mevsol.gif (323 bytes)

mevsag.gif (324 bytes)

CÖMERT BORÇLU

Cömertliği âleme destan olmuş bir şeyh vardı. Cömertti lâkin çok da fakirdi. Şahsına ait hiç dünya malı bulunmazdı yanında. Büyüklerden borç alır, nerede yoksul varsa onlara harcardı. Bu paralardan bir kısmı ile bir de tekke kurmuş; canını, malını, her şeyini Allah yolunda feda etmişti.

Rasulullah diyor ki : “Pazarlarda iki melek daima dua eder . Derler ki: Yarabbi sen verenlere, ihsanda bulunanlara fazlasıyla ver!.. Nekeslerin malını da telef et!.. Bilhassa canlarını verenlere, kendilerini Allah’a kurban edenlere, İsmail gibi boynunu verenlere fazlasıyla ver!...”  Hiç o boyuna bıçak işler mi?.. Şehitler bu yüzden diridirler, zevk sefa içerisindedirler.

Borçlu şeyh yıllarca bu işte bulundu. Kendisinin göreviymiş gibi kimilerinden borç alıp, kimilerine dağıtmaktaydı.  Şeyhin ömrü sona erip, vücudunda ölüm alametleri görülmeye başlayınca alacaklılar etrafına toplandı. Şeyh mum gibi eriyip kendinden geçtikçe, onların da suratları ekşiyor, dertleri artıyordu.  Bütün olanlara muttali olan şeyh içinden: “Şu kötü düşünceye dalanlara bak!... Allah’ın sanki dört yüz dinarı mı yok?...” diye söylenmekteydi. Bu sırada dışarıdan helva satmakta olan bir çocuğun sesi duyuldu.

-Git helvanın hepsini al, alacaklılara ver yesinler de bir müddetçik olsun bana acı acı bakmasınlar, dedi şeyh , hizmetine bakmakta olana.

Helva alındı, bir tabağa konuldu,getirilerek şeyhin yanına bırakıldı.  Alacaklılara dönerek dedi ki:

-Buyurun şu mübarek helvayı bir güzel, helâlinden yeyin.

Yeme faslı sona erince çocuk tabağı aldı;

-Ey kâmil kişi, paramı ver , dedi.

Şeyh dedi ki :

-Parayı nereden bulayım. Ben borçlu bir adamım, aynı zamanda da ölüyorum.

Çocuk derdinden tabağı yere vurdu, feryada başladı:

-Keşke iki ayağım kırılaydı, keşke külhana gideydim de bu tekkenin kapısından geçmez olaydım. Ey kötü şeyh : Eğer yanına eli boş gidersem muhakkak ustam beni öldürür. Razı olur mısın buna?... 

Alacaklılarda koroya katıldılar:

-Bu ne biçim oyundur?... Mallarımızı yedin, borçlu olarak can vermek üzeresin!... Böyle olduğunu bildiğin halde neden başka bir zulümde daha bulunuyorsun?... demekteydiler.Çocuk ikindi vaktine kadar ağladı durdu. Şeyhe gelince, ona hiç bakmıyordu bile. Ay gibi yüzünü yorganın içine almış, havas ve avamın kınamalarından, dedikodularından el ayak çekmişti.

Can bir adamın yüzüne gülerse ona kimden , ne zarar gelebilir ki?... Ayın, köpeklerin havlamasından ne korkusu olur ?... Su, bir çöp için duruluğunu terk etmez, bulanmadan akıp gider.

İkindi oldu. Kalp gözü de açık olan bir zengin şeyhe hediye olarak bir tabak altın göndermişti. Dörtyüz dinar bir tarafında, yarım dinar da bir köşesinde duruyordu tabağın. Alacaklıların da, helvacının da talepleri kadar. Tam.  Ne bir fazla, ne bir eksik. Herkesten bir feryat yükseldi:

-Ey şeyhlerin de başı, şahların da!... Bu ne sır, bu ne sultanlık?... Bilemedik, saçma sapan, uluorta söylendik. Kandilleri kırma pahasına , körce sopa salladık!..  Sağırlar gibi bir tek söz duymadan kendi aklımızca cevap vermeye kalkıştık , hezeyanlarda bulunduk.

Şeyh dedi ki:

-Bütün o sözleri size helal ettim. Bunun sırrı şuydu: Allah’tan diledim, O’ da bana doğru yolu gösterdi. O dinarlar, gerçi az bir paraydı ama, gelmesi çocuğun ağlamasına bağlıydı. Eğer helva satan çocuk ağlamasaydı, rahmet denizi coşmazdı.

Kardeş ; çocuk senin cisim çocuğundur. İyice bilesin ki, muradına erişmen, ağlamana bağlı. O elbiseyi elde etmek istersen; cesedinde ki  “göz çocuğunu” ağlat !...

Mesnevi : 2. Cilt - Sayfa : 30 - .... - 35
Hamdi CENİK/İSTANBUL

ANASAYFA