mevsol.gif (323 bytes)

mevsag.gif (324 bytes)

DELHAK

Delhak, Tirmiz padişahı Seyyid’in her şeyi bilen akıllı bir maskarasıydı. En iyi sohbet arkadaşı, en iyi hikayeleri bilen, tatlı dilli, nüktedan, insanların nabzına göre şerbet vermesini çok iyi beceren, hoş lâtifeler eden, padişahı sevindirip güldüren bir hal hokkabazı idi adeta!.. Huzurda olduğunda öyle şeyler anlatırdı ki, hem sözdeki ustalığı, hem de bunları pervasızca anlatması hoşlarına gider, kahkahadan terlere batarlar, yerlere dahi yığılıp, böğürlerini tutarak katıldıkları olurdu.

Padişahın Semerkant’ta çok önemli bir işi vardı ve bu işi derhal yapıp gelecek bir adama ihtiyaçları vardı. Tellal bağırttılar memleketin her tarafında.. En ücra yerlerde bile duyuldu münadilerin sesleri:

- Ey ahali!.. Duyduk duymadık demeyin!.. Padişahımız Efendimizin Semerkant’ta çok mühim bir işi vardır!.. Beş günde oraya gidip gelecek yiğit aranmaktadır!.. Bu işin üstesinden gelene hazineler bağışlayacaktır Sultanımız Seyyid Han!... Duyduk duymadık demeyin!....

Köyünde bulunan Delhak’da duydu tellalların ilanlarını. Eşeğine bindi, Tirmiz’e doğru yola koyuldu. Devamlı koşturmaktan sakatlandı biçare eşek. Bir at temin edildi, onunla devam etti yola. Dinlendirmeden, uzun süreli binmekten dolayı o da çatladı yolda. Nihayet toza, toprağa bulanmış, eli yüzü pislik içinde, elbiseleri perişan halde ulaştı Tirmiz’e. Hiç dinlenmeden, temizlenmeden sarayın yolunu tuttu, kapıdaki nöbetçilere:

- Vakitsiz ve uygunsuz durumdayım biliyorum, ama, tez haber verin, hemen sultanımızın huzuruna çıkmam gerekiyor, dedi.

Haber Sultana uçuruldu hemen. Divanda bulunanlar ile padişah işkillendi.. Delhak’ın vakitsiz, toz toprak içinde sarayın kapısına dayandığı şehirde de duyulmuş, halka bir vesvesedir gitmişti. Her kes kendine göre yorumlar yapıyor, bir fitne havası anında her tarafa ulaşıp, fısıltı haberleri alt üst ediyordu ortalığı:

- Duydun mu? Düşman geliyormuş!..

- Harzemşah ordu toplamış ki, yer görünmez!.. Bugün yarın dayanırmış şehrin kapılarına!..

- Ülkenin bir tarafı sellerden, bir tarafı başka belalardan harap vaziyette imiş, duydun mu?.

- Filanca söyledi, büyük bir fitne zuhur etmiş, filanca yerde!..

Bu konuşulanların hepsinin sonuna da:” Delhak, bunu padişaha haber vermek için günlerce at sırtında, bilmem kaç tanesini çatlatarak yolarda imiş. Kendisi bizzat filancaya söylemiş, oda bana:

- Aman ha!.. Kimseye söyleme, diyerek haber verdi. Benden duymuş olma, seni sevdiğim için haber verdim, ona göre ha!.. diye tembihatı da , sözüne inanılsın diye eklemeyi ihmal etmiyorlardı.

Gariptir... Aynı sözler bir müddet sonra dönüp dolaşıp, başkaları tarafından kendisine ulaştırıldığında ise, inanıveriyorlardı.

Meraklanan halk sarayın kapısında toplanmaya başlamış, kalabalık her an artmakta, bir süre önce içeri alınan Delhak’ın vereceği haberden dışarıya sızacak olanları dört gözle, büyük merak içerisinde beklemeye koyulmuşlardı.

Delhak huzura alınınca, eğildi, saygıda kusur etmeden yeri öptü, ellerini bağladı, derin derin nefesler alarak beklemeye başladı.

Padişah:

- Ne oldu yahu!.. dedi.

Delhak işaret parmağını ağzına götürerek, “sus” işareti yaptı. Orada bulunanlar, sultan da dahil olmak üzere, daha derin bir merak kuyusuna düştüler, içlerindeki “acaba” ların haddi hesabı yokken, sultan:

- Ne var yahu, ne oldu!.. Harzemşah’mı girdi memleketin bir tarafından, seller mi geldi de, halkımdan bir kısmı felakete uğradı?. Bu perişanlığın, bu acele gelmenin sebebi nedir? Dedi.

- Ey kerem sahibi padişahım!. Durda bir nefes alayım, aklım başıma gelsin, dedi. Beklemeye başladı. Vehimler arttıkça artmış. Sinirler gerildikçe gerilmişti ki, Delhak’ın alaycı sesi buz gibi düştü ortalığa:

- Sultanım, memleketin her tarafına tellallar çıkartıp bağırttınız ki; Semerkant’taki işinizi beş günde görecek olana hazineler bağışlayacaksınız ya, koşa koşa gelip haber vereyim dedim, bende böyle bir çeviklik, hız, güç yoktur. Benden medet ummayın!... Umudunuzu kesin benden!.. Ben bu işi yapamam, dedi.

