mevsol.gif (323 bytes)

mevsag.gif (324 bytes)

PADİŞAHIN OĞLU

Bir padişahın yiğit bir oğlu vardı. Zahiri de, batını da hünerlerle bezenmişti. Bir gece rüyasında oğlunun öldüğünü gördü. İçi o kadar yandı , o kadar dertlendi ki; hiç bir şeyden tad almaz hale geldi. Ne dünyanın zevki, çekiciliği kalmıştı gözünde, ne yaşama isteği. Derdinden ah etmeye mecali dahi kalmamışken, uyandı. Öyle bir sevinç duydu ki içinde, şimdiye kadar  böylesini hissetmemişti. Ölüm ile hayat arasındaki gidip gelme, bayram sevinci yaşatmıştı adeta. Kendi kendine dedi ki:

- “ Bu neşeye sebep, o gamdı!.. Ne şaşılacak şey!... Bir olay; bir yönden ölüm,
öbür yönden dirim ve sevinç!..  Bir yönden tatlıdır, zevk verir... diğer yönden acıdır, azap verir!.. Ten sevinci dünyaya mensup olana göre yücelik... âhirete göre noksanlık ve zevaldir!..  Rüzgar şiddetli, ışığım sönmek üzere... çabuk davranayım da, onun ışığından bir ışık daha yakayım...” dedi içinden, bunun için de, şehzadesine kız aramaya başladı , ki; şu âlemden giderse mânası , oğlunda bâki kalsın!...

- “Çocuk babanın sırrıdır...” diyor yüce Resul. Ben de soyumun devamı için oğluma mezhebi, meşrebi düzgün iyi bir kız alacağım. Temiz bir kişinin soyundan olmalıdır alacağımız kız... diye düşündü padişah , ve bir zâhidin kızını beğendi. Lakin haremde bulunanlar itiraz ettiler:

- Evlenmede gerek akıl, gerek nakil, eşit olmayı şart koşmuştur. Halbuki sen; nekesliğinden ve cimriliğinden kurnazlık ederek oğlumuzu bir yoksulla  akraba ediyorsun.

Padişah dedi ki:

- Temiz bir kişiye yoksul demek hatadır. Çünki onun kalbi ganidir. Bu da Allah vergisidir. Bu adam takvasından kanaat eder, yoksul gibi; nekesliğinden veya tembelliğinden değil. Kanaattan meydana gelen darlık , takvadandır!... Bu yoksulluktan, darlıktan apayrı bir şeydir. Nekes bir habbe bulsa başını verir, fakat, onlar altın hazinesine dahi dönüp bakmazlar.

Kadın dedi ki:

- Peki... nerede onlarda çeyiz olarak verecek şehirler ve kaleler?... Yahut saçı olarak saçacak inciler, paralar, pullar!...

- Yürü git işine yahu!... dedi padişah. Kim, din gamına düşerse, Allah ondan öbür dertleri alır.

Nihayet padişah üstün geldi, yaratılışı güzel ve temiz  bir kişinin soyundan o kızı aldılar.  Güzellikte eşi yoktu. Yüzü kuşluk güneşinden daha parlak, boyu, huyu o kadar güzeldi ki... anlatmaya imkan yoktur.

Dini avlamaya bak!... Ki ; onunla beraber güzellik, mal, mevki ve  fayda verecek baht da senin olur. Bil ki, ahiret deve katarına benzer. Dünya malı da, devenin yünü ve tüyü...  Katara sahip oldun mu; yünü, tüyü de beraber gelir. Fakat; yünü alırsan, deve senin olmaz ki!... Deve senin olursa, yünün ne değeri kalır?.. 

Padişah, temiz ve riyasız bir soydan gelen o kızı oğluna nikahladı. Fakat kaza ve kader bu ya!... O güzelim şehzadeye bir ihtiyar büyücü de âşık olmuştu. Öyle bir büyü yaptı ki , Babil büyücüleri bile haset ederlerdi o büyüye. Şehzade, o çirkin kocakarıya âşık oldu. Ne güveyiliği kaldı aklında, ne de gelin. Zavallıda konuşacak mecal dahi kalmamıştı. Tam bir yıl esiri oldu, o kokmuş kocakarının ayakkabısının tasmasını öpüp durdu. Kocakarının sohbeti; şehzadeyi kesip biçmekte, eritip mahvetmekteydi... adeta yarı canlı hale getirmişti.  Dünya padişaha zindan kesilmişken, şehzade ise gülüp eğlenmekteydi. Padişah çaresiz, gece gündüz dualar etmekte, kurbanlar kesmekte, sadakalar dağıtmaktaydı.  Ne çare varsa hepsine baş vurdu, ne tedbir söyledilerse yerine getirdi, fakat oğlan; kocakarıya gün geçtikçe daha da fazla âşık oluyordu. Mutlaka bunda bir hikmet, bir sır olduğunu fark eden padişah, ancak yalvarıp, yakarmakla bir çare bulunabileceğini sezdi, bu yolu bırakmamaya, daha da şevkle sarılmaya devam etti.

