüzlerce yara açılmıştı. Ölüme âşıktı
adeta! Yem mi?.. Bazen biraz saman, bazen azıcık kuru ot. Arpa
nerede?!.. Karnının yarısı dahi doymaz, sırtının yaralarının
acısı ciğerlerine işlerken; sahibinin demir şişle nodullaması
ise, yaraların üzerine tuz biber eker, ölümü arar dururdu. İmrahor
görür, acır. Sahibiyle de dost olduğundan:
- Sen bu eşeği bir kaç günlüğüne bana ver, padişahın ahırına
çekeyim, kuvvetlensin orada, dedi. Adam eşeğini o merhametli kişiye
verdi. O da onu, padişahın ahırına bağladı. Hepsi bir birinden
semiz, tavlı, güzel Arap taylarını gördü. Yerler süpürülüp
sulanıyor, arpa, saman tam vaktinde geliyor... Bir tımar yapılıyor
ki!.... Değme gitsin!.. Aklı başından gitti sanki, başını göğe
kaldırdı(!), dedi ki:
- Ey Ulu Allah’ım: Tutalım ki eşeğim!.. Senin mahlûkun değil
miyim?.. Neden böyle perişanım, neden sırtım yaralı, neden zayıfım?..
Geceleri sırtımın acısından, karnımın açlığından her an ölümü
istiyorum!.. Bu atların halleri böyle mükemmel iken; peki, azap ve
bela, neden yalnız bana mahsus?.. Derken ansızın savaş koptu. Arap
atlarına eğerleri vurup, savaşa yolladılar. Düşmandan oklar
yediler, temreler saplandı her bir yanlarına. Gelerek perişan bir
halde ahıra düştüler. Sıra sıra dizilen nalbantlar; önce
ayaklarını sağlam iplerle bağladılar, hançerlerle bedenlerini
yararak yaraları temizlediler, temreleri ayıklayıp, çıkardılar.
Eşek bunları görünce dedi ki:
- Ya Rabbi: Ben yoksullukla süregeldiğim şu afiyete razıyım. O gıdaları
da istemem, o yaraları da!.. Âfiyet dileyen, dünyayı terk eder!..
Tilki dedi ki:
- Bak: Allah’ın emrine uyup, helal rızık aramak farzdır. Bu alem
sebepler alemidir. Sebepsiz hiç bir şey elde edilemez, onun için
mutlaka "dilemek" lazımdır. Nebi, rızık için: "
Kapısı bağlıdır, kapısında kilit vardır.." buyurmuştur.
O kilidin anahtarı bizlerin hareketidir. Kapı anahtarsız açılmayacağından,
istemeden ekmek vermek de Allah’ın âdeti değildir!.. Eşek dedi
ki:
- O senin dediğin Allah’a dayanmanın zayıflığındandır. Can
veren, ekmeğini de verir. Kim sabrederse rızkı gelir, yetişir. Çalışıp,
çabalama zahmetine düşmen senin sabırsızlığındandır. Tilki
dedi ki:
- Allah’a dayanma nadir bulunur. Bunu da pek az kimse başarabilir.
Nadir olanın peşine düşmek bilgisizlikten kaynaklanır. Herkes
nereden padişahlığa yol bulacak? "Kanaat hazinedir" demiş
Nebi. Herkes gizli hazineye ulaşabilir mi? Haddini bil, öyle yükseklerden
uçma!... Eşek dedi ki:
- Bunu ters söylüyorsun. Bil ki; kötülük insana tamahtan gelir.
Kanaat etmekten kimse ölmemiştir!.. Hırs ile de kimse padişah
olmamıştır!.. Şu bulut ile yağmur; insanın kazancı sonucu mu
oluşur?. Allah; köpeklerle, domuzlara dahi rızkı esirgememekte!..
Sen nasıl rızkına düşkünsen, rızık da; rızık yiyene öyle düşkündür!..
