mevsol.gif (323 bytes)

mevsag.gif (324 bytes)

MUSULLU GÜZEL

Adamın biri Mısır halifesine gelerek:
- Sultanım dedi, Musul padişahının öyle bir cariyesi var ki, ne gözler görmüş, nede hayallerden geçmemiştir. Âlemde onun gibi bir güzel görülmemiştir. Güzelliğini tasvirde kelimeler âciz kalır. İşte resmi, şu kağıda bir bakıverirseniz, sözlerimin haklılığını teslim edersiniz,dedi.
Halife kağıttaki resmi görünce hayran oldu, kendinden geçti, elindeki kadeh düştü. Ayıldığında  derhal genç kumandanını çağırdı, dedi ki:
- Orduyu hemen topla, Musul’a git. Eğer o ay parçasını sana teslim ederlerse bir şey yapma, al gel. Yok eğer vermezlerse, orasını tamamiyle yak yık. Ama emaneti sağ salim getir buraya da, yeryüzündeyken ayı kucaklayayım, dedi.
Er, binlerce askerle, davul ve bayraklarla Musul’a yollandı. Vardıklarında şehrin etrafına çekirge sürüsü gibi üşüştüler, Kafdağı gibi mancınıklar kurdular. Atılan taşlar, yağan oklar tam bir hafta sürdü. Bir haftada kanlar oluk gibi aktı, kale mum gibi eridi, yerle yeksan oldu. Nihayet Musul padişahı içeriden bir elçi göndererek, dedi ki:
- Bu şiddetli savaşta Müslümanlar ölüyor, meramınız nedir? Şehri almak istiyorsanız, böyle kan dökülmeden de olurdu. Ben şehirden çıkayım, buyurun gelin girin içeri. Tek , mazlumların kanı dökülmesin. Yok , başka muradınız varsa; altın, gümüş, mal istiyorsanız, bu zaten kolay bir iş.
Kumandan elçiye cariyenin resmini verdi:
- Bu kağıda bak, dedi. Bunu istiyorum. Derhal teslim edin, yoksa, siz bilirsiniz!...
Elçi dönüp maksadı söyleyince o erkek padişah dedi ki:
- Bu suret eksik olsun, tez götürün. Ben iman ahdında puta tapanlardan değilim. Putun, puta tapanlarda olması daha doğrudur.
Elçi kızı aldı, kaleden çıkararak götürüp genç kumandana teslim etti.
Cariyeyi gören kumandan derhal âşık oldu. Musul’dan, Mısır’a doğru yola koyuldu. Bir ormanlığın kenarında ki yeşillikte mola verdirdi orduya. Çadırlar kuruldu, herkes istirahata çekildi.
Aşk ateşi, öyle bir parlamıştı ki, yerle göğü bile fark etmiyordu. Çadır içinde o ay parçasına kastetmek üzere yanına geldi. Yüzlerce halife o anda, o erin gözünde bir sinekten dahi aşağı görünüyordu. Şalvarını çıkarıp, cariyenin ayak ucuna oturdu. Aleti, dosdoğru gideceği yere giderken, dışarıdan bir kızılca kıyamet koptu. Er sıçradı  hemen, kılıcını eline aldı, her tarafı açık olduğu halde fırladı dışarı. Bir de ne görsün?. Ormandan gelen kara bir erkek arslan; ordugâhın içine girmiş, atlar, adamlar, çadırlar darmadağınık, hallaç pamuğu gibi atılmakta... Er pek yiğitti. Aldırış bile etmeden önüne atıldı, kılıçla bir vurdu, başını ikiye böldü aslanın. Derhal o ay yüzlü dilberin bulunduğu çadıra koştu. Hurinin yanına geldiğinde âleti hala dimdikti. Aslanla savaştığı halde sönmemiş, ayakta idi. O ay yüzlü güzel onun erliğine  şaşıp kaldı. İstekle kendini teslim etti. İki can birleşti. Bir kaç gün kaldılar orada. Murat alıp murat verdiler.
Fakat sonra bu büyük suçtan pişman oldu:
- Ey güneş yüzlü, bu işe dair halifeye bir şey söyleme, diye yemin verdirdi.
