mevsol.gif (323 bytes)

mevsag.gif (324 bytes)

ÜÇ OĞUL (1. Bölüm)

Bir padişahın hepsi bir birinden değerli, cömert, yiğitlikte emsalsiz üç oğlu vardı. Babalarının karşısında toplandılar bir gün. Evlatlarını sevgiyle süzdü baba padişah. Gönlüne bir sürûr doldu, kalbi huzurla çarptı.

Babanın ağaca benzer vücudu, gizli bir yolla oğlunun gözlerinden sulanır, gıdalanır. Oğuldan coşan bu kaynak anne ve babanın bahçelerine kadar akar, gider. Onların hayat bahçeleri bu yüzden yeşerir, gözleri bu iki ırmak nedeniyle yaşarır. Kaynak hastalanıp, kötüleşirse, o ağacın dalları, yaprakları da kurur, o ağaç kurumaya başlar. Ey gafiller!.. Böyle nice gizli yollar vardır ki sizin canınız sulanmıştır da, vücudun ondan semirmiştir. Her şeyin aslı olan kaynak coşar da seni bu su yollarına muhtaç etmezse ne mutlu!.. Sen nice kaynaklardan sulanmadasın, onlar azalsa, sendeki hoşluk ta azalır!. Sulh zamanında kaleye dışarıdan su gelirse iyidir ama, kale düşmanlarca muhasara edildiğinde ne olur?

İşte o zaman kale içindeki bir acı kuyu, dışarıdaki yüz tatlı ırmaktan iyidir!.. Sebepleri kesen ecel ve ölüm askeri de kış gibi, dalları, yaprakları kesmeye gelir. O zaman ağaçlara bahar yardım edemez. Ancak iç alemindeki, yüzü bahara benzeyen sevgili yardım eder. Onun için dünyaya: "Gurur ve aldanış yurdu.." denmiştir. Çünki, göçme çağına gelince senden ayağını çekiverir..  Önceden; sağında, solunda koşar, derdini alırım der, senden ben anlarım der... Gamlanma zamanında ise; ağzını kapatır, tanımamazlıktan gelir..

Üç oğul padişahın elini öperek; ülkelerinde seyahate çıkıp, babalarının kalelerini gezmek ve işleri düzene koymak için izin istediler.

Padişah baba:

- Allah’a emanet olun, varın gönlünüz nereyi dilerse gidin, gezin. Yalnız; Hüş-rüba, Akıl kapan derler, nam-ı diğer  "Zatissüver=resimli” diye anılan bir kalemiz vardır ki, ondan uzak durun!.. Sakının oraya gitmekten!.. O kalenin her tarafı resimlerle bezenmiştir, hani; Yusuf baksın diye Züleyha her tarafı resimleriyle bezemişti ya!.. Nereye bakarsa resmini görsün diye!.. İşte öyle.. Olmaya ki heves yolunuzu kessin, ebedi bir kötülüğe düşesiniz!.. Tehlikeden sakınmak farzdır .. Sizleri uyarıyorum. O kaleden uzak duracak, yönüne bile yönelmeyeceksiniz!..

Babaları bu sözleri söylemeseydi, o kaleden çekinin demeseydi, akıllarına bile gelmeyecekti orası.. Çünki tanınmış bir kale değildi, yol güzergahlarından uzaktı. Issız, kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerde idi. Bu men edilme yüzünden gönüllerinde bir rağbet uyandı, "oranın sırrını mutlaka öğrenmek gerekir" dediler.. İnsan men edildiği şeye haristir. Bir şeyi yapma demek, iyi ve Allah’tan çekinen insanları o şeye yaklaştırmaz ama, heva ve hevesine düşkün olanları o tarafa sürer, götürür, azdırır onları. Lakin kalbi uyanık olanları da doğru yola iletir.

Şehzadeler:

- Dediğin gibi hareket ederiz, buyruğundan dışarı çıkmayız, senin lütuf ve ihsanından şüphe etmek küfürdür, dediler.

