|
CANAN
Buhara
Emirinin yakınlarından biri suçlamalar nedeniyle mevkiinden düşüp,
gizlenmeye mecbur kalır. On
yıl memleket memleket başıboş
gezip durur. Nihayet ayrılık günleri sabrını tüketip, arzusu
dayanılmaz boyutlara ulaştığında dedi ki:
-Artık
ayrılığa tahammülüm kalmadı. Topraklar bile ayrılıktan çoraklaşır,
sular sararır kokar, bulanır...
Cana can katan rüzgar ; dert taşıyan veba kesilir, ateş, kül
haline gelir, savrulur... Cennet gibi olan bağlar bahçeler ; sararır,
solar, yaprakları kurur, dökülür , bir hastalık yurdu haline
gelir... Akıl her
şeyi anlarken, dostların ayrılığıyla yayı kırılmış okçuya
döner... Cehennem bile
ayrılık yüzünden, gençlik çağına hasret çeken ihtiyarın
titrediği gibi titrer, yandığı gibi yanar, kavrulur...
Aslında insanı yakan , mahveden ayrılığı kıyamete kadar anlatsam
yine yüz binde birini bile anlatamam. Onun için susuyorum... Ya
Rabbi!... Beni sen kurtarırsın ancak!...
Dünyada
, ulaştığında senin neşelendiren ne varsa, o vuslat zamanında
ondan ayrıldığını bir düşün!... Seni
neşelendiren şeyle niceleri neşelendi , fakat sonunda rüzgar gibi
geçti, sahibine vefa göstermedi. Gönül: Sana da vefa etmez, seni
de terk edip gider, o senden vaz geçmeden, sen ondan vaz geçmeye
bak!...
-Dostlar,
dedi, ben gidiyorum. Elveda!.. Emire, o emrine itaat edilen Sadr-ı
Cihana gidiyorum. Aşkıyla,
ayrılığıyla yanmaktayım... artık ne olursa olsun gidiyorum.
Sevgilinin gönlü mermerler gibi katı bile olsa, ruhum yine
Buhara’ya gitmek istiyor. Orası sevgilimin konağı, padişahımın
şehri... vatanım benim orası. Âşıkların vatan sevgisi budur
esasında.
Âşığa
öğütçünün biri dedi ki :
-Ey
bîhaber, aklın varsa işin sonunu düşün. Aklını başına al,
pervaneler gibi ateşe atma kendini. Buhara’ya delicesine gidersen,
zincire vurulur, hapislere atılırsın. Emir sana kızgın,
yirmi gözle bekliyor . Bıçaklar bileniyor. Âdeta kızgın
bir köpek o, sen ise un çuvalı!. Allah sana bir fırsat verdi, kaçıp
kurtuldun. Sonra da ayağınla zindana gidiyorsun ha!...
Âşık
dedi ki:
-Ey
öğütçü sus, nereye kadar devam edecek öğütlerin?.. Vazgeç!..
Bağ ; senin öğüdünden daha kuvvetli. Senin alimin aşk nedir ,
tanımadı ki!.. Bir
yerde aşk fazlalaşıp , dert arttığında orada ne Ebû Hanife bir
ders verebilir, ne Şâfii!... Ölümle mi tehdit
ediyorsun beni... güldürme... kendi kanıma susamışım zaten. Âşıklara
her an bir ölüm vardır zaten. Onların ölümü bir çeşit değil
ki!.. Âşık doğru yolun ruhunu bulmuş,o ruhla iki yüz cana sahip
olmuştur da, her an hepsini feda etmektedir. Feda ettiği her cana
karşılık on ecir alır. Kur’an’da : “Kim
bir iyilik yaparsa on mislini bulur!..” diyor
ya!. O güzel yüzlü sevgili kanımı dökerse; neşeyle dönerek,
ayaklarımı yerlere vurarak canımı saçarım. Denedim, anladım ki ; hayatım ölümümdedir!..
Âşık
, yüreği çarpa çarpa, kanlı göz yaşları dökerek, arzuyla koşarak
Buhara’ya yöneldi. Çölün kumları ipek gibi geliyor, Ceyhun
nehri gözüne ufacık görünüyordu.
-“Ey Buhâra : Sen akıllara
akıl katardın ama, benim aklımı da aldın, dînimi de!..
Tolunay ararken hilale döndüm, kapı dibinde baş köşeyi aramaktayım!.
diyordu.
Buhâra’nın
silueti görününce içinde bir aydınlık belirdi, yere yığıldı,
uzun zaman kendine gelemedi. Aklı , sır bahçesinde uçup gitti.
