|
BORÇLU
Bedrettin
Ömer,Tebriz şehrinin muhtesibi idi. (Satılan mallardan vergi alan
memur, yahut polis veya belediye zabıtası görevini yapan
kimse.) Cömertlikte eşi, emsali yoktu. Hatta denebilir ki onun
sahaveti memleketin dört bir yanını tutmuştu. Öyle bir erdi ki; gönlü
adeta bir deniz, her kılı dahi sıfatını yansıtan numune gibi
idi. Birisine denizler dolusu iyilik yapsa, verdiğinden
utanır, onu insanlara layık görmezken; yapılacak olan en küçük
iyiliği de, kendisine yakıştıramazdı. Kapısına gelen asla boş
çevrilmez, ihtiyacı giderilirdi. Bir yoksul tam dokuz bin altın borçlanmış,
civar memleketlerden kalkarak Tebriz’e gelmişti, muhtesipten bir
kerem umarak. Zira duymuştu ki; o gariplerin
dostu, hatta akrabası gibi imiş... Arz etti durumunu, anlattı başından
geçenleri teker, teker. Muhtesip yanına aldı garibi, iş verdi.
Hakkettiğinden daha da fazlasını vererek kendisine, para
biriktirmesini sağlayıp, borcunu ödemesi için bir kapı açmıştı.
Garip, Tebriz’e geliş sebebini çıkarmış aklından, muhtesipten
alacağını umduklarına dayanarak, sağdan soldan tekrar borç
etmeye, aldıklarını da har vurup, harman savurmaya başlamıştı.
Borç verenlerin yüzü asılıyor, o ise; ululuklar, keremler bahçesinin
lütuf denizine dayanarak, kimsenin yüz ekşiliğine aldırış
etmeden, gül gibi gülüyordu. Bir gün Garip, muhtesibin evinin önünde
gördüğü kalabalığın sebebini
sorduğunda;
- O dost
vefat etti!.. Evvelsi gün dünya yurdundan göçtü!.. Bu gam yurduna
doymuştu zaten, gemisini sürdü, gitti!..
Güneş;gölgesine
sığınılanın, gölgesini dürüverdi, dediler.
Garip bunları duyunca öyle bir nara attı ki, kendinden geçti,
sanki o da muhtesibin ardından can verdi. Yüzüne gülsuyu
serptiler, sular saçtılar, yol arkadaşları üzüldüler haline ..
Geceye kadar kendine gelemedi, gece yarısına doğru canlandı ama,
yarı ölü halde...
Aklı başına
gelince yalvarmaya başladı Allah’a:
- Ya
rabbi!... Suçluyum, halka ümit bağladım .. Evet muhtesip çok cömert
idi ama, hiç de senin eşin olamaz!.. O külah bağışlar, sen; akıl
dolu baş verirsin!..
O kaftan
verir, sen; boy pos verirsin. O altın verir, sen; altın sayan el!..
O katır verir bana, sen; ona binecek akıl!.. O bana ışık
verir,sen; aydın göz!.. O meze verir, sen; onu yiyecek kabiliyet!..
O maaş verir, sen; ömür ve hayat!.. O oda verir, sen; gök ve
yer!.. Senin verdiğin sahada onun gibi yüzlercesi yaşar.
Altın
senindir, altını o yaratmadı. Ekmek senindir, ekmeği sen bağışladın!..
Ona cömertliği, merhameti veren de sensin!.. Cömertlik ettiğinde
duyduğu sevinci ve neşeyi de veren sensin!.. Ben onu kendime kıble
edindim de, asıl kıble edilecek
makamı bıraktım!.. Yüce Allah’ım: suyla, topraktan karılmış
balçığa akıl ekerken biz neredeydik?.. Sen ki; gökyüzünü
yokluktan meydana getirdin, yeri döşedin!.. Yıldızlardan kandil
yaptın, kilit ve anahtarını tabiatlardan !.. Açık, gizli nice şeyleri
tavanla, döşemenin içine koyup, gizledin!.. İnsan yücelikler
vasfının usturlabıdır, onun üstündeki ankebut da , gayb göğüyle,
ruh güneşine ait şerhlerde bulunur, dersler verir!.. İnsanda ne görürsen
onun aksidir, suda görünen ayın aksi gibi!.. Hani: Tavşan; gururun
şaşkınlığından kendini kaybetmiş aslana; " kuyuda kükremiş
aslan var, gir ondan öç al, sen ondan üstünsün!.. " der. O
mukallit de tavşana kanar, maskarası olur gider.
