|
DELHAK
Delhak,
Tirmiz padişahı Seyyid’in her şeyi bilen akıllı bir maskarasıydı.
En iyi sohbet arkadaşı, en iyi hikayeleri bilen, tatlı dilli, nüktedan,
insanların nabzına göre şerbet vermesini çok iyi beceren, hoş lâtifeler
eden, padişahı sevindirip güldüren bir hal hokkabazı idi adeta!..
Huzurda olduğunda öyle şeyler anlatırdı ki, hem sözdeki ustalığı,
hem de bunları pervasızca anlatması hoşlarına gider, kahkahadan
terlere batarlar, yerlere dahi yığılıp, böğürlerini tutarak katıldıkları
olurdu.
Padişahın
Semerkant’ta çok önemli bir işi vardı ve bu işi derhal yapıp
gelecek bir adama ihtiyaçları vardı. Tellal bağırttılar
memleketin her tarafında.. En ücra yerlerde bile duyuldu münadilerin
sesleri:
-
Ey ahali!.. Duyduk duymadık demeyin!.. Padişahımız Efendimizin
Semerkant’ta çok mühim bir işi vardır!.. Beş günde oraya gidip
gelecek yiğit aranmaktadır!.. Bu işin üstesinden gelene hazineler
bağışlayacaktır Sultanımız Seyyid Han!... Duyduk duymadık
demeyin!....
Köyünde
bulunan Delhak’da duydu tellalların ilanlarını. Eşeğine bindi,
Tirmiz’e doğru yola koyuldu. Devamlı koşturmaktan sakatlandı biçare
eşek. Bir at temin edildi, onunla devam etti yola. Dinlendirmeden,
uzun süreli binmekten dolayı o da çatladı yolda. Nihayet toza,
toprağa bulanmış, eli yüzü pislik içinde, elbiseleri perişan
halde ulaştı Tirmiz’e. Hiç dinlenmeden, temizlenmeden sarayın
yolunu tuttu, kapıdaki nöbetçilere:
-
Vakitsiz ve uygunsuz durumdayım biliyorum, ama, tez haber verin,
hemen sultanımızın huzuruna çıkmam gerekiyor, dedi.
Haber
Sultana uçuruldu hemen. Divanda bulunanlar ile padişah işkillendi..
Delhak’ın vakitsiz, toz toprak içinde sarayın kapısına dayandığı
şehirde de duyulmuş, halka bir vesvesedir gitmişti. Her kes kendine
göre yorumlar yapıyor, bir fitne havası anında her tarafa ulaşıp,
fısıltı haberleri alt üst ediyordu ortalığı:
-
Duydun mu? Düşman geliyormuş!..
-
Harzemşah ordu toplamış ki, yer görünmez!.. Bugün yarın dayanırmış
şehrin kapılarına!..
-
Ülkenin bir tarafı sellerden, bir tarafı başka belalardan harap
vaziyette imiş, duydun mu?.
-
Filanca söyledi, büyük bir fitne zuhur etmiş, filanca yerde!..
Bu
konuşulanların hepsinin sonuna da:” Delhak, bunu padişaha haber
vermek için günlerce at sırtında, bilmem kaç tanesini çatlatarak
yolarda imiş. Kendisi bizzat filancaya söylemiş, oda bana:
-
Aman ha!.. Kimseye söyleme, diyerek haber verdi. Benden duymuş olma,
seni sevdiğim için haber verdim, ona göre ha!.. diye tembihatı da
, sözüne inanılsın diye eklemeyi ihmal etmiyorlardı.
Gariptir...
Aynı sözler bir müddet sonra dönüp dolaşıp, başkaları tarafından
kendisine ulaştırıldığında ise, inanıveriyorlardı.
Meraklanan
halk sarayın kapısında toplanmaya başlamış, kalabalık her an
artmakta, bir süre önce içeri alınan Delhak’ın vereceği
haberden dışarıya sızacak olanları dört gözle, büyük merak içerisinde
beklemeye koyulmuşlardı.
Delhak
huzura alınınca, eğildi, saygıda kusur etmeden yeri öptü,
ellerini bağladı, derin derin nefesler alarak beklemeye başladı.
Padişah:
-
Ne oldu yahu!.. dedi.
Delhak
işaret parmağını ağzına götürerek, “sus” işareti yaptı.
Orada bulunanlar, sultan da dahil olmak üzere, daha derin bir merak
kuyusuna düştüler, içlerindeki “acaba” ların haddi hesabı
yokken, sultan:
-
Ne var yahu, ne oldu!.. Harzemşah’mı girdi memleketin bir tarafından,
seller mi geldi de, halkımdan bir kısmı felakete uğradı?. Bu perişanlığın,
bu acele gelmenin sebebi nedir? Dedi.
-
Ey kerem sahibi padişahım!. Durda bir nefes alayım, aklım başıma
gelsin, dedi. Beklemeye başladı. Vehimler arttıkça artmış.
Sinirler gerildikçe gerilmişti ki, Delhak’ın alaycı sesi buz
gibi düştü ortalığa:
-
Sultanım, memleketin her tarafına tellallar çıkartıp bağırttınız
ki; Semerkant’taki işinizi beş günde görecek olana hazineler bağışlayacaksınız
ya, koşa koşa gelip haber vereyim dedim, bende böyle bir çeviklik,
hız, güç yoktur. Benden medet ummayın!... Umudunuzu kesin
benden!.. Ben bu işi yapamam, dedi.
