mevsol.gif (323 bytes)

mevsag.gif (324 bytes)

BORÇLU

Bedrettin Ömer,Tebriz şehrinin muhtesibi idi. (Satılan mallardan vergi alan memur, yahut  polis veya belediye zabıtası görevini yapan kimse.) Cömertlikte eşi, emsali yoktu. Hatta denebilir ki onun sahaveti memleketin dört bir yanını tutmuştu. Öyle bir erdi ki; gönlü adeta bir deniz, her kılı dahi sıfatını yansıtan numune gibi idi. Birisine denizler dolusu iyilik yapsa, verdiğinden
utanır, onu insanlara layık görmezken;  yapılacak olan en küçük iyiliği de, kendisine yakıştıramazdı. Kapısına gelen asla boş çevrilmez, ihtiyacı giderilirdi. Bir yoksul tam dokuz bin altın borçlanmış, civar memleketlerden kalkarak Tebriz’e gelmişti, muhtesipten bir kerem umarak. Zira duymuştu ki; o gariplerin
dostu, hatta akrabası gibi imiş... Arz etti durumunu, anlattı başından geçenleri teker, teker. Muhtesip yanına aldı garibi, iş verdi. Hakkettiğinden daha da fazlasını vererek kendisine, para biriktirmesini sağlayıp, borcunu ödemesi için bir kapı açmıştı.
Garip, Tebriz’e geliş sebebini çıkarmış aklından, muhtesipten alacağını umduklarına dayanarak, sağdan soldan tekrar borç etmeye, aldıklarını da har vurup, harman savurmaya başlamıştı.  Borç verenlerin yüzü asılıyor, o ise; ululuklar, keremler bahçesinin lütuf denizine dayanarak, kimsenin yüz ekşiliğine aldırış etmeden, gül gibi gülüyordu. Bir gün Garip, muhtesibin evinin önünde gördüğü kalabalığın sebebini
sorduğunda;

- O dost vefat etti!.. Evvelsi gün dünya yurdundan göçtü!.. Bu gam yurduna doymuştu zaten, gemisini sürdü, gitti!..

Güneş;gölgesine sığınılanın, gölgesini dürüverdi, dediler.
Garip bunları duyunca öyle bir nara attı ki, kendinden geçti, sanki o da muhtesibin ardından can verdi. Yüzüne gülsuyu serptiler, sular saçtılar, yol arkadaşları üzüldüler haline .. Geceye kadar kendine gelemedi, gece yarısına doğru canlandı ama, yarı ölü halde...

Aklı başına gelince yalvarmaya başladı Allah’a:

- Ya rabbi!... Suçluyum, halka ümit bağladım .. Evet muhtesip çok cömert idi ama, hiç de senin eşin olamaz!.. O külah bağışlar, sen; akıl dolu baş verirsin!..

O kaftan verir, sen; boy pos verirsin. O altın verir, sen; altın sayan el!.. O katır verir bana, sen; ona binecek akıl!.. O bana ışık verir,sen; aydın göz!.. O meze verir, sen; onu yiyecek kabiliyet!.. O maaş verir, sen; ömür ve hayat!.. O oda verir, sen; gök ve yer!.. Senin verdiğin sahada onun gibi yüzlercesi yaşar.

Altın senindir, altını o yaratmadı. Ekmek senindir, ekmeği sen bağışladın!.. Ona cömertliği, merhameti veren de sensin!.. Cömertlik ettiğinde duyduğu sevinci ve neşeyi de veren sensin!.. Ben onu kendime kıble edindim de, asıl kıble edilecek
makamı bıraktım!.. Yüce Allah’ım: suyla, topraktan karılmış balçığa akıl ekerken biz neredeydik?.. Sen ki; gökyüzünü yokluktan meydana getirdin, yeri döşedin!.. Yıldızlardan kandil yaptın, kilit ve anahtarını tabiatlardan !.. Açık, gizli nice şeyleri tavanla, döşemenin içine koyup, gizledin!..  İnsan yücelikler vasfının usturlabıdır, onun üstündeki ankebut da , gayb göğüyle, ruh güneşine ait şerhlerde bulunur, dersler verir!.. İnsanda ne görürsen onun aksidir, suda görünen ayın aksi gibi!.. Hani: Tavşan; gururun şaşkınlığından kendini kaybetmiş aslana; " kuyuda kükremiş aslan var, gir ondan öç al, sen ondan üstünsün!.. " der. O mukallit de tavşana kanar, maskarası olur gider.