Padişah:

-A ham herif!.. Hay, canına lanetler olsun!.. Şehire yüzlerce korku saldın, insanları merak, korku ve endişe içerisinde bıraktın!.. Fesattan, dedikodudan inlemekte memleket!.. Biz dahi bunca şey düşündükten sonra, halk neler düşünmüştür kim bilir?.. Ortada hiç bir şey yok iken şu yaptığına ne demeli?.. Kendi kendine gelin güveyi olmak gibi.. dedi.

Vezir:

- Ey doğruların dayanağı olan padişahım: Şu aşağılık vezir kulun da bir kaç söz söylemek ister, izininiz olursa...

Padişah, söyle anlamında işaret edince, vezir:

- Delhak, köyden bir şeyler söylemek için geldi, lakin, şimdi vaz geçti, pişman oldu. Havadan sudan konuşarak söyleyeceklerini gizlemekte, maskaralıkla bu işten kurtulmanın yollarını aramaktadır. Kını gösterip, kılıcı gizlemekte, acımadan sıkıştırmak gerekiyor. Fındığı, fıstığı yahut cevizi kırmadıkça ne içi meydana çıkar, ne de yağı alınabilir?.. Maskaralığına aldırmayın bunun... Yüzüne bakın, nasıl da rengi sarardı, bacakları titremekte!.. Allah: “Niyetleri yüzlerinde görünüp durur” dedi. Çünki, dış için aynasıdır!.. Yüz içteki sırrı söyler, açığa vurur!..

Delhak; feryat ve figanlar ederek,coşup köpürerek vezire çıkıştı:

- Vezir, vezir!.. Bu yoksulun kanına girmeye kalkma. Gönüle nice şüpheler, nice vehimler gelir ki, yerinde değildir!.. “Şüphe yok ki, şüphenin bazısı suçtur, günahtır...”, sitem yoksullar hakkında olursa hiç doğru değildir!.. Padişah kendisine kötülük edenleri bile incitmezken, kendisini güldüreni nasıl incitir?..

Fakat, vezirin sözleri padişahın aklına yattı:

- Delhak’ı zindana götürün, maskaralığına, riyakarlığına aldanmayın, boş karnına davul gibi vurun da, nesi var, nesi yok bize haber versin!.. Davulun derisi kuru olursa sesi başka çıkar, yaş olursa başka çıkar. İçinde bir şeyler varsa başka ses verir, yoksa başka ses verir. Neler öğrenirseniz gelin bana haber verin, dedi.

Delhak:

- Aman padişahım, yavaş ol!.. Affetme yüzünü gizleme!.. Bana azap etmek için neden bu kadar acele ediyorsun?. Elindeyim zaten!.. Kuş değilim ki uçayım!. Allah için verilen cezada acele etmek doğru değildir!. Fakat kendi kızgınlığından, gelip geçici heva ve  hevesinden verilen cezada acele edilir!.. Ki bir an önce kendisini razı etmeye bakar!. Kaza ve kadere razı olursa kızgınlığı yatışır, öç almaktan vaz geçer!. Belayı def etmenin çaresi, sitem etmek değildir. Çare aftır, ihsandır, keremdir!. Nebi: “Sadaka, belayı def eder!.” diyor. Ey yiğit; hastalığını sadakayla tedavi et!. Sadaka, yoksulu yakmak, hilm gözleyen gözü kör etmek değildir...

Padişah  dedi ki:

- Hayır yerinde yapılırsa iyidir,doğrudur. Şah yerine at sürmek bilgisizliktir. Şeriatta ihsan da vardır, ceza da.

Adalet nedir?. Bir şeyi layık olduğu yere koymak... Zulüm nedir?. Layık olunmayan yere koymak!.. Allah’ın yarattığı hiç bir şey abes değildir!. Kızgınlık, hilm, öğüt, hile...... hepsi doğrudur. Bunların hiç biri mutlak olarak ne hayırdır, ne de şer!.. Her birinin yerine göre yararı da vardır, zararı da!.. Onun için bilgi vaciptir, gereklidir. Yoksul dediklerine öyle cezalar vardır ki; ekmekten de yeğdir, helvadan da.. Vaktinde vurulan bir sille, yoksulun boynunu vurulmaktan kurtarabilir, zamansız yenen helva da safra yapar!.. Vurmak aslında kötü huyadır, kilim dövülmez, tozu dövülür. İhlas sahibine meclis, ham kişilere de zindan vardır!. Yarayı deşmek lazım ki iyileşsin. Deşmeden merhem sürersen , yaranın altındaki eti de hasta eder!.

Delhak:

- Beni bırak demiyorum, ara, sor, tahkik et diyorum. Acele etme, birkaç gün sabret. Bu zaman zarfında bir şeye karar verirsen, kulağımı o zaman çekersin, dedi.

Nebi: “Onlar işlerini meşveretle yapar” diyor. Danışmakta hata ve eğrilik az olur!. Akıl kandile benzer. Elbette ki yirmi kandil, bir kandilden daha fazla ışık verir. Belki aralarına bir de gökyüzünün nurundan yanmış bir kandil düşer!.. Apaçık ortada olan kıbleden gafil oldun mu, her batıl kıblenin maskarası olursun!...

Mesnevi:6.Cilt-Sayfa:198-.......-207

 

ANASAYFA