Fakat kendilerine çok güvendiklerinden, Allah’ın adını anmadılar hiç. Allah izin verirse demediler . Gururları böyle bir tedbir almaktan uzaklaştırdı onları.

Yollara düştüler. O kaleye gitmek için yöneldiler. Samimi uyarıcıya arkalarını dönüp, meyvesini yemeyin denilen yasak ağaca doğru yol tuttular. Aklın aydınlığı yerine, hevesin karanlığına daldılar.

Bu Zatissüver kalesinin beş denize, beş de karaya kapısı vardı. İnsanın madde ve mana  ufuklarına açılan kapıları gibi. Girdiler kaleden, binlerce resim ve nakışları seyre koyuldular, şaşkın ve kendilerinden geçmiş durumda!..

Bu suret kadehlerinden pek sarhoş olma ki, put yapıcı ve puta tapıcı olmayasın. Suret kadehlerinden geç, kapılma onlara, şarap kadehtedir ama kadehten meydana gelmemiştir. Ağzını şarap verene aç, şarap geldikten sonra, zaten kadeh eksik olmaz!. Ey Adem!.. Gönül bağlayan mana, benim; beni ara, kabuğu, buğdayın suretini bırak!. Suret, sureti olmayandan meydana gelir. Dumanın ateşten meydana geldiği gibi.. Bu suret alemini devamlı görüp durursun, ayıplarını görmeye başlar, utanır, bıkarsın. Suretsizlik sana tam bir hayret verir. Bak , yüzlerce alet, aletsizlikten meydana çıkar. Allah; elsizlik aleminde eller dokur, adam suretini düzer durur!..  Fakat hiç bir eser yapan, esere benzer mi? Feryat ve figan, zarara benzer mi hiç? Feryadın sureti vardır, zarar suretsizdir.. Zarara uğrayanlar kendi ellerini dişlerler ama, zararın eli yoktur.

Şehzadeler kalede pek güzel, pek alımlı bir resim gördüler. Görmeleriyle de derin bir denizin dibine daldılar sanki. Çünki onlara bu görünmez kâse içinde afyon verilmişti bir kere. Hüş-rüba kalesi yaptı yapacağını, her üçünü de bela kuyusuna attı!.. Suret aşkı şehzadelerin gönlüne mızrak gibi battı.  Kanlı yaşlar dökerek gözlerinden:

- Yazık bizlere, babamızın bildirdiğini şimdi görebildik ancak!. Halbuki ne antlar vermiştik kendisine!.. Gencin aynada gördüğünü, ihtiyar kerpiçte görür, derler. Vahlar bize!.. Kendi aklımıza güvendik, bu hallere düştük!.. Hürlerden zannettik kendimizi, gizli illet şimdi çıktı meydana!.. Dövündüler,feryat ettiler.

Hasılı: Dertler içinde kıvranırken, resmin kime ait olduğunu araştırmaya koyuldular. Bir hayli arayıp, sorduktan sonra bir gün yolda, gözü açık bir ihtiyara rastladılar. Anlattılar ahvallerini, medet dediler. İlhamıyla buldu ihtiyar,sırlar ayan idi ona zaten.

- Çin padişahının kızının resmidir o gördüğünüz, sarayda perdeler ardında gizlidir. Yanına ne erkek çıkabilir, ne kadın. Fitnelere uğramaması için gizlemiştir babası. Çok kıskanır. Damının üstünden kuş bile uçurtmazlar, dedi.

Eyvah böyle sevdaya düşen gönüllere!..  O kendi tedbirine güvendi, aklımla elbet bu işi başarırım dedi. Halbuki; inayetin bir zerresi bile, yüz aklın tedbirinden üstündür. Allah’ın inayetine yürü, orada öl!. Buna hilelerle ulaşılmaz, Sen ölmedikçe fayda yok vesselam.

