mevsol.gif (323 bytes)

mevsag.gif (324 bytes)

KONUK ÖLDÜREN

Rey şehrinin kenarında bir mescit vardı. Orada geceleyen herkes , sabah korkudan ölmüş olarak bulunurdu. Durumu kendi açılarından anlatmak isteyenler, türlü yorumlarda bulunur, kimileri:

-Kuvvetli periler var orada, geceleyenleri kör kılıçla kesiyorlar...

Kimileri:

-Mutlaka bir sihir veya tılsım olmalı ... derken, insaf sahibi bazı insanlar da:

-Mescidin kapısına bir uyarı yazısı asalım, diyelim ki : “Ey konuk !... Eğer canına kastin yoksa burada geceleme. Bilesin ki ölüm sana pusu kurmuştur .. Zira , geceyi burada geçirmeye kalkıp da sabaha sağ olarak çıkan görülmemiştir !...”

Başka bir gurup ta:

-Bunların hepsi iyi hoş da, eksik tarafları var. Herkes yazı bilmez, karanlıkta görülmez de. Geceleyin kilit vuralım kapısına, olsun bitsin. Böylece bilmeden girilmesini de önlemiş oluruz, dediler.

Günlerden bir gün, mescidin şaşılacak şöhretini duymuş bir konuk geldi.  Yiğit, yaşamaktan usanmış, biraz da maceraperest birisi. Gece mescitte yatıp, tecrübe etmek istiyordu. Dedi ki:

-Bu başa, bu vücuda pek aldırış etmem ben.  Say ki , can hazinesi için bir zerre gitmiş, ne çıkar?... Görünen ten gidiversin, ben Bâki oldukça sûret eksik olmaz zaten. Zira , ben o sûretten ibaret değilim ki!... Allah’ın lûtfuyla hem:” Ben insana ruhumdan ruh üfledim!...sırrına mazharım , hem de :Ey doğru kişiler, ölümü dileyin!...âyetinin sırrına.  Ben de doğrucuyum, ve bu söze canımı veririm.

Halk dedi ki:

-Sakın burada gecelemeye kalkma. Garip bir kişiye benziyorsun, bilemezsin, kat’iyyen tesadüf değil bu . Bir kişiden yüz kişiye kadar, nice ölenleri gözlerimizle gördük burada. Birisinden duyup anlatmıyoruz.  Nebi: “Din nasihattir!...” buyuruyor. Sana olan muhabbetimizden söylüyoruz bunları. Sakın akıldan ve insaftan ayrılma.

Konuk dedi ki :

-Ey öğüt verenler!.. Yaptığımdan pişman değilim, hayata doydum. Hiç bir şeye aldırış etmeyen, ölümünü arayan bir tembelim. Sakın ola yiyecek içecek tembeli sanmayın. Âleme el, avuç açan, para, pul toplayan cinsten bir tembel değilim ben . Sıçrayıp varlıktan kurtulan ve bir madene ulaşan tembelim. Kuşa kafesinden çıkıp  uçmak  nasıl hoş gelirse , bana da ölmek ve bu yurttan göçmek öyle hoş ve tatlı gelir.  Bahçeye, güllerin çimenlerin arasına konmuş bir kafesteki kuşu düşünün. Kurtulmak için neler yapmaz?.. Her delikten başını dışarı çıkarıp denemez mi kurtulmayı?... Onun gönlü de , canı da dışarıdadır. Kafesin dışında gezen kedilerden korkan kuşa benzer mi hiç bu?... Öyleleri ister ki kafesin dışında bir kafes daha olsun.

Ahali dedi ki:

-Gel bu sevdadan vaz geç. Burada gecelemek uzaktan kolay görünür ama, sonuna varmak zordur. Nice kasılan , böbürlenen kişiler imdat aradılar sonunda. Savaştan önce halka kolay gözükür savaşmak. Lâkin işin içine girince rengi değişir olayın. Eğer aslan değilsen ileriye ayak atma. Çünki ecel kurttur, can ise koyun.  Koyununu aslan yapmışsan , yani Abdal olmuşsan sana korku yoktur artık. Abdal kimdir?... Varlığı değişmiş olan!... Şarabı, sirke kesilendir. Fakat sarhoşluktan dolayı kendini aslan sanıyorsan, sakın bir adım daha atma ileri. Ey canı pek adam!... Zaten mescidimizin adı çıkmış, bizi daha fazla töhmet altında bırakma, yiğitliği bırak, Zühre yıldızı arşınla ölçülmez. Senin gibi çoklarının sonu, sakallarını yolmak oldu. Aklını başına al. Kendini de vebale sokma, bizi de!...

