mevsol.gif (323 bytes)

mevsag.gif (324 bytes)

EYAZ

Padişahın; aklına güvendiği, samimiyetinden, bağlılığından asla şüphe duymadığı kölelerinden biri idi Eyaz. Bir çok meziyetinin yanında, geçmişte yaşadığı yoksul günlerini unutmaz, gurura kapılıp, vehminin esiri olmamak için o günlerinin yadigarı olan postu ile çarığını koyduğu bir odayı her gün ziyaret eder, karşılarında durarak uzun uzun seyreder, kavuştuğu nimetlere şükrederken, bütün bunlara ulaşmasının sebebi olan velinimeti padişahına daha içtenlikle hizmette bulunurdu. Mutat ziyaretler başkalarının da dikkatini celp eder, özellikle onu çekemeyenler, zanlarını önlerine koyarak; padişaha, hakkında söylemedikleri şey, yapmadıkları iftira kalmazdı. Hele odadan çıkarken kapısını sıkı sıkı kilitleyip, anahtarını dikkatle kuşağına sokması, takipçilerini iyice işkillendirir, saklı olduklarını düşündükleri Eyaz’ın hazinesi hayallerinde günden güne artar, padişahın hazinesini dahi gölgede bırakacak duruma geldiği sanırlardı. Dedikodunun ayyuka çıkmasına dayanamayan padişah, bir kuşku duymamasına rağmen, koğucuların önüne geçmek için, duygularını da kimseye belli etmeden:

- Tuhaf şey!.. O kölenin bizden gizlediği nedir ki? Gidin, kapısını açın, bulduklarınızı yağmalayın!.. İçeride bulacaklarınızı da her kese gösterin ki, ibret olsun!.. Bizden bu kadar ikramlar gördüğü, sayısız lütuflarımıza nail olmasına rağmen, hasisliğinden altın, gümüş biriktirir ha!.. Vefa göstermede, seviyorum deyip, coşup, köpürmede!.. Hey gidi buğday gösterip, arpa satan hey!.. Sevgide dirilik bulana, kulluktan başka her şey haramdır!.. Dedi.

Gece yarısı o bey otuz kadar adam aldı yanına, Eyaz’ın odasını açmaya gittiler. Her birinin kafasında değişik hayaller vardı.
- Odayı açacağız, altınlara, gümüşlere ulaşacağız, diyordu biri..
- Altın, gümüş nedir ki? Akik, lâ’l, inci...  Daha neler, neler?!.. Çünki padişah mahzeninin has kulu, hatta padişaha can mesabesinde!.. Yakutun, akikin, incinin lafı mı olur, diyordu bir başkası.
Kapının önüne geldiler, hazinelere kavuşmak ümidi ile kilite el attılar, pek sağlam, doğrusu şimdiye kadar karşılaşmadıkları bir türden idi. Çırpınarak yüzlerce hüner sergilediler ama nafile, başaramadılar. Kötü zanları arttıkça artmış; Eyaz’ın, sırrını halktan gizlemek için bu açılmayacak kilidi yaptırdığını, muhkemliğinin, içinde saklanandan kaynaklandığını düşünerek, kapıyı açmak yerine kırmak yolunu tuttular. Yüzlerce hırsla, yüzlerce hevesle yüklendikçe yüklendiler. Sonunda tazyike dayanamayan kapı ardına kadar açılıverdi önlerinde. İşte hayallerini kurdukları, rüyalarını süsleyen, zanlarının biricik meyvesi önlerine serilmiş, “girin içeri, beni alın...”   diye göz kırpıyordu adeta!..

Kokmuş ayrana üşüşen sinekler misali, birbirlerini çiğneyerek doluştular odaya!.. Sağa sola bakındılar.. O da ne?.. Yırtık bir çarıkla, eski bir kürkten başka bir şey yoktu odada.
- "Allah Allah!... Olamaz!... Bu çarık işi gizlemek için olmalı!... Yoksa başka izahı olabilir mi?... Mutlaka bir taraflara gömülmüştür!..." Diye homurdanırken:
"Keskin kazmalar getirelim arkadaşlar, her tarafı kazalım!.. Mutlaka bir yerlerde olmalı!.." dediler.
Her tarafı kazdılar. Kazma sesleri sarayda yankılanırken, çıkan tozdan göz gözü görmüyordu. Çukurlar kazdılar, delikler açtılar.. Her seferinde ki umutsuzluk, “acaba şurada mıdır?” sorusuyla yeni bir umuda terk etti yerini.

