KOCAKARI
Yüzünde
kırışık olmayan yer kalmamıştı neredeyse doksan yaşındaki
kocakarının. Rengi safran sarısı, dişler dökülmüş, saçları
süt gibi ağarmış, beli yay gibi bükülmüş, yanağı, gerdanı
sarkmış kat kat olmuş, her duygusu değişmiş, lakin şehveti ve
koca isteği hâlâ yerindeydi. Erkek avlamaya iştahı vardı ama,
tuzağı paramparça idi. Vakitsiz öten horoza, kızgın ateşe konmuş
boş tencereye, yolcusu olmayan yola benziyordu.
Meydana aşıktı; fakat, ne atı vardı, ne ayağı...
Allah;
ihtiyarlıkta, kafire bile hırs vermesin!.
Köpek kocadığı, dişleri döküldüğü zaman insanlara saldıramaz
da, pisliğe, gübreye saldırır!.. Öyle olduğu halde, şu çöplükteki
köpeklere bir bak ki, her an köpek dişleri biraz daha uzamakta!..
İhtiyar köpeğin tüyleri dökülür derisinden, ama şu gözü oynaştaki
kartlara bak bir kere!.. Bu köpeklerin; aşkları da, hırsları da,
alt yanları ile parayadır!.. Böyle ömür cehennem sermayesidir!..
Birisi
onlara:
- "Ömrün
uzun olsun!.." dese, hoşlanır, gülerler, ağızları açık
kalır!.. Eğer kıl ucu kadar ahireti görebilseydi, böyle diyene:
-
"Senin ömrün uzun olsun!.." derdi.
BİR İNSAN
KOCALDI DA ER OLAMADIYSA , ADINI KOCAKARI TAKIVER GİTSİN!..
Ne
sermayesi var, ne değeri, ne de sermaye kabul edecek kabiliyeti!..
Ne hoş
ve güzel bir şey verir, ne de alır!..
Ne manası
var, ne anlama kabiliyeti!..
Ne dili
var, ne kulağı!..
Ne aklı
var, ne gözü !..
Ne
kendinde, ne kendinden geçmiş, ne de düşünce sahibi!..
Ne niyazı
var, ne nazlanacak güzelliği!.. Soğan gibi kat kat olmuş da her
katı kokmuş!..
Ne bir
yol almış, ne yola gidecek ayağı kalmış!..
O
kahpenin ne bir yanıklığı var, ne bir ah ve feryadı!..
Düdük çalmaya sevdalıydı; fakat ne zurnası vardı, ne dudağı...
Tıpkı şu misaldeki eve benziyordu:
Bir
yoksul gelerek:
- Allah
rızası için bir parça kuru ekmek verin,çok açım!.. Dedi ev
sahibine.
Ev
sahibi:
- Burada
ekmek ne arar, fırın mı burası, aptal adam!.. dedi.
Dilenci:
- Bari
biraz yağ ver, dedi.
- Burası
kasap dükkanı değil,cevabını aldı.
- Azıcık
un ver hiç olmazsa!..
- Yahu
utanmaz adam, değirmene mi benziyor burası?..
- Her şeyden
vaz geçtik, bir çanak su olsun ver de içeyim, dedi dilenci.
- Burası
ırmak değil, cevabını aldı.
Vel hasılı
dilenci ekmekten kepeğe kadar ne istedi ise, ev sahibi kendisiyle
alay etti, yok dedi. Dilenci eve daldı hemen, eteklerini kaldırarak
apdest bozmaya niyetlenince, ev sahibi:
- Ne yapıyorsun,
diye feryadı bastı .. Dilenci de:
- Böyle
yere ancak apdest bozulur, dedi.
O bunak
kocakarı sokağa çıkmak istedi. Aynanın karşısına oturdu. Kaşlarını
yoldu, yanağını, yüzünü, ağzını süslemek istedi, neşeyle
eline aldığı boyayı sürmeye başladı. Fakat pörsümüş
suratı bir türlü boya tutmuyordu. Mushafı aldı eline, aşır başlarındaki
tezhipleri yırtıp yırtıp, tükürükleyerek yüzündeki kırışıklıkları
örtmek için başladı yapıştırmaya. Güzel görünmek, yüzük taşı
gibi fark edilmek istiyordu. Çarşafı giydiğinde yapıştırdıkları
düşüyor, bir türlü yerinde kalmıyordu. Defalarca tekrarladı,
nafile.. Kızdı, köpürdü:
- Lanet
olsun kör şeytana!.. Der demez İblis göründü karşısında:
- A
kademsiz, kadit olmuş, kurumuş, kokmuş kahpe!.. Ben bütün ömrümde
bunu düşünmediğim gibi, senden başka bu işi yapan kahpe de görmedim!..
Öyle bir kötülük tohumu ektin ki, alemde Mushaf bırakmadın.
Yüz tane şeytan ordusundan daha tesirlisin. A pis kocakarı, bırak
beni!..
Kitaptan çaldıklarını yüzüne yapıştırdın ki güzel görünüp,
aldatasın, ama eğreti renk tutmadı. Hurma ağacına bağlanan dal,
hurma işlevi görmedi. En sonunda ölüm çarşafı gelip seni kapladığında,
bütün bu ziynetler düştü yanağından!.. Sükut alemi geldiğinde
bütün dedikodular biter!.. Bari sen o gelmeden sus .. Vay o kişiye
ki ölümle yakınlığı yoktur. Ömrünün ahirinde kalan iki gününde
gönlünü cilala da o aynayı kendine defter edin!.. Kocakarı soğuğunun
soğukluğu, temmuz güneşiyle değişiverir..
A
kocakarı!.. Kaza ve kaderle daha ne kadar savaşacaksın?. Geçmişi
bırak da , elindekini kaybetmeden faydalanmaya bak ondan!..
Mesnevi:6.Cilt-Sayfa:100-.....-105 |