Konuk dedi ki :

-Dostlar, ben bir Lâhavleden korkup kaçacak şeytanlardan değilim. Bakın size bir kıssa anlatayım :

Bir çocuk ekin bekçiliği yapar, kuşlar yemesin diye ha bire elindeki tefi çalar dururdu. Günün birinde tarlanın yanına Sultan Mahmut’un ordusu kondu. Nöbet davulunu taşıyan deve çocuğun tarlasına girdi, başladı ekinleri yemeye, çocuk da onu kaçırmak için tef çalmaya koyuldu.  Ama nafile... bu deve tef sesinden ürküp kaçmıyordu. Uzaktan olaya muttali olan akıllı bir kişi gelerek çocuğa  dedi ki:

-A çocuk, senin bu tefceğizin ona vız gelir. O deve var ya!... Ordunun nöbet davulunu taşır. Kocaman davul her gidiş ve dönüşte onun sırtındadır ve durmaksızın çalınır.

Devam etti konuk:

-Ben de Lâ kılıcıyla kurban olmuş bir âşıkım.  Canım ise, bela davulunun nöbet vurulduğu yer. Sizin bu tehditleriniz o çocukcağızın tefceğizi gibidir bana. İsmail as. mensup olanlardanım, ölümden çekinmişliğim yoktur.  Hatta O’nun gibi başından geçmişlerdenim.  Nebi ne diyor : “İhsan edilecek şeye verilecek karşılığı iyice bilen bu dünyada ihsanda bulunur!...”  İnsan için candan iyi bir şey yoksa , can azizdir. Yoksa hor ve hakirdir.  Mal ile beden hemencecik eriyip giden kardır. Fakat satlığa çıkarınca , alıcısı Allah’tır.   Onun için ben bu mescitte kalacağım ve uyuyacağım , dedi.

Çaresiz kalan şehir halkı birer ikişer çekildiler mescitten, evlerine döndüler.

Konuk gece yarısına doğru şiddetli bir tılsım sesi duydu, dedi ki:

-Bu ses bayram davulunun sesi, neden korkacakmışım?.. Korkacaksa, tokmağı yiyen davul korksun.

Kendi kendine de:

-“Gönül ; sakın titreme ve korkma!... Ya Haydar gibi ülkeyi fethederim, yahut da  canım bedenimden gider!..”  söylenirken yerinden fırladı, bağırmaya başladı :

-Ey ulu adam!. İşte buracıkta hazırım. Ersen gel!..

Tılsım hemencecik bozuldu, her taraftan altınlar dökülmeye başladı. O kadar çok altın döküldü ki, her tarafın dolup, kapının kapalı kalacağından korktu , ta seher çağına kadar dışarıya çuvallarla altın taşıyıp durdu. 

Altına tapan kişilerin hatırına bu hikayeyi duyunca hemen zahiri altın gelir. Çocuklar da oynarken saksı kırıklarına altın adını verirler ya!.. Fakat erlerin kastettiği altın , ne o altındır, ne bu altın. Onlar ,üstüne Hakk’ın adı basılmış hakiki altından bahsederler. Gönül o altından ganileşir, parlaklık ve aydınlıkta her şeyden üstün olur. O mescit bir mumdu, adam da pervane... ateş kanadını yaktı ama, daha güzel bir kanat ihsan etti. Oğul, sen de Allah erini görünce onda insanlık ateşi var sanıyor, onu insan görüyorsun... halbuki o sıfat sende... bâtıl olan zannın ateşi de bu tarafta , dikeni de!...

Mesnevi:3.Cilt - Sayfa : 320 -....-357
Hamdi CENİK/İSTANBUL

ANASAYFA