Mısır’a vasıl oldular nihayet. Halife cariyeyi görünce sarhoş oldu, onun tası da damdan düştü. Övdüklerinden yüz misli daha güzel buldu. Hiç, görme işitmeye benzer mi? Halife akşam olunca buluşmayı diledi, o maksatla cariyenin yanına gitti. Cana can katan, sevgisini gittikçe artıran güzelle buluşmak için ayaklarının arasına oturdu. Oturdu ama, takdir zevkinin yolunu bağladı... Farenin çıtırtısı kulağına değdi, âleti indi, söndü, şehveti tamamiyle kaçtı.
- Bu ses yılan sesi olmasın, çünki hasır da kuvvetle oynadı dedi, durumu idare için.
Cariye halifenin gevşekliğini görünce gülmeğe başladı. O erin arslanı öldürüp geldiği halde aletinin inmediğini hatırladı. Kahkahası arttıkça arttı, uzadıkça uzadı. Kendini tutmaya çalışıyor ama bir türlü dudaklarını kapamaya muvaffak olamıyordu. Ne düşündü, aklına ne getirdiyse faydası olmadı. Bir selin bendi yıkması gibi, birden boşanıvermiş, durdurmak için her şey faydasız kalmıştı. Nihayet halife alındı, huysuzlandı, kılıcını çekerek:
- Neden gülüyorsun, hemen söyle?. Bu gülüşten gönlüme şüphe düşmüştür. Hileye kalkışma. Doğruyu söyle. Yalanla beni kandırmaya çalışırsan, yahut bir bahane icat edersen... bunu anlarım. Çünki gönlümde bunları anlayacak bir nur var. Doğruyu söylemek gerekir vesselam. Söylenecek olanı söylemezsen kafanı bu kılıçla uçururum. Bahanen hiç fayda vermez. Doğru söylersen seni azat ederim. Allah hakkı için neşeni kırmam.
Cariye çaresiz kalınca ahvali anlattı. Yoldaki çadırı, o erin gidip aslanı öldürüp geldiği halde âletinin hala gergedan boynuzu gibi ayakta olduğunu, ondan sonrasını...
ve halifenin fare çıtırtısından sönüşünü gördüğünde dayanamayıp güldüğünü bildirdi.
Halife kendi suçunu, kızı ele geçirmek için ettiği ısrarı anıp tövbe etti. Allah’tan bağışlanmak diledi. Dedi ki:
- Başkalarına yaptığım şeyler; ceza haline geldi, bana çattı. Mevkiime güvenip başkalarının eşine kasdettim. Bu kasıt bana döndü, kuyuya düştüm. Başkasının kapısını, dövdüm, o da tuttu, benim kapımı dövdü. Kim başkasının karısına kötülük ederse, bil ki, kendi karısına pezevenklik eder. Çünki bu kötülüğün cezası, tıpkı onun gibi olan bir kötülüğe uğramaktır. Suçun cezası o suçun misli olur. Musul padişahının cariyesini zorla aldım. Benden de onu derhal aldılar. En emniyetli adamım bana hıyanette bulundu. Ama kin gütme zamanı değil. Artık başkasını incitemem. Buradan ileriye gidemem artık. Sabır ve merhametten iyi bir iş yok şu anda. Affet bizi Allah’ım.
Sonra cariyeye döndü:
- Bu senden duyduğum sözü kimseye söylemeyeceksin. Seni, beyinle evlendireceğim. Amma sakın ola ki, o hikayeyi bir daha anmayasın. Ki, benden utanmasın. Çünki, o bir kötülük etti ama, yüz binlerce de iyilik etmiştir. Defalarca sınanmıştır. Senden de güzel olanları emanet ettim de, kıllarına halel gelmedi. Bu olan şey benim yaptıklarımın karşılığıdır.
Sonra o kumandanını huzuruna çağırttı. Hırsını, hışmını yendi. Bir bahane buldu. Dedi ki:
- Ben bu cariyeden soğudum. Çocuğumun anası kıskanmakta bunu. Tencere gibi kaynamakta. Nede olsa oğlumun anasıdır, böyle cevir ve cefalara layık değildir. Hasılı bu cariyeyi birine vereceğim. Ve senden de daha iyisini bulacak değilim ya!.. Onun için canını ortaya koydun. En çok sana layıktır!..
Öfkesini, hırsını yendi. O ay parçası cariyeyi, o beye nikahlayıp verdi.

Mesnevi:5.Cilt. Sayfa:312-......-327

ANASAYFA