CÖMERT
BORÇLU
Cömertliği
âleme destan olmuş bir şeyh vardı. Cömertti lâkin çok da
fakirdi. Şahsına ait hiç dünya malı bulunmazdı yanında. Büyüklerden
borç alır, nerede yoksul varsa onlara harcardı. Bu paralardan bir kısmı
ile bir de tekke kurmuş; canını, malını, her şeyini Allah
yolunda feda etmişti.
Rasulullah
diyor ki : “Pazarlarda iki
melek daima dua eder . Derler ki: Yarabbi sen verenlere, ihsanda
bulunanlara fazlasıyla ver!.. Nekeslerin malını da telef et!..
Bilhassa canlarını verenlere, kendilerini Allah’a kurban edenlere,
İsmail gibi boynunu verenlere fazlasıyla ver!...”
Hiç o boyuna bıçak işler mi?.. Şehitler bu yüzden
diridirler, zevk sefa içerisindedirler.
Borçlu
şeyh yıllarca bu işte bulundu. Kendisinin göreviymiş gibi
kimilerinden borç alıp, kimilerine dağıtmaktaydı.
Şeyhin ömrü sona erip, vücudunda ölüm alametleri görülmeye
başlayınca alacaklılar etrafına toplandı. Şeyh mum gibi eriyip
kendinden geçtikçe, onların da suratları ekşiyor, dertleri artıyordu.
Bütün olanlara muttali olan şeyh içinden: “Şu
kötü düşünceye dalanlara bak!... Allah’ın sanki dört yüz
dinarı mı yok?...” diye söylenmekteydi. Bu sırada dışarıdan
helva satmakta olan bir çocuğun sesi duyuldu.
-Git
helvanın hepsini al, alacaklılara ver yesinler de bir müddetçik
olsun bana acı acı bakmasınlar, dedi şeyh , hizmetine bakmakta
olana.
Helva
alındı, bir tabağa konuldu,getirilerek şeyhin yanına bırakıldı.
Alacaklılara dönerek dedi ki:
-Buyurun
şu mübarek helvayı bir güzel, helâlinden yeyin.
Yeme
faslı sona erince çocuk tabağı aldı;
-Ey
kâmil kişi, paramı ver , dedi.
Şeyh
dedi ki :
-Parayı
nereden bulayım. Ben borçlu bir adamım, aynı zamanda da ölüyorum.
Çocuk
derdinden tabağı yere vurdu, feryada başladı:
-Keşke
iki ayağım kırılaydı, keşke külhana gideydim de bu tekkenin kapısından
geçmez olaydım. Ey kötü şeyh : Eğer yanına eli boş gidersem
muhakkak ustam beni öldürür. Razı olur mısın buna?...
Alacaklılarda
koroya katıldılar:
-Bu
ne biçim oyundur?... Mallarımızı yedin, borçlu olarak can vermek
üzeresin!... Böyle olduğunu bildiğin halde neden başka bir zulümde
daha bulunuyorsun?... demekteydiler.Çocuk
ikindi vaktine kadar ağladı durdu. Şeyhe gelince, ona hiç bakmıyordu
bile. Ay gibi yüzünü yorganın içine almış, havas ve avamın kınamalarından,
dedikodularından el ayak çekmişti.
Can
bir adamın yüzüne gülerse ona kimden , ne zarar gelebilir ki?...
Ayın, köpeklerin havlamasından ne korkusu olur ?... Su, bir çöp için
duruluğunu terk etmez, bulanmadan akıp gider.
İkindi
oldu. Kalp gözü de açık olan bir zengin şeyhe hediye olarak bir
tabak altın göndermişti. Dörtyüz dinar bir tarafında, yarım
dinar da bir köşesinde duruyordu tabağın. Alacaklıların da,
helvacının da talepleri kadar. Tam. Ne bir fazla, ne bir eksik. Herkesten bir feryat yükseldi:
-Ey
şeyhlerin de başı, şahların da!... Bu ne sır, bu ne sultanlık?...
Bilemedik, saçma sapan, uluorta söylendik. Kandilleri kırma pahasına
, körce sopa salladık!.. Sağırlar
gibi bir tek söz duymadan kendi aklımızca cevap vermeye kalkıştık
, hezeyanlarda bulunduk.
Şeyh
dedi ki:
-Bütün
o sözleri size helal ettim. Bunun sırrı şuydu: Allah’tan
diledim, O’ da bana doğru yolu gösterdi. O dinarlar, gerçi az bir
paraydı ama, gelmesi çocuğun ağlamasına bağlıydı. Eğer helva
satan çocuk ağlamasaydı, rahmet denizi coşmazdı.
Kardeş
; çocuk senin cisim çocuğundur. İyice bilesin ki, muradına erişmen,
ağlamana bağlı. O elbiseyi elde etmek istersen; cesedinde ki
“göz çocuğunu” ağlat !...
Mesnevi
: 2. Cilt - Sayfa : 30 - .... - 35
Hamdi CENİK/İSTANBUL
|