- “Ya Rabbim... fermanın yürür!... Mülkünde başka kimin hükmü geçer ki?... Fakat bu yoksul çocuk ödağacı gibi yanıp duruyor!... Ey merhametli Allah’ım... Elini tut!... “ diye yalvardı durdu padişah. Nihayet onun yakarmaları makbule geçti, yoldan usta bir büyücü çıktı geldi. Şehzadenin kocakarıya esir olduğunu duymuştu. Ayrıca o kocakarının büyüde eşsiz olduğunu da söylemişlerdi.

Yiğidim; el elin üstündedir!. Hünerde de, kuvvette de arşa kadar, el elin üstündedir!.. Ellerin sonu Allah’ın elidir!.. Şüphe yok ki ; deniz , sellerin varıp döküldüğü son yerdir!... Bulutlar da suyu denizden alır , seller de akıp gider , nihayet ona varır!..

- Şehzade elden gidiyor, diye inledi adeta padişah.

Adam:

- İşte, ulu bir derman olarak geldim ya!.. Bu büyücülerden hiç kimse o kocakarıya eşit olamaz, ancak ben, o yandan geldim. Büyüde bilgim çoktur, ancak ben başa çıkabilirim onunla. Musa’nın eli gibi, Allah’ın iziniyle onun büyüsünü kökünden yıkar, mahvederim. Çünki bana bu bilgi Allah tarafından verildi. Hor ve hakir olan büyücülerin  talebeleri olarak öğrenmedim. Onun büyüsünü bozmak, şehzadeyi bu durumdan kurtarmak için geldim. Seher çağında mezarlığa git, duvarın yanında, kireçle boyanmış bir ak mezar var, orasını kıble tarafına doğru kaz; o zaman Allah’ın kuvvetine, kudretine bak!..

Bu kıssa pek uzundur cancağızım. Sen de usandın, bari tamamını yazmayalım da kısa keselim... Fazlasını bırakıp, hülasasını söyleyelim:

O sıkı düğümleri çözdü, şehzadeyi mihnetten kurtardı. Çocuk kendisine gelince, koşarak babasının tahtına vardı, yüz sürdü, secdeye kapandı. Koltuğunun altında bir kılıç , bir de kefen vardı. Padişah şenlikler yaptırdı, şehir halkı sevindi , o ümidini kesmiş gelin de muradına erdi. Padişah öyle bir düğün yaptı ki, köpeklerin önüne bile gülsuyu şerbeti kondu. Büyücü kocakarı kederinden geberdi, çirkin yüzünü de, çirkin huyunu da cehennem Mâlikine verdi.

Şehzade:

- O kocakarı benim aklımı nasıl oldu da çeldi, diye hayretlere düşmüştü. Güzellikte aya benzeyen ve güzellerin güzellik yolunu kesip vuran gelini görünce, aklı başından gitti, düşüp bayıldı. Tam üç gün, üç gece öylece kaldı . Gül suları ve ilaçlarla ayıldı, yavaş yavaş açıldı, iyiyi kötüyü anlamaya başladı.

Bir yıl sonra söz arasında padişah ona dedi ki:

- Oğlum, hele o eski sevgiliyi hatırla bakalım!.. O seninle beraber yatanı, o yatağı bir hatırla da , bu derece vefasız ve acı sözlü olma!..

Şehzade dedi ki:

- Bırak baba. Ben neşe yurdunu buldum. Gurur yurdunun, aldanma yurdunun, aldanma diyarının kuyusundan kurtuldum.

Mü’min, yol buldu da, karanlıktan Hakk nurunun bulunduğu tarafa yüz çevirdi mi, öyle olur işte!...

Kardeş; bil ki, şehzade sensin, “Adem’e ruhumdan üfürdüm!..” denilensin!...

Kâbil’li büyücü, o kocakarı; Dünyadır!... Erleri bile rengine, kokusuna esir etmiştir!... “Kul euzü...” leri oku, kendine üfür de , bu bulanık ırmağın ıstırabından , büyüsünden kurtul !... Allah’a sığın, O’ndan yardım iste !...

Mesnevi:4.Cilt - Sayfa:247-....-257

ANASAYFA