Netice; iştiyakla sallanan kazmalar yerini “Lâ Havle...” lere bırakırken, utanç ve pişmanlık dolmaya başladı kalplere. Pes ettiler, elleri böğürlerinde kala kaldılar öylece. Ne diyeceklerdi şimdi?.. Duvarların, kapıların yarıkları, tabanın delikleri ; Eyaz’ın huzurunda, aleyhlerinde birer tanık, kendileri için birer utanç vesilesi idi.
Hasılı üstleri , başları toz toprak içinde, yüzleri sararmış, utanmaktan başları önlerine eğik olduğu halde sultanın huzuruna çıktılar.

Padişah, mahsustan fikrini gizleyerek onlara:
- Hayrola?.. Koltuklarınızın altında ne altın torbaları, ne de kumaşlar var!.. Eğer bunları gizlediyseniz, yüzünüzde neşe göremiyorum!.. Ne oldu, dedi.
Adamlar; padişahın önünde eğildiler yerlere kadar, yalvararak dediler ki:
- Ey Cihan Padişahı: Kanımızı da döksen helaldir sana. Canımızı bağışlarsan bu da bir nimet, lütuf ve ihsandır. Biz bize layık olanı işledik. Sen ise ne buyruk edersen yerine gelir. Suçumuzu bağışlamazsan da haklısın, bağışlarsan da lütfunu izhar edersin.
Padişah dedi ki:
- Bu yalvarıp yakarmaları ben istemem. Bu; Eyaz’ın hakkıdır. Yapılan kötülük; bana değil, onadır. Bu yara, o izi güzel kölenin damarlarına vurulmuştur. Can bakımından biriz ama, gerçekte ben; bu kârdan da, zarardan da uzağım !.. Dedi.

Padişahı gafil sanma. O, her kesin yaptığını bilir. Bilir de; bildiğini dışarı vurmasına “HİLM”i mani olur. Zaten suç, önce onun Hilm’i yüzünden meydana gelir. Yoksa, onun korkusu, kimde suç işlemek için takat bırakır ki?.. Hilm sakisinin şarabı olmasaydı; Şeytan, Adem’le kavga edebilir miydi?

- Ey Eyaz, ey tertemiz olan ve kötülüklerden yüzlerce defa sakınıp, çekinen !.. Yüzlerce defa sınasam seni yine bir hile bulamam. Halk sınanmadan utanırken; sen, herkesi utandırıyorsun!.. Diye devam etti padişah.
Eyaz dedi ki:
- Padişahım: Bu lütuf ve ihsan senindir. Bunu böyle bilirim ben. Yoksa o çarıkla, posttan ibaretim. Onun için Resul: “Kim kendini bilirse Rabbini de bilir” demiştir.
Padişah:
- Ey Eyaz!.. Şimdi gel de ceza ver. Alemde görülmemiş adaletin temelini at. Suçluların ölüme müstahaktır. Yalnız onları meyli, senin affın ve hilminden yanadır. Bakalım merhametin mi üstün çıkacak, öfken mi?. Halkı avlamak için elest ahdından beri hilm dalı da vardır, hışım dalı da. İstersen bu anlatış kalsın. Hasların kasesini halkın önüne koyma. Ey Eyaz, bu işi çabuk bitir. Çünki bu öç alma beklenmektedir... Dedi.
Eyaz:
- Padişahım, dedi, bütün ferman senin. Güneş varken yıldız görünmez. Hırkamla, postumdan geçebilseydim hiç böyle kınama tohumu eker miydim?.. Bu suçluların gafletleri, küstahlıkları; ey af madeni padişah, senin affının çokluğundan meydana gelir. Yağma zamanı halkın uykusu gelmez. Hırkamı çalmasınlar diye uyumaz. Hırka korkusuyla bile uyku kaçarsa, artık can korkusundan kim uyuyabilir ki?.. Kendi hatalarını ve suçlarını anladılar. Onlar senin hususiyetinden sarhoşturlar. Ey affeden Allah; kendi sarhoşunu affet!..

Mesnevi:5.Cilt-Sayfa:153-............-343

ANASAYFA