-
"Bu görünen şey suyun aksetmesinden başka nedir ki?.. Her şey
iki parmağı arasında olan Allah’ın, bir hayal göstermesinden başka
bir şey değildir.." diyemedi.
Kinlendin
mi, duygularının esiri olursun. Halbuki her şey "O"nun
aksidir. Kişideki kahır, Allah’ın kahır sıfatındandır!.. Suç
olarak gördüğün, suçunun cinsindendir!.. Sendeki çirkin huy,
onda göründü!.. Çünki o bir aynadır, sana!..
Güzelim;
aynada çirkinliğini görünce, aynaya saldırma!..
Uçan kuşa dahi borçlanmıştı. Muhtesibin has arkadaşı kethüda;
garibin borcundan dolayı dertlendikçe dertlenip, ödeyebilmenin
yollarını ararken; borcu halka taksim edip toplamaya, garibi bu
dertten kurtarmaya karar verdi. Şehirde kapı kapı dolaşıp garibin
halini anlatmaya başladı. Fakat dilencilikle ancak yüz
altın toplayabildi. Devede kulak bile değildi. Gelip garibe anlattı
durumu. Garip, kethüdanın elinden tutup ,muhtesibin mezarına
gittiler.
Allah, bir kulunu kutlu bir adama konuk ederse; ev sahibi onun yoluna
bütün malını, mülkünü, mevkiini serer. Nimete erene artık
ancak ona şükretmek kalır. Çünki ona şükretmek, Allah’a şükretmektir.
Allah; o ihsan sahibini, ihsana eş yapmıştır. İstersen; nimet ve
ihsanlara karşılık Allah’ a şükret, dilersen, sana ihsan edene
de şükret, onu da an!..
Mezarın
başına gelince garip dedi ki:
- Ey her
yoksulun dayanağı, güvendiği zat!.. Ey himmeti umulan, ey yolda
kalanların imdadına erişen!.. Ey rızıklarımız için gam yiyen,
bizi unutmayan, ihsanı, lûtfu; Allah rızkı gibi umumi olan!.. Ey
yoksulları geçindirmek, onların borçlarını vermek için ana,
baba gibi olan!.. Deniz gibi; yakınlarına inci,
uzaktakilere yağ gönderen!.. Ey güneş: Sırtımız senin
hararetinle ısınmıştı, köşklerin parlaklığı da, yıkık
yerlerin definesi de sendendi!.. Kaşının çatıldığını
kimsecikler görmemişti!.. İhsan ederken malımdan ne eksildi diye düşünmezdin!..
Paramız, soyumuz, varımız, yoğumuz, adımız, sanımız, bahtımız,
devletimiz sendin!.. Sen ölmedin; nazımız, devletimiz, geçimimiz,
verile gelen rızkımız öldü!.. Biliyorum, Allah sana o
alemde de ebedi bir başbuğluk vermiştir!.. Ben de senin deniz gibi
cömert eline, lûtfuna, ihsanına güvenerek borçlanmıştım.
Neredesin ki; lûtfunla bu tortu, saf hale gelsin!.
Neredesin
ki; yeşillikler gibi gülesin de, al, onun on mislini de al diyesin,
ben yeter dedikçe, sen fazlalaştırasın ihsanını. Bir alem nasıl
olur da toprak altına sığar?.. Hâşa!.. Sen diriyken de bu
alemden dışarıda değildin, şimdi de!..
Dokuz
bin altın borcum var, elimden tutanım yok, topu topu yüz altın var
elimde şehirden toplanmış, o kadar!.. Allah seni çekti aldı, ben
de bu karışıklıklar içinde kalakaldım, ümitsiz bir halde!..