- "Bu görünen şey suyun aksetmesinden başka nedir ki?.. Her şey iki parmağı arasında olan Allah’ın, bir hayal göstermesinden başka bir şey değildir.." diyemedi.

Kinlendin mi, duygularının esiri olursun. Halbuki her şey "O"nun aksidir. Kişideki kahır, Allah’ın kahır sıfatındandır!.. Suç olarak gördüğün, suçunun cinsindendir!.. Sendeki çirkin huy, onda göründü!.. Çünki o bir aynadır, sana!..

Güzelim; aynada çirkinliğini görünce, aynaya saldırma!..

Uçan kuşa dahi borçlanmıştı. Muhtesibin has arkadaşı kethüda; garibin borcundan dolayı dertlendikçe dertlenip, ödeyebilmenin yollarını ararken; borcu halka taksim edip toplamaya, garibi bu dertten kurtarmaya karar verdi. Şehirde kapı kapı dolaşıp garibin halini anlatmaya başladı. Fakat dilencilikle ancak yüz
altın toplayabildi. Devede kulak bile değildi. Gelip garibe anlattı durumu. Garip, kethüdanın elinden tutup ,muhtesibin mezarına gittiler.

Allah, bir kulunu kutlu bir adama konuk ederse; ev sahibi onun yoluna bütün malını, mülkünü, mevkiini serer. Nimete erene artık ancak ona şükretmek kalır. Çünki ona şükretmek, Allah’a şükretmektir. Allah; o ihsan sahibini, ihsana eş yapmıştır. İstersen; nimet ve ihsanlara karşılık Allah’ a şükret, dilersen, sana ihsan edene de şükret, onu da an!..

Mezarın başına gelince garip dedi ki:

- Ey her yoksulun dayanağı, güvendiği zat!.. Ey himmeti umulan, ey yolda kalanların imdadına erişen!.. Ey rızıklarımız için gam yiyen, bizi unutmayan, ihsanı, lûtfu; Allah rızkı gibi umumi olan!.. Ey yoksulları geçindirmek, onların borçlarını vermek için ana, baba gibi olan!.. Deniz gibi; yakınlarına inci,
uzaktakilere yağ gönderen!.. Ey güneş: Sırtımız senin hararetinle ısınmıştı, köşklerin parlaklığı da, yıkık yerlerin definesi de sendendi!.. Kaşının çatıldığını kimsecikler görmemişti!.. İhsan ederken malımdan ne eksildi diye düşünmezdin!.. Paramız, soyumuz, varımız, yoğumuz, adımız, sanımız, bahtımız, devletimiz sendin!.. Sen ölmedin; nazımız, devletimiz, geçimimiz, verile gelen rızkımız öldü!..  Biliyorum, Allah sana o alemde de ebedi bir başbuğluk vermiştir!.. Ben de senin deniz gibi cömert eline, lûtfuna, ihsanına güvenerek borçlanmıştım. Neredesin ki; lûtfunla bu tortu, saf hale gelsin!.

Neredesin ki; yeşillikler gibi gülesin de, al, onun on mislini de al diyesin, ben yeter dedikçe, sen fazlalaştırasın ihsanını. Bir alem nasıl olur da toprak altına sığar?..  Hâşa!.. Sen diriyken de bu alemden dışarıda değildin, şimdi de!..

Dokuz bin altın borcum var, elimden tutanım yok, topu topu yüz altın var elimde şehirden toplanmış, o kadar!.. Allah seni çekti aldı, ben de bu karışıklıklar içinde kalakaldım, ümitsiz bir halde!.. Gidiyorum ey güzel zat!.. Senin hasretinle, iştiyakınla dolu olan kuluna himmet et, himmeti kutlu olan!..