Toparlandığında sevgilisinin bulunduğu yere Buhâra’ya geldi.
Onu şehirde görenler:
-Aman,
durma. Görünmeden bir taraflara saklan. Kendi kanına girme. On yıllık
öcünü almak için aratır seni Sadr-ı Cihan. Kurtulmuşken, aptallığın
mı getirdi seni buralara, ecelin mi?..
Âşık
dedi ki:
-Suyun
beni öldüreceğini bildiğim halde, susuzluk hastalığına tutulmuş
birisiyim ben. Bu hastalığa tutulan sudan kaçamaz ki!.. İsterse su
onu yüzlerce defa öldürsün. Elim, karnım şişse bile, suya olan
iştiyakım azalmaz. Nerede bir ırmak görsem: “Ah!.. O ırmak ben
olsam!..” diye haset ederim. Geceleri tencere gibi ateş üstünde
kaynamakta, gündüzleri
kum gibi akşamlara kadar kan içmekteyim. Hileye saptım, yapmak
istediği şeye engel oldum... hışmından kaçtım ama pişmanım...
söyleyin, kızgınlıkla bana ne yapmak istiyorsa yapsın. O kurban
bayramıdır, âşık ise kurbanlık. Musa’nın
öküzü de kurban olmuştu da, cüzlerinin değdiği ölüler
dirilmiş, fırlayıp kalkmıştı.
Cansızdım ... öldüm,
yetişip gelişen bir varlık, bir nebat oldum. Nebatken öldüm,
hayvan suretinde zuhur ettim, hayvanlıktan da geçtim, öldüm, insan
oldum. Artık ölüp de yok olmaktan neden korkayım?... Bir hamle daha yapayım da, insanken ölüp, melekler alemine geçip,
kol kanat açayım. Melek olduktan sonra da ırmağa atlamak, melek sıfatını
da terk etmek gerekir. “Her
şey fanidir... helak
olur... ancak onun hakikati bâkidir!...”
Bir kere daha melekken kurban
olup da o vehme gelmeyen yok mu?... İşte O olurum. YOK OLURUM, SÛRETLERİN
HEPSİNİ TERK EDERİM DE : “Biz
mutlaka geri dönenleriz, ona ulaşırız!..”
DERİM. Irmağı
gördüğümde testideki suyu ona döksem , su hiç ırmaktan kaçar,
çekinir mi?.. Testideki
su, ırmağa döküldüğünde ırmak kesilir, vasfı yok olur, zatı
kalır. Artık bundan böyle ne kaybolur, ne kötüleşir, ne de
pislenir. Ben de ondan kaçtığım için pişmanım, özürümü
bildirmek üzere kendimi onun fidanına astım.
Âşık
canını muma atmıştı. Fakat tüm zahmetler , aşkı yüzünden
kendine kolay gelmekteydi.
Her şeyi yanıp yandıran ahı, göklere yükseliyordu.
Sadr-ı
Cihanın gönlüne de merhamet gelmiş :
-O
bir suç işledi, biz de o suçu gördük. Allah’ım, acaba o âvaremizin
hali nasıldır şimdi?... Korkumuz gönlüne ulaşmıştır, lakin
her korkuda yüzlerce ümit gizlidir... Ben utanmayan, korkmayan kişiyi
korkuturum, korkanı niye korkutayım ki?.. Ateş, soğuk tencerenin
altına konur...kaynayan, coşkunluğundan baştan çıkanın ateşe
ne ihtiyacı olur ki?.. diye
söylenirken , gönlünde de o suçu affetme denizi
dalgalanmaya başladı.
Şimdi
bak,eğer Sadr-ı Cihan o âşıkı gizlice çekmese, dilemese,
istemeseydi o âşık; ayrılığa tahammül edemiyecek hale gelir,
ona kavuşmak için tekrar koşa koşa yollara düşer miydi?..
Sevgililerin meyli gizlidir, ama, âşıklarınki davul
zurnayla ilan edilmiş gibi aşikardır.
Aşk,
âşıkı bağlayıp, sürükleyip getirdi
huzura. Emir’in yüzünü görür görmez can kuşu uçtu
gitti kafesten adeta. Tepeden tırnağa buz kesildi, bedeni kupkuru
bir ağaç gibi kalakaldı. Yüzüne sular serptiler, buhurlar yaktılar
yanında... nafile, ne seslendi, ne kıpırdadı. Padişah onun safran
gibi sararmış yüzünü görünce atından indi, yanına geldi, dedi
ki:
-Âşık
hararetle sevgiliyi arar, fakat sevgili geldi mi, o âşık yok olur,
kendinden geçer gider. Sen Hak âşıkısın!..
