KONUK
ÖLDÜREN
Rey
şehrinin kenarında bir mescit vardı. Orada geceleyen herkes , sabah
korkudan ölmüş olarak bulunurdu. Durumu kendi açılarından
anlatmak isteyenler, türlü yorumlarda bulunur, kimileri:
-Kuvvetli
periler var orada, geceleyenleri kör kılıçla kesiyorlar...
Kimileri:
-Mutlaka
bir sihir veya tılsım olmalı ... derken, insaf sahibi bazı
insanlar da:
-Mescidin
kapısına bir uyarı yazısı asalım, diyelim ki : “Ey konuk !... Eğer canına kastin yoksa burada geceleme. Bilesin ki ölüm
sana pusu kurmuştur .. Zira , geceyi burada geçirmeye kalkıp da
sabaha sağ olarak çıkan görülmemiştir !...”
Başka
bir gurup ta:
-Bunların
hepsi iyi hoş da, eksik tarafları var. Herkes yazı bilmez, karanlıkta
görülmez de. Geceleyin kilit vuralım kapısına, olsun bitsin. Böylece
bilmeden girilmesini de önlemiş oluruz, dediler.
Günlerden
bir gün, mescidin şaşılacak şöhretini duymuş bir konuk geldi.
Yiğit, yaşamaktan usanmış, biraz da maceraperest birisi.
Gece mescitte yatıp, tecrübe etmek istiyordu.
Dedi ki:
-Bu
başa, bu vücuda pek aldırış etmem ben.
Say ki , can hazinesi için bir zerre gitmiş, ne çıkar?... Görünen
ten gidiversin, ben Bâki oldukça sûret eksik olmaz zaten. Zira ,
ben o sûretten ibaret değilim ki!... Allah’ın lûtfuyla
hem:” Ben insana
ruhumdan ruh üfledim!...” sırrına
mazharım , hem de
:Ey doğru kişiler, ölümü
dileyin!...” âyetinin
sırrına.
Ben de doğrucuyum,
ve bu söze canımı veririm.
Halk
dedi ki:
-Sakın
burada gecelemeye kalkma. Garip bir kişiye benziyorsun, bilemezsin,
kat’iyyen tesadüf değil bu . Bir
kişiden yüz kişiye kadar, nice ölenleri gözlerimizle gördük
burada. Birisinden duyup anlatmıyoruz.
Nebi: “Din nasihattir!...” buyuruyor. Sana olan
muhabbetimizden söylüyoruz bunları. Sakın akıldan ve insaftan ayrılma.
Konuk
dedi ki :
-Ey
öğüt verenler!.. Yaptığımdan pişman değilim, hayata doydum. Hiç
bir şeye aldırış etmeyen, ölümünü arayan bir tembelim. Sakın
ola yiyecek içecek tembeli sanmayın. Âleme el, avuç açan, para,
pul toplayan cinsten bir tembel değilim ben . Sıçrayıp
varlıktan kurtulan ve bir madene ulaşan tembelim. Kuşa
kafesinden çıkıp uçmak nasıl hoş
gelirse , bana da ölmek ve bu yurttan göçmek öyle hoş ve tatlı
gelir. Bahçeye, güllerin
çimenlerin arasına konmuş bir kafesteki kuşu düşünün.
Kurtulmak için neler yapmaz?.. Her delikten başını dışarı çıkarıp
denemez mi kurtulmayı?... Onun gönlü de , canı da dışarıdadır.
Kafesin dışında gezen kedilerden korkan kuşa benzer mi hiç bu?...
Öyleleri ister ki kafesin dışında bir kafes daha olsun.
Ahali
dedi ki:
-Gel
bu sevdadan vaz geç. Burada gecelemek uzaktan kolay görünür ama,
sonuna varmak zordur. Nice kasılan , böbürlenen kişiler imdat aradılar
sonunda. Savaştan önce halka kolay gözükür savaşmak. Lâkin işin
içine girince rengi değişir olayın. Eğer aslan değilsen ileriye
ayak atma. Çünki ecel kurttur, can ise koyun.