Gidiyorum ey güzel zat!.. Senin hasretinle, iştiyakınla dolu olan
kuluna himmet et, himmeti kutlu olan!..
Ayrıldılar
mezarın başından. Kethüda evine götürdü borçlu garibi. Yüz
altını, mühürlü bir kağıt alıp, saydı eline. Yemek çıkardı.
Yediler, içtiler. Hikayeler anlattı, derdini bir an olsun
unutturmaya çalıştı. Vakit gece yarısını geçince uyku onları
aldı, derinlere, ta can otlağına götürdü.
Kethüda,
rüyasında muhtesibi gördü, odanın baş köşesinde oturuyordu.
Diyordu ki:
- Ey
dost!.. Neler söylediysen bir bir hepsini duydum. Fakat cevap vermeme
izin yoktu!. İşlerin gidişatını öğrendiğimizden, ağzımızı
mühürlediler. İzinsiz açamam. Gayb sırları faş olmasın, şu
hayat, şu geçim yıkılmasın diye bizi söyletmiyorlar!.. Gaflet
perdesi tamamıyla yırtılmasın, mihnet tenceresi ham kalmasın diye
sustururlar bizi!.. Kulağımız kalmadı ama, baştan ayağa kulağız,
ağzımız söylemiyor, dudağımız yok ama, baştan başa sözüz!..
Ne verdiysek burada bulduk şimdi. Bu alem perdedir,o alemse asıl,
hakiki alem!. Ekim günü, ektiğini gizleme günüdür, tohumu toprağa
saçma günüdür. Devşirme vaktiyse; ektiğinin zuhur ettiği gündür,
o gün mükafat günü, ektiğini biçme günüdür!.. Şimdi benden o
konuğuna edeceğim ihsanı duy!. Dokuz bin altın borcundan haberim
vardı. İki, üç mücevher hazırlamıştım, borcuna yeter de artar
bile. Vereceklerini verir,
kalanını harcar. Aslında kendi ellerimle verecektim bunları, ama,
ecel galip geldi, fırsat olmadı. Defterde yazılıdır zaten,
bakarsan görürsün. Bir şeylere sarıp, filanca kemerin altına gömdüm.
Çok kıymetlidirler. Değerini bilmeyene sakın vermeyin. Mirasçılarıma
da selam söyle. Bunun hesabı kıldan, kıla görülmüştür. Malın
kıymetinin çokluğuna aldanmasınlar. Tamamını o konuğa
versinler. O :"Hepsini alamam, bunlar çoktur" derse,
desinler ki ona: "Bunun hepsi senindir. Sana fazla geliyorsa
dilediğine verebilirsin.." desinler. Bana lazım değil derse,
kapısına dökün. Oradan da kim alırsa alsın. İhlas sahibi kişiler,
hediye ettiklerini geri almazlar. Verdiğini geri alan; Nebi’ye göre,
köpek gibi kusmuğunu yemiş olur. Mirasçılarım pay almaya
kalkarlarsa, bilsinler ki yüzlerce mihnet kapısı açılır
onlara... Kethüdaya özel iki de sır verdi!.. "Bizi duadan
unutmayın!.." dedi.
Kethüda;
sıçrayıp uyandı, ellerini çırparak oynamaya, gazeller okumaya,
başladı. Konuk da uyandı.
- Ne
sevdalardasın ey kethüda?.. Sarhoş ve güzel bir halde kalktın.
Gece rüyanda neler gördün de böyle ne şehre, ne ovaya sığmıyorsun?..
Dedi.
Kethüda:
- önlüme
bir güneş doğdu,O uyanık Muhtesibi, sevgiliye ulaşmak için can
vereni gördüm rüyamda!.. İstekleri vereni, bir iş için çağırılınca
bin kişiye bedel olan efendiyi gördüm...
Sarhoş ve kendinden geçmiş bir halde böyle sayıp dökerken, aklı
başından gitti, evin ortasına upuzun düştü. Her kes başına üşüştü,
bir müddet sonra kendine geldi.. Sakinleşti, coşkunluktan
sonra. Rüyasında gördüklerini, borçluya anlattı!.....
Mesnevi:6.Cilt-Sayfa:238-..........-283 |