Hak, ona derler ki, geldi mi sende bir kıl ucu kadar olsun
varlık kalmaz. O bakışın karşısında senin gibi yüzlercesi
fanidir... hocam, meğerse sen, kendini yok etmeye âşıkmışsın.
Sen bir gölgesin...güneşe âşıksın...Şems geldi, elbette gölge
derhal yok olur.
Padişah
âşıkı yavaş yavaş kendine getirmeye çalışmakta iken eğilerek
kulağına dedi ki:
-Ey
yoksul, eteğini aç, sana altın saçmaya geldim. Canın ayrılığımla
çırpınırken, imdadına geldim, nasıl oldu da ürküp kaçtı. Ey
ayrılığımla dünyanın soğuğunu sıcağını,kahrını, lütfunu
gören âşık, kendine gel, geriye dön , dedi , elini tuttu kendine
gelir diye.
Fısıldamaya
devam etti:
-Şimdi
ben sana dilsiz dudaksız , yeniden yeniye, eski sırlar söyleyeceğim,
dinle!. Dilsiz dudaksız söyleyeceğim, çünki şu diller dudaklar,
bu nefesten ürkerler. Şimdi kulağını aç da :”Allah
dilediğini yapar!..” sırrını
duymaya hazırlan.
Âşık
vuslata çağırıldığını duyunca
yavaş yavaş kımıldamaya başladı. Toprak sabah rüzgarının işvesini
hissedince canlanır , işvesiyle yeşiller giyinir, bezenir ya!.. Âşık
topraktan aşağı değil ki!.. Meniden de aşağı değil. Hakk’ın
emri ulaşınca, güneş yüzlü Yusuflar meydana getirmek için
Lebbeyk der !..
Âşık
sıçradı, titredi, neşeli neşeli bir iki döndü, çark vurdu,
yere kapandı, secdeye vardı... dedi ki:
-Ey
çevresinde canın tavaf edip durduğu Hakk Ankası... Şükrolsun,
Kaf dağından geri döndük. Ey aşkın kıyamet yerinde İsrafillik
eden sevgili... ey aşkın aşkı... ey aşkın dileği; bana ihsanda
bulunmadan önce dilerim kulağını pencereme daya... Kalbim
temizdir,bu yüzden halimi bilirsin, ey kulları yetiştiren sözlerimi
duy!... Ey misli olmayan “Baş” ... Nice zamandır halimi duymanı
arzulayıp durdum...Geçmez akçelerimi geçer gibi kabul ettin. Küstahlığıma
karşı gösterdiğin Hilm’in yanında tüm Hilm’ler bir zerreden
ibarettir. Dinle bak, hizmetinden ayrıldığım andan itibaren nelere
uğradım: İlk önce benim için ne evvel kaldı, ne âhir... ön de
gözümden kalktı, son da!.. İkinci, ey güzel sevgili...çok aradım
ama sana bir ikinci bulamadım. Üçüncüsü, senden ayrıldım ayrılalı,
Allah üçün üçüncüsüdür demiş gibi oldum. Söylemekle ağlamak
arasında tereddütteyim... Söylesem ağlayamam, ağlasam nasıl şükredebilirim?..
Padişahım; gözlerimden gönül kanları akmakta, bak gözlerime...
O
zayıf âşık bunları söyleyip ağlamaya başladı. Haline aşağılık
adamlar da ağladı, yüce kişiler de... İçinden öyle bir hay haydır
koptu ki, Buhâra halkı etrafında toplandı. Ağlaması, söylemesi,
gülmesi hayranlık dolu idi. Bütün şehir onun rengine boyandı,her
kes onunla birlikte ağlamaya başladı. Kadın erkek bir birine karıştı,
kıyametten bir alamet oldu.
Aşk
iki aleme de yabancıdır, padişahların canları bile ona hasret çekerler.
Aşk dini, aşk mezhebi yetmiş iki şeriatta da dışarıdadır. Padişahların
tahtları, aşka karşı alelade bir tahta parçasından ibarettir.
Sema vaktinde aşk çalgıcısı der ki :
-
Kulluk bir bağdır... efendilik baş ağrısı.
Şu
halde aşk nedir?
Yokluk
deryası...
Aklın ayağı orada kırıktır...
Kulluk
da malum, sultanlık da. Âşıklık bu iki perdeden gizlidir!.
Mesnevi:
3.Cilt - Sayfa:301-......-389
Hamdi CENİK/İSTANBUL
24.Aralık.2000/Pazar
Canan’ımın ölüm günü devriyesi dolayısıyla anısına ithaftır...
HAYY
ALLAH...
BÂKİ ALLAH...
|