Ayrıldılar mezarın başından. Kethüda evine götürdü borçlu garibi. Yüz altını, mühürlü bir kağıt alıp, saydı eline. Yemek çıkardı. Yediler, içtiler. Hikayeler anlattı, derdini bir an olsun unutturmaya çalıştı. Vakit gece yarısını geçince uyku onları aldı, derinlere, ta can otlağına götürdü.

Kethüda, rüyasında muhtesibi gördü, odanın baş köşesinde oturuyordu. Diyordu ki:

- Ey dost!.. Neler söylediysen bir bir hepsini duydum. Fakat cevap vermeme izin yoktu!. İşlerin gidişatını öğrendiğimizden, ağzımızı mühürlediler. İzinsiz açamam. Gayb sırları faş olmasın, şu hayat, şu geçim yıkılmasın diye bizi söyletmiyorlar!.. Gaflet perdesi tamamıyla yırtılmasın, mihnet tenceresi ham kalmasın diye sustururlar bizi!.. Kulağımız kalmadı ama, baştan ayağa kulağız, ağzımız söylemiyor, dudağımız yok ama, baştan başa sözüz!.. Ne verdiysek burada bulduk şimdi. Bu alem perdedir,o alemse asıl, hakiki alem!. Ekim günü, ektiğini gizleme günüdür, tohumu toprağa saçma günüdür. Devşirme vaktiyse; ektiğinin zuhur ettiği gündür, o gün mükafat günü, ektiğini biçme günüdür!.. Şimdi benden o konuğuna edeceğim ihsanı duy!. Dokuz bin altın borcundan haberim vardı. İki, üç mücevher hazırlamıştım, borcuna yeter de artar bile. Vereceklerini verir,
kalanını harcar. Aslında kendi ellerimle verecektim bunları, ama, ecel galip geldi, fırsat olmadı. Defterde yazılıdır zaten, bakarsan görürsün. Bir şeylere sarıp, filanca kemerin altına gömdüm. Çok kıymetlidirler. Değerini bilmeyene sakın vermeyin. Mirasçılarıma da selam söyle. Bunun hesabı kıldan, kıla görülmüştür. Malın kıymetinin çokluğuna aldanmasınlar. Tamamını o konuğa versinler. O :"Hepsini alamam, bunlar çoktur" derse, desinler ki ona: "Bunun hepsi senindir. Sana fazla geliyorsa dilediğine verebilirsin.." desinler. Bana lazım değil derse, kapısına dökün. Oradan da kim alırsa alsın. İhlas sahibi kişiler, hediye ettiklerini geri almazlar. Verdiğini geri alan; Nebi’ye göre, köpek gibi kusmuğunu yemiş olur. Mirasçılarım pay almaya kalkarlarsa, bilsinler ki yüzlerce mihnet kapısı açılır onlara... Kethüdaya özel iki de sır verdi!.. "Bizi duadan unutmayın!.." dedi.

Kethüda; sıçrayıp uyandı, ellerini çırparak oynamaya, gazeller okumaya, başladı. Konuk da uyandı. 

- Ne sevdalardasın ey kethüda?.. Sarhoş ve güzel bir halde kalktın. Gece rüyanda neler gördün de böyle ne şehre, ne ovaya sığmıyorsun?.. Dedi. 

Kethüda:

- önlüme bir güneş doğdu,O uyanık Muhtesibi, sevgiliye ulaşmak için can vereni gördüm rüyamda!.. İstekleri vereni, bir iş için çağırılınca bin kişiye bedel olan efendiyi gördüm...
Sarhoş ve kendinden geçmiş bir halde böyle sayıp dökerken, aklı başından gitti, evin ortasına upuzun düştü. Her kes başına üşüştü, bir müddet sonra kendine geldi..  Sakinleşti, coşkunluktan sonra. Rüyasında gördüklerini, borçluya anlattı!.....

Mesnevi:6.Cilt-Sayfa:238-..........-283 

ANASAYFA