Koyununu aslan yapmışsan , yani Abdal
olmuşsan sana korku yoktur artık. Abdal
kimdir?... Varlığı değişmiş olan!... Şarabı, sirke
kesilendir. Fakat sarhoşluktan dolayı kendini aslan sanıyorsan, sakın
bir adım daha atma ileri. Ey canı pek adam!... Zaten mescidimizin adı
çıkmış, bizi daha fazla töhmet altında bırakma, yiğitliği bırak,
Zühre yıldızı arşınla ölçülmez. Senin gibi çoklarının
sonu, sakallarını yolmak oldu. Aklını başına al. Kendini de
vebale sokma, bizi de!...
Konuk
dedi ki :
-Dostlar,
ben bir Lâhavleden korkup kaçacak şeytanlardan değilim. Bakın
size bir kıssa anlatayım :
Bir
çocuk ekin bekçiliği yapar, kuşlar yemesin diye ha bire elindeki
tefi çalar dururdu. Günün birinde tarlanın yanına Sultan
Mahmut’un ordusu kondu. Nöbet davulunu taşıyan deve çocuğun
tarlasına girdi, başladı ekinleri yemeye, çocuk da onu kaçırmak
için tef çalmaya koyuldu. Ama
nafile... bu deve tef sesinden ürküp kaçmıyordu. Uzaktan olaya
muttali olan akıllı bir kişi gelerek çocuğa
dedi ki:
-A
çocuk, senin bu tefceğizin ona vız gelir. O deve var ya!... Ordunun
nöbet davulunu taşır. Kocaman davul her gidiş ve dönüşte onun sırtındadır
ve durmaksızın çalınır.
Devam
etti konuk:
-Ben
de Lâ kılıcıyla kurban olmuş bir âşıkım.
Canım ise, bela davulunun nöbet vurulduğu yer. Sizin bu
tehditleriniz o çocukcağızın tefceğizi gibidir bana. İsmail as.
mensup olanlardanım, ölümden çekinmişliğim yoktur.
Hatta O’nun gibi başından geçmişlerdenim.
Nebi ne diyor : “İhsan
edilecek şeye verilecek karşılığı iyice bilen bu dünyada
ihsanda bulunur!...” İnsan
için candan iyi bir şey yoksa , can azizdir.
Yoksa hor ve hakirdir. Mal
ile beden hemencecik eriyip giden kardır. Fakat satlığa çıkarınca
, alıcısı Allah’tır. Onun için ben bu mescitte kalacağım ve uyuyacağım
, dedi.
Çaresiz
kalan şehir halkı birer ikişer çekildiler mescitten, evlerine döndüler.
Konuk
gece yarısına doğru şiddetli bir tılsım sesi duydu, dedi ki:
-Bu
ses bayram davulunun sesi, neden korkacakmışım?.. Korkacaksa, tokmağı
yiyen davul korksun.
Kendi
kendine de:
-“Gönül
; sakın titreme ve korkma!... Ya Haydar gibi ülkeyi fethederim,
yahut da canım
bedenimden gider!..” söylenirken yerinden fırladı, bağırmaya başladı :
-Ey
ulu adam!. İşte buracıkta hazırım. Ersen gel!..
Tılsım
hemencecik bozuldu, her taraftan altınlar dökülmeye başladı. O
kadar çok altın döküldü ki, her tarafın dolup, kapının kapalı
kalacağından korktu , ta seher çağına kadar dışarıya çuvallarla
altın taşıyıp durdu.
Altına
tapan kişilerin hatırına bu hikayeyi duyunca hemen zahiri altın
gelir. Çocuklar da oynarken saksı kırıklarına altın adını
verirler ya!.. Fakat erlerin kastettiği altın , ne o altındır, ne
bu altın. Onlar ,üstüne Hakk’ın adı basılmış hakiki altından
bahsederler. Gönül o altından ganileşir, parlaklık ve aydınlıkta
her şeyden üstün olur. O mescit bir mumdu, adam da pervane... ateş
kanadını yaktı ama, daha güzel bir kanat ihsan etti. Oğul, sen de Allah erini görünce
onda insanlık ateşi var sanıyor, onu insan görüyorsun... halbuki
o sıfat sende... bâtıl olan zannın ateşi de bu tarafta , dikeni
de!...
Mesnevi:3.Cilt
- Sayfa : 320 -....-357
Hamdi CENİK/İSTANBUL
|