Bak bir mesel anlatayım sana, kulaklarını iyice aç da, öyle
dinle: Bir zahit: Nebinin; "Herkesin rızkı Allah’tandır...
Dilesen de, dilemesen de rızkın senin aşkınla koşa koşa gelir,
seni bulur!.." sözünü duymuştu.
- Sa’yi gayretim olmadan rızkım bana nasıl gelir?.. Şunu
bir deneyeyim de, inancım kuvvetlensin, kalbim mutmain olsun!.. Dedi.
Gitti, kimselerin uğramadığı kuytu bir yere yattı. Bu sırada
yolunu kaybeden bir kervan, adamın yattığı yere kadar geldi, onu
uyur vaziyette görünce:
- Bu adam neden şehirden, köyden uzak,vahşi hayvanlardan korkmadan,
çıplak durumda yatıyor?.. Ölü mü, diri mi acaba?.. diye sordu içlerinden
biri. Merak ettiler,yokladılar, ayıltmaya çalıştılar, başaramadılar.
Bunun üzerine:
- Zavallı!... Açlıktan ölüm haline gelmiş!... Ne bir yerini
oynatabiliyor, ne de gözlerini açabiliyor... dediler, ekmek ve yemek
getirdiler, ağzına vermek istediler, lakin başaramadılar. (Zahit;
rızkın, insana çaresiz gelip yetişeceğine olan inancını tam
kemale ulaştırmak için, inadına dişlerini sıktı, yemeği yemek
istemedi.) Kervan halkı koşup bıçak getirdiler, ağzına dayayıp
zorla açtılar, çorbayı döküp, arada da ekmek parçalarını boğazına
doğru ittiler. Adam dedi ki:
- Gönül; susuyorsun ama, sırrı biliyorsun da, kendini naza çekiyorsun!...
Gönül cevap verdi:
- Biliyorum ki; canıma da rızık veren Allah’tır, tenime de. Bütün
bunları mahsustan yapıyorum. Bundan fazla sınama, deneme olur mu?
Bak, rızık sabredenlere ne güzel yetişiyor... Tilki dedi ki:
- Bırak bu hikayeleri de, elini az da olsa kazanca uzat. Allah sana
el vermiş, bir iş yap ta, kazancında dostun da yararlansın..
Herkes bir iş tutar; bir kişi her işi yapamaz. Neden?.. Herkes
ihtiyacını karşılamak için birer iş tutar.. Sünnet olan yol, çalışmak
ve kazanmaktır. Eşek dedi ki:
- Allah’a dayanmadan daha iyi bir kazanç bilmiyorum... Şükür rızkı
artırır... Konuşmaları uzadıkça uzadı. Bir neticeye ulaştıramadılar,
nihayet tilki dedi ki:
- "Nefislerinizi ellerinizle tehlikeye atmayın..." emrini
bilirsin. Böyle kayalık bir yerde sabretmek ahmaklıktır. Allah’ın
alemi geniştir. Gel sen çayırlığa göç. Irmak kenarında
yemyeşil otlarla gününü gün et. Orada ki hayvanlar rahat ve refah
içerisinde yaşamaktadır. Sen neden oradan nasip almayasın? Eşek,
eşekliğini gösterdi, akledemedi ki: Oralar böyle bolluk yerler de,
sen neden zayıfsın, anlattığın cennet misali yerlerin eseri sende
neden görünmüyor? Demeyi akledemedi.. Çayırlığın rengini,
kokusunu duyunca elinde ki delillerin hepsini unuttu, tilki ile çayırlığın
yolunu tuttu. Aslan uzaktan eşeğin geldiğini gördü, hırsı gözünü
kararttı, yanına kadar gelmesini beklemeden korkunç surette kükredi,
doğrulmak istedi fakat, kımıldayacak hali yoktu. Eşek uzaktan
gelen sesle irkildi, aslanı da görünce döndü arkasını nalları
kaldırdı, dağın eteğine kadar arkasına hiç bakmadan koştu.
birinci bölümün
sonu...
|