Padişah:
-A
ham herif!.. Hay, canına lanetler olsun!.. Şehire yüzlerce korku
saldın, insanları merak, korku ve endişe içerisinde bıraktın!..
Fesattan, dedikodudan inlemekte memleket!.. Biz dahi bunca şey düşündükten
sonra, halk neler düşünmüştür kim bilir?.. Ortada hiç bir şey
yok iken şu yaptığına ne demeli?.. Kendi kendine gelin güveyi
olmak gibi.. dedi.
Vezir:
-
Ey doğruların dayanağı olan padişahım: Şu aşağılık vezir
kulun da bir kaç söz
söylemek ister, izininiz olursa...
Padişah,
söyle anlamında işaret edince, vezir:
-
Delhak, köyden bir şeyler söylemek için geldi, lakin, şimdi vaz
geçti, pişman oldu. Havadan sudan konuşarak söyleyeceklerini
gizlemekte, maskaralıkla bu işten kurtulmanın yollarını aramaktadır.
Kını gösterip, kılıcı gizlemekte, acımadan sıkıştırmak
gerekiyor. Fındığı, fıstığı yahut cevizi kırmadıkça ne içi
meydana çıkar, ne de yağı alınabilir?.. Maskaralığına aldırmayın
bunun... Yüzüne bakın, nasıl da rengi sarardı, bacakları
titremekte!.. Allah: “Niyetleri yüzlerinde görünüp durur”
dedi. Çünki, dış için aynasıdır!.. Yüz içteki sırrı söyler,
açığa vurur!..
Delhak;
feryat ve figanlar ederek,coşup köpürerek vezire çıkıştı:
-
Vezir, vezir!.. Bu yoksulun kanına girmeye kalkma. Gönüle nice şüpheler,
nice vehimler gelir ki, yerinde değildir!.. “Şüphe yok ki, şüphenin
bazısı suçtur, günahtır...”, sitem yoksullar hakkında olursa
hiç doğru değildir!.. Padişah kendisine kötülük edenleri bile
incitmezken, kendisini güldüreni nasıl incitir?..
Fakat,
vezirin sözleri padişahın aklına yattı:
-
Delhak’ı zindana götürün, maskaralığına, riyakarlığına
aldanmayın, boş karnına davul gibi vurun da, nesi var, nesi yok
bize haber versin!.. Davulun derisi kuru olursa sesi başka çıkar,
yaş olursa başka çıkar. İçinde bir şeyler varsa başka ses
verir, yoksa başka ses verir. Neler öğrenirseniz gelin bana haber
verin, dedi.
Delhak:
-
Aman padişahım, yavaş ol!.. Affetme yüzünü gizleme!.. Bana azap
etmek için neden bu kadar acele ediyorsun?. Elindeyim zaten!.. Kuş
değilim ki uçayım!. Allah için verilen cezada acele etmek doğru
değildir!. Fakat kendi kızgınlığından, gelip geçici heva ve
hevesinden verilen cezada acele edilir!.. Ki bir an önce
kendisini razı etmeye bakar!. Kaza ve kadere razı olursa kızgınlığı
yatışır, öç almaktan vaz geçer!. Belayı def etmenin çaresi,
sitem etmek değildir. Çare aftır, ihsandır, keremdir!. Nebi:
“Sadaka, belayı def eder!.” diyor. Ey yiğit; hastalığını
sadakayla tedavi et!. Sadaka, yoksulu yakmak, hilm gözleyen gözü kör
etmek değildir...
Padişah dedi ki:
-
Hayır yerinde yapılırsa iyidir,doğrudur. Şah yerine at sürmek
bilgisizliktir. Şeriatta ihsan da vardır, ceza da.
Adalet
nedir?. Bir şeyi layık olduğu yere koymak... Zulüm nedir?. Layık
olunmayan yere koymak!.. Allah’ın yarattığı hiç bir şey abes
değildir!. Kızgınlık, hilm, öğüt, hile...... hepsi doğrudur.
Bunların hiç biri mutlak olarak ne hayırdır, ne de şer!.. Her
birinin yerine göre yararı da vardır, zararı da!.. Onun için
bilgi vaciptir, gereklidir. Yoksul dediklerine öyle cezalar vardır
ki; ekmekten de yeğdir, helvadan da.. Vaktinde vurulan bir sille,
yoksulun boynunu vurulmaktan kurtarabilir, zamansız yenen helva da
safra yapar!.. Vurmak aslında kötü huyadır, kilim dövülmez, tozu
dövülür. İhlas sahibine meclis, ham kişilere de zindan vardır!.
Yarayı deşmek lazım ki iyileşsin. Deşmeden merhem sürersen ,
yaranın altındaki eti de hasta eder!.
Delhak:
-
Beni bırak demiyorum, ara, sor, tahkik et diyorum. Acele etme, birkaç
gün sabret. Bu zaman zarfında bir şeye karar verirsen, kulağımı
o zaman çekersin, dedi.
Nebi:
“Onlar işlerini meşveretle yapar” diyor. Danışmakta hata ve eğrilik
az olur!. Akıl kandile benzer. Elbette ki yirmi kandil, bir kandilden
daha fazla ışık verir. Belki aralarına bir de gökyüzünün
nurundan yanmış bir kandil düşer!.. Apaçık ortada olan kıbleden
gafil oldun mu, her batıl kıblenin maskarası olursun!...
Mesnevi:6.Cilt-Sayfa:198-.......-207
|