ÜÇ
OĞUL (2. Bölüm)
Kardeşleri
bu sözleri söylediler ama, o sabırsız şehzade dedi ki:
-
Bana bu sözlerden nefret geliyor!. Göğsüm ateşle dolu mangal
gibi!.. Ekin kemale geldi, artık orak zamanı!.. Gönlümde bir sabır
vardı, o da yok oldu şimdi, gelip yerine aşk oturdu. Aşkın doğduğu
gece sabrım öldü!..
İki
kardeş dediler ki:
-
Canımızda, gökteki yıldızlar gibi yol gösteren öğütler var. Söylesek;
gönlün dertlenecek, sözümüze uymayacaksın!.. Söylemesek; biz
dertleniyor, adeta boğuluyoruz!..
Onlar
bunları söylerken büyük kardeş yerinden kalktı:
-
Kardeşler elveda!. Dünya da, dünyadakiler de değersiz bir şey !..
Dedi, yaydan fırlayan ok gibi sıçradı, mecalsiz, sarhoş bir halde
Çin padişahının huzuruna çıktı, yeri öptü.
Padişahın
onlarca adamı şehzadelerin hallerini tarif etmeye koyuldular:
-
Padişahım bu senin ihsanını umarak gelmiş, dışarıya atılmaya
layık değildir, sultanlığının hükmünü yürüt!..
Aslında
padişah her şeyi biliyor, düzen gereği bilmiyor görünüyordu.
-
Bu delikanlı ne isterse vereceğim, terk ettiğinin mislilerce fazlasını
vereceğim, dedi.
Muarrif
(tarif edici) dedi ki:
-
Padişahlığın onun gönlüne aşk tohumlarını ekeli, senin
sevginden başka bir şey düşünmesine imkan var mı? Kulluğun öyle
bir hale getirmiştir ki onu; sultanlık, hırka derdi yok olmuştur.
Hele şu sonu olmayan dünya mülkünün hırkası nedir ki?.. Beş
kuruşcuk sarhoşluğu bile baş ağrısıdır!.. Dünya mülkü
bedene tapanlara helaldir. Biz ise zevali olmayan aşk saltanatına
kuluz!.. Padişahım; bu delikanlı aşk valisidir, onu azletme, kendi
aşkından başka bir şeyle oyalama onu!.. Şimdiye kadar buraya
gelmemesinin sebebi, zayıflığı, istidadının olmaması idi.
Hazırlığı yapılmadan
girilen madenden ne alınabilir ki?. Hani; erkekliği olmayan adamın
kız alması gibi.. Gümüş bedenliyi alsa ne fayda?.. Yağı ve
fitili konmamış kandil ışık verir mi?. Yeni doğmuş çocuk şaraptan,
kebaptan,köşkten,kubbeden ne anlar?. İşte bu delikanlı da istidat
sahibi olmak için bekledi, hevesi haddinden fazla ama, istidat
kazanamadı!.. İstidat da padişahtan elde edilir...
Ey
aksine gidişli ve ters düşünceli beden!.. Yüz binlerce hürü
esir etmişsin. Hileyi, düzeni bir an olsun bırak ta , ölmeden önce
bir kaç solukcuk olsun hür yaşa.. Sana eşek gibi hürlükte yol
yoksa; kova gibi kuyunun içine dalar, çıkarsın ancak!.. Bir
zamancağız canını terk et, başka bir yardak ara. Nöbetim geldi,
beni azat et artık, kendine başka bir damat bul.. Ömrümü zayi
ettim, başkalarını ara artık!..
Şehzade
padişahın huzurunda kaldı nihayetinde. Yedi göğü de bir avuç
toprakta gördü, hayran oldu. Kendi kendine de söylenmeden duramıyordu:
-
Bunlar hep mana işi .. Peki, suret nedir?.
Bu
suret öyle bir suret ki, seni suretten usandırır. O öyle bir
uyuyandır ki, uyuyanı uyandırır!.. Sözü, insanı sözden kurtarır!..
Hastalığı, hastalıkları giderir.
Padişah
iyice iltifatlarda bulundu ona. Şehzade o güneşten ay gibi yanıp
yakılmaktaydı. Fakat aşıkların yanıp yakılması bir gelişmedir.
Bütün hastalar iyileşmeyi umarlar, aşk hastası derdimi artır
diye feryat eder. Ben altın bakımından yoksulum, fakat baş yönünden
zenginim. Padişah her kesin başını bir kere keser, bense her an
yeniden kurbanım.
Şehzadelerin
büyüğü öldü bu dertten. Küçükleri hastaydı, ortanca kardeşleri
gelebildi cenazeye. Padişah onu gördü, tanıdı. Tanımamazlıktan
geldi:
-
Bu da kimdir?. Bu da o
denizden olacak galiba, bu da bir balık dedi.