Derde uğrayan üç şehzadenin zahmeti birdi, derdi bir, elemi bir. Aynı sevdaya tutulmuşlar, aynı şeyleri düşünüyorlardı. Tehlikeleri de, hastalıkları da aynıydı. Büyük kardeş dedi ki:

- Ey kardeşler!.. Biz başkalarına er gibi öğütler vermez miydik? Kim bize dertten, sıkıntıdan, elemden bahsetse: "Az ağla. Sabret. Sabır ferahlığın anahtarıdır!." derdik. Şimdi sabır anahtarına ne oldu?. Atların ayaklarını kellelere bastığı o savaş meydanlarında "benziniz sararmasın, kahredici olarak saldırın.." demez miydik? Sabır gönlün ışığıdır demez miydik? Şimdi nöbet bizde!..

Ey gönül!.. Her kesi hararetlendirirdin ya, haydi bakalım, şimdi sen hararetlen!.

Ey dil!.. Her kese öğüt verirdin ya; işte şimdi nöbet sana geldi, neden susuyorsun?

Ey akıl!.. Nerede o şekerler çiğneyen öğüdün? Senin çağın şimdi. Ne oldu hay hayına?

Ey gönülden yüzlerce teşvişi gideren! Şimdi senin nöbetin. Oynat sakalını. (Hırsızlar ve padişah hikayesini okuyun)

Başkalarına öğüt verme vaktinde; hay hay!.. İş başa düşünce; vay vay!.. Başkalarına akıl verirken, dert sana konuk oldu şimdi.

Bu sözleri söyledikten sonra sabır yolunu seçtiler. Ana, babalarını terk edip Çin’e doğru yola koyuldular. İbrahim Edhem gibi; aşk onları tahtlarından etti; yoksul, elsiz, ayaksız bir hale geldiler.

Çin ülkesinin payitahtında gizli olarak kaldılar hayli zaman . Zira; tanınıp, niyetleri sezilip zarara uğramanın yanında, esas tehlike aşikar olmaları halinde sevgiliden ebedi uzak kalma ihtimali idi. Seçtikleri sabır yolunda hayli sebat ettiler . Nihayetinde büyük kardeş dayanamadı:

- Kardeşlerim; sabrım tükendi, takatim kalmadı, beklemekten canım ağzıma geldi! Bu ayrılık yüzünden canımdan bezdim! Ayrılıkta yaşamak münafıklıktır! Dinim aşkla yaşamaktır! Bu canla, bu başla diri kalmak, bunlarla yaşamak ,benim için ayıptır, ardır bana! Nice zamandır "hayatım ölümümdedir" diye aşkın davulunu çalarım! Beden tozum kalktı mı, ayım parlar, can ayım saf bir hava bulur!. Yüz kerre kellemi kesseler, mum gibiyim, daha fazla ışık veririm!..

İki küçük kardeş ağabeylerine öğütlerde bulundular:

- Kendine gel, düşeceğin tehlikelerden bihaber olma, yiğitlik taslayıp sonunda hüsrana uğrama!.. Vay o kuşa ki; kanadı bitmeden yücelere uçmaya kalkışır!.. İnsanın kolu, kanadı da aklıdır. Kişinin aklı kıt olursa başka bir aklı kılavuz eder. Akıl anahtarı olmadan bu kapı açılmaz. Bir timsah ağzını açar, dişlerinin dipleri önceki yediklerinin artıklarından kalanların kurtlanması ile doludur, kuşcağızlar onları rızık, o tabutu da otlak sanırlar. Ağzı kuşlarla dolan timsah; ansızın kapatır, içine çeker kuşları!. Bu ekmeklerle, azıklarla dolu olan alemi, o timsahın açılmış ağzı bil!.. Ey rızık kazanan!.. Kurt ve yeyim derdine düşüp, zaman timsahının hilesinden emin olma!. Heva ve heves tadlarının hepsinde hile vardır!.. Her tad, etrafı karanlıklarla çevrilmiş şimşek ışığına benzer; onunla ne kitap okuyabilirsin, ne de konağa at sürebilirsin!..

(DEVAM EDECEK)

ANASAYFA