|
ELİ
KESİK ŞEYH
Yalnızlığı
arkadaş ve yoldaş edinmiş, dağlarda yaşayan bir şeyh var idi.
Hak şarabını içtiğinden; erkeklerin de, kadınların da sözlerinden
usanmış, yurt tutmuştu dağları, yalnızlığı. Ağaçların
meyveleri ile yetinir, başka gıda aramazdı. Bir gün ahdetti kendi
kendine:
-
Yarabbi!... Seninle ahdim olsun ki; yalnızca rüzgârın yere düşürdüğü
meyveleri yiyeceğim. Elimi hiç bir dala uzatmayacağım, hiç birini
koparmayacağım... dedi.
Bir
zaman ahdine vefa gösterdi, ağaçlardan elleriyle meyve koparmadı,
düşenlerle gıdalandı. Fakat nihayet kaza ve kaderin imtihanları
çıkageldi. Derviş tam beş gün ağacı silkelemedi, uzanmadı da.
Fakat açlık, sabrını tüketmekte idi. Yukarı baktı, dalın
birinde bir kaç armut gördü. Lakin sabredip, kendini tuttu. Bu sırada
bir rüzgâr esti, dalı eğdi, dervişin nefsi onları yemeye
meyletti, galip de geldi. Açlık zayıflık bir yandan, takdir bir
yandan; zahidi sözünde durmaktan alıkoydu. Verdiği sözü bir yana
bırakıp, daldaki armudu koparıp yedi. Fakat hemencecik Allah’ın
azabı erişti.
Bu
yüzden sözlerinizde daima “inşallah” diyin... “Allah
dilerse” diyin. Çünki: “Ben gönüle her zaman başka bir meyil
veririm... Her sabah yeni bir işte, yeni bir güçte oluruz!.. Her
şey bizim dileğimize göre meydana gelir...” denmiştir.
Hadiste de : “Gönül; ovada rüzgârlara tabi bir tüye benzer. Rüzgâr
onu dilediği yana götürür”
buyuruluyor
.
Şu halde neden gönlün dileğine uyar da ahdeder,
sonra da pişman olursun? Fakat
bu dahi, Allah hükmüyledir, O’nun
takdiridir. Kuyuyu
görürsün de, çekinmeye kudretin olmaz... uçan kuşun tuzağı göremeden
taneye uzanmasına hayret edilmezki!... Şaşılacak olan şudur : Hem
tuzağı görür, hem de ister istemez o tuzağa düşer. Gözü açık,
kulağı açık, tuzak önünde... yine de kendi kanadıyla tuzağa doğru
uçar.
Bir
yere bir sürü hırsız konmuşlar, çaldıklarını aralarında
paylaşırlarken, bunları gören birinin
haber vermesi sonuca şahne ve adamları baskınla kıskıvrak
yakalarlar onları, ve de yakınlarında duran zahidi de. Şahne
hiddetle adamlarına emri verdi:
-
Bunların ellerini, ayaklarını kes!...
Cellat
hemen oracıkta hepsinin sol ellerini, sağ ayaklarını kesmeye başladı.
Bu arada zahidin de eli kesildi, tam ayağı kesilecekken bir gürültüdür
koptu . Gelen rütbesi çok yüksek bir atlı, cellada:
-
Be hey köpek!... Kendine gel!.. Bu filan şeyh dir. Neden onun elini
kestin, diye bağırır.
Cellat yakalarını yırtarak, ağlaya ağlaya gelip şahneye durumu
anlattı. Şahne ayakkabılarını dahi giymeden koştu:
-
Allah şahidimdir ki bilmedim, ey kerem sahibi, ey cennetliklerin
ulusu; bu kötü kişiyi affet, hakkını helal eyle, beni bağışla
!... diye yalvarmaya başladı.
Şeyh
dedi ki:
-
Bunun sebebini biliyorum, suçumu anlıyorum. Ben O’nun yemininin hürmetini
terk ettim, O’nun adaleti de benim bir elimi kestirdi. Kötü olduğunu
bildiğim halde ahdimden döndüm, bedeli elime geldi. Sevgilinin
hükmüne elimiz de feda olsun, ayağımız da, beynimiz de, derimiz
de!.. Bu bana kısmetmiş, sana helal ettim. Bilmeyerek yaptın
zaten, bir suçun yok senin . Hâlimi bilenin fermanı yürür, emre itiraz etmek olur
mu?!...
Nice
kuş vardır ki uçup tane arar... boğazı; boğazının kesilmesinin
sebebidir!... Açlık ve mide nicesini kafeslere hapsetmiştir!..
Nice
balık; su içinde emniyette iken, midelerinin hırsı yüzünden
oltaya tutulmuştur!...Nice namuslu,örtülü kadınlar vardır
ki;ferciyle , boğazının şomluğundan rüsvay olmuşlardır!.. Nice
bilgili ve iyi huylu kadı vardır ki; boğazının yüzünden rüşvet
almıştır!.. Bayezid dahi namaz kılma hususunda bir
tembellik gördü kendinde de; “Tam
bir yıl su içmeyeceğim ..” diye ahdetti, sözünde durdu,
mücahedesi neticesi sultan oldu, ârifler kutbu oldu. Şeyhin
de eli boğazı yüzünden kesildi, ve o zahid adamın şikayet kapısı
bağlandı. Adı halk arasında , “Şeyh-i Akta= Eli kesik şeyh”
kaldı. Her kes onu bu adla tanıdı.
Onu
birisi ottan çöpten yapılmış bir gölgelikte, iki elle zembil
rerken gördü. Şeyh ona dedi ki:
-
Ey canının düşmanı, neden böyle küstahlık edip, izin almadan
yanıma geldin?
Adam
dedi ki:
-
Sevgimden,engelleyemediğim sizi görmeye olan arzumun fazlalığından.
Şeyh
gülümseyerek dedi ki:
-
Öyleyse gel. Fakat ey ulu kişi; bunu gizle. Ben ölmeden ne bir
dosta, ne bir sevgiliye, ne de aşağılık bir kişiye; hiç ama hiç
kimseye söyleme!...
Bundan
sonra bir bölük halk onu penceresinden , iki elle zembil örerken gördüler.
Şeyh:
-
Yarabbi!.. dedi, hikmetini sen bilirsin . Ben gizliyorum, sen âşikâr
ediyorsun, dedi.
Ona
şöyle ilham geldi:
-
Bir kaç kişi senin elinin kesik olmasını kınadılar, sana münkir
oldular: “O herhalde yolda
yalancıydı ki , Allah onu bu taife arasında rüsvay etti !...”
dediler. Ben onların kâfir olmasını, bu azgınlıkla, bu sapıklıkla,
, bu kötü şüpheyle geçip gitmelerini istemem. Onun için şu
kerameti aşikâr ettim ki; iş işlediğin zaman iki elli olasın. Ki o biçareler ; hakkında kötü bir şüpheye
düşüp de huzurumdan kovulmasınlar. Gerçi sana bu kerametler
olmaksızın da daha önce bizzat teselliler verdim. Bu kerametleri
ise ancak onlar için verdim, bu mumu onlar için yaktım. Sen ölümden; bedeninin cüzlerinin ayrılacağından korkmaktan geçtin.
Sende; başının , ayağının gideceğine dair korku kalmadı. Vehmi
bırakmak , senin için ulu bir siper oldu...
Mesnevi:3.Cilt
- Sayfa:131-...140 |