Muarrif
dedi ki:
-
Küçük kardeşi rahmetli şehzadenin.
Aynı babanın oğlu,dedi.
Padişah:
-
Sen bize ondan armağansın, dedi.
Bu
sözle onu da avladı. O yanıp kebap olan şehzadenin bedeninde, padişahın
iltifatı üzerine evvelki candan başka bir can belirdi. Gönlünde
öyle bir feyiz gördü ki şehzade, onu yüzlerce çileyle dahi elde
edemez. Her an yeni bir görüş, her an başka bir seyir, açılan
kapılar ardından ayan olan sırlar...
Güzelim ruh; kalıptan kurtulunca böyle görür işte. Amma bunlar
yinede gül bahçesinden bir kaç demetten ibarettir. Gül bahçesinin
kapısını kapamışız kendimize de, bir kaç demete zebun olmuşuz.
Şehzadenin
ruhuna, alım satım olmaksızın padişahtan feyz geldi. Ay nasıl güneşten
nurlanıyorsa, oda padişahtan nurlanıyordu. Derken içinde bir
ikilem oluştu, bu ise şüphe tereddüt
yarattı:
-
Ben de padişah ve şehzade değil miyim?.. Nasıl olur da yularımı
bu padişaha veririm?.. Benim ayım doğdu, neden toza toprağa tabi
olayım?.. Başkasının nazını neden çekeyim, kimseye eyvallahım
yok!.. Yüzüm ay gibi parladı, dudaklarım şekere döndü, artık
yeni ve başka bir dükkan açmam gerek.
Böyle
bir sürü abes şeyler gevelerken, hasıl olan vesveselerle benliği
gelişti, nefsi güçlendi.. Hırs ve hasedin bulunduğu makamlara
intikal etti.
Padişahın
gönlü dertlendi, dedi ki:
-
Şaşılacak şey!.. Benim yaptığım iyiliklere karşı yapılacak
olan bu mudur?. Ey edepsiz ve aşağılık adam!.. Bunca nefis
hazineler verdim sana, bu nura karşılık toz, toprak attın yüzüme.
Öyle bir ay verdim ki kucağına; kıyamet gününe kadar gurubu
yoktur. Göğe çıkman için merdiven kurdum, sen ok attın bana!..
Padişahın
bu uyarıcı gayreti,şehzadeyi de harekete geçirdi.
Eski neşesini kaybetti, suçluluk duygusuna kapıldı,serseme
döndü!.. Buğday yedi, cennet elbiselerinden soyundu, cennet ona bir
çöl oldu. Ey soluğu soğuk nefis!.. Feryada erişen padişaha vefasızlıkta
bulunursun ha!.. Bir buğday için hırsa düştün, tuzak kurdun.
Fakat tuzağa serptiğin her tane sana karşı akrep kesildi. Başında
benlik havası esti. Şimdi de ayağına vurulan elli batmanlık
prangaya ne demeli?..
Bu
çeşit sızlanmalarla feryat ediyor, ağlıyor, çırpınıyor...
-
Neden?... Neden padişahıma zıt oldum?.. diye ağıtlar yakıyordu.
Kendine geldi, tövbe etti.. İnsanın düzgün elbisesi olmamalı;
çünki, sabırdan kurtuldu mu, hemen baş köşeye sıçrar!.. İnsanın
eli, tırnağı olmamalı; çünki,el ile tırnak oldu mu ,ne din düşünür,
ne doğruluk!.. İnsanın belalar içinde ölmesi daha iyidir; çünki,nefis
nimeti inkar eder, sapıktır!...
Derken
o gayretli padişahın sâyi ile bir yıl sonra o şehzade de mezara
girdi.. Padişahın oku can alıcı yerine, boğazına rastlamış, şehzade
öldürülmüştü. Padişah yokluk aleminden varlık alemine
gelinceye kadar, yapacağını yapmış, o kanı dökmüştü. Fakat
ona padişah da yas tutup, ağlamaya koyuldu. Öldüren de o, öldürülene
veli olan da o!.. İkisi de o olmasa kül değildir, O hem halkı öldürür,
hem yasını tutar!.. O benzi sararmış şehit de;” bedenimi okladı,
manamı değil ya”, diye şükretmekteydi!.. Zahiri beden, nihayet
gideceği yere gider, fakat mana; ebedi gençliğin adıdır!.. Gerçi
şehzade padişahlar padişahının terkisine yapıştı, nihayet göze
girdi, yolu tutup gitti!.. Üçüncü kardeşleri, her üçünün de
en tembeliydi. Fakat suret bakımından da ödülü o kaptı, mâna
bakımından da!...
Mesnevi:6.Cilt-Sayfa:283-...........-388 |