|
MUSULLU GÜZEL
Adamın
biri Mısır halifesine gelerek:
-
Sultanım dedi, Musul padişahının öyle bir cariyesi var ki, ne gözler
görmüş, nede hayallerden geçmemiştir. Âlemde onun gibi bir güzel
görülmemiştir. Güzelliğini tasvirde kelimeler âciz kalır. İşte
resmi, şu kağıda bir bakıverirseniz, sözlerimin haklılığını
teslim edersiniz,dedi.
Halife
kağıttaki resmi görünce hayran oldu, kendinden geçti, elindeki
kadeh düştü. Ayıldığında derhal
genç kumandanını çağırdı, dedi ki:
- Orduyu hemen topla, Musul’a git. Eğer o ay parçasını sana
teslim ederlerse bir şey yapma, al gel. Yok eğer vermezlerse, orasını
tamamiyle yak yık. Ama emaneti sağ salim getir buraya da, yeryüzündeyken
ayı kucaklayayım, dedi.
Er, binlerce askerle, davul ve bayraklarla Musul’a yollandı. Vardıklarında
şehrin etrafına çekirge sürüsü gibi üşüştüler, Kafdağı
gibi mancınıklar kurdular. Atılan taşlar, yağan oklar tam bir
hafta sürdü. Bir haftada kanlar oluk gibi aktı, kale mum gibi
eridi, yerle yeksan oldu. Nihayet Musul padişahı içeriden bir elçi
göndererek, dedi ki:
- Bu şiddetli savaşta Müslümanlar ölüyor, meramınız nedir? Şehri
almak istiyorsanız, böyle kan dökülmeden de olurdu. Ben şehirden
çıkayım, buyurun gelin girin içeri. Tek , mazlumların kanı dökülmesin.
Yok , başka muradınız varsa; altın, gümüş, mal istiyorsanız,
bu zaten kolay bir iş.
Kumandan elçiye cariyenin resmini verdi:
- Bu kağıda bak, dedi. Bunu istiyorum. Derhal teslim edin, yoksa,
siz bilirsiniz!...
Elçi dönüp maksadı söyleyince o erkek padişah dedi ki:
- Bu suret eksik olsun, tez götürün. Ben iman ahdında puta
tapanlardan değilim. Putun, puta tapanlarda olması daha doğrudur.
Elçi kızı aldı, kaleden çıkararak götürüp genç kumandana
teslim etti.
Cariyeyi gören kumandan derhal âşık oldu. Musul’dan, Mısır’a
doğru yola koyuldu. Bir ormanlığın kenarında ki yeşillikte mola
verdirdi orduya. Çadırlar kuruldu, herkes istirahata çekildi.
Aşk ateşi, öyle bir parlamıştı ki, yerle göğü bile fark
etmiyordu. Çadır içinde o ay parçasına kastetmek üzere yanına
geldi. Yüzlerce halife o anda, o erin gözünde bir sinekten dahi aşağı
görünüyordu. Şalvarını çıkarıp, cariyenin ayak ucuna oturdu.
Aleti, dosdoğru gideceği yere giderken, dışarıdan bir kızılca kıyamet
koptu. Er sıçradı hemen,
kılıcını eline aldı, her tarafı açık olduğu halde fırladı dışarı.
Bir de ne görsün?. Ormandan gelen kara bir erkek
arslan; ordugâhın içine girmiş, atlar, adamlar, çadırlar
darmadağınık, hallaç pamuğu gibi atılmakta... Er pek yiğitti.
Aldırış bile etmeden önüne atıldı, kılıçla bir vurdu, başını
ikiye böldü aslanın. Derhal o ay yüzlü dilberin bulunduğu çadıra
koştu. Hurinin yanına geldiğinde âleti hala dimdikti. Aslanla savaştığı
halde sönmemiş, ayakta idi. O ay yüzlü güzel onun erliğine
şaşıp kaldı. İstekle kendini teslim etti. İki can birleşti.
Bir kaç gün kaldılar orada. Murat alıp murat verdiler.
Fakat sonra bu büyük suçtan pişman oldu:
- Ey güneş yüzlü, bu işe dair halifeye bir şey söyleme, diye
yemin verdirdi.
Mısır’a vasıl oldular nihayet. Halife cariyeyi görünce sarhoş
oldu, onun tası da damdan düştü. Övdüklerinden yüz misli daha güzel
buldu. Hiç, görme işitmeye benzer mi? Halife akşam olunca buluşmayı
diledi, o maksatla cariyenin yanına gitti. Cana can katan, sevgisini
gittikçe artıran güzelle buluşmak için ayaklarının arasına
oturdu. Oturdu ama, takdir zevkinin yolunu bağladı... Farenin çıtırtısı
kulağına değdi, âleti indi, söndü, şehveti tamamiyle kaçtı.
- Bu ses yılan sesi olmasın, çünki hasır da kuvvetle oynadı
dedi, durumu idare için.
Cariye halifenin gevşekliğini görünce gülmeğe başladı. O erin
arslanı öldürüp geldiği halde aletinin inmediğini hatırladı.
Kahkahası arttıkça arttı, uzadıkça uzadı. Kendini tutmaya çalışıyor
ama bir türlü dudaklarını kapamaya muvaffak olamıyordu.
Ne düşündü, aklına ne getirdiyse faydası olmadı. Bir
selin bendi yıkması gibi, birden boşanıvermiş, durdurmak için
her şey faydasız kalmıştı. Nihayet halife alındı, huysuzlandı,
kılıcını çekerek:
- Neden gülüyorsun, hemen söyle?. Bu gülüşten gönlüme şüphe
düşmüştür. Hileye kalkışma. Doğruyu söyle. Yalanla beni kandırmaya
çalışırsan, yahut bir bahane icat edersen... bunu anlarım. Çünki
gönlümde bunları anlayacak bir nur var. Doğruyu söylemek gerekir
vesselam. Söylenecek olanı söylemezsen kafanı bu kılıçla uçururum.
Bahanen hiç fayda vermez. Doğru söylersen seni azat ederim. Allah
hakkı için neşeni kırmam.
Cariye çaresiz kalınca ahvali anlattı. Yoldaki çadırı, o erin
gidip aslanı öldürüp geldiği halde âletinin hala gergedan
boynuzu gibi ayakta olduğunu, ondan sonrasını...
ve halifenin fare çıtırtısından sönüşünü gördüğünde
dayanamayıp güldüğünü bildirdi.
Halife kendi suçunu, kızı ele geçirmek için ettiği ısrarı anıp
tövbe etti. Allah’tan bağışlanmak diledi. Dedi ki:
- Başkalarına yaptığım şeyler; ceza haline geldi, bana çattı.
Mevkiime güvenip başkalarının eşine kasdettim. Bu kasıt bana döndü,
kuyuya düştüm. Başkasının kapısını, dövdüm, o da tuttu,
benim kapımı dövdü. Kim başkasının karısına kötülük
ederse, bil ki, kendi karısına pezevenklik eder. Çünki bu kötülüğün
cezası, tıpkı onun gibi olan bir kötülüğe uğramaktır. Suçun
cezası o suçun misli olur. Musul padişahının cariyesini zorla aldım.
Benden de onu derhal aldılar. En emniyetli adamım bana hıyanette
bulundu. Ama kin gütme zamanı değil. Artık başkasını incitemem.
Buradan ileriye gidemem artık. Sabır ve merhametten iyi bir iş yok
şu anda. Affet bizi Allah’ım.
Sonra cariyeye döndü:
- Bu senden duyduğum sözü kimseye söylemeyeceksin. Seni, beyinle
evlendireceğim. Amma sakın ola ki, o hikayeyi bir daha anmayasın.
Ki, benden utanmasın. Çünki, o bir kötülük etti ama, yüz
binlerce de iyilik etmiştir. Defalarca sınanmıştır. Senden de güzel
olanları emanet ettim de, kıllarına halel gelmedi. Bu olan şey
benim yaptıklarımın karşılığıdır.
Sonra o kumandanını huzuruna çağırttı. Hırsını, hışmını
yendi. Bir bahane buldu. Dedi ki:
- Ben bu cariyeden soğudum. Çocuğumun anası kıskanmakta bunu.
Tencere gibi kaynamakta. Nede olsa oğlumun anasıdır, böyle cevir
ve cefalara layık değildir. Hasılı bu cariyeyi birine vereceğim.
Ve senden de daha iyisini bulacak değilim ya!.. Onun için canını
ortaya koydun. En çok sana layıktır!..
Öfkesini, hırsını yendi. O ay parçası cariyeyi, o beye nikahlayıp
verdi.
Mesnevi:5.Cilt.
Sayfa:312-......-327
|