mevsol.gif (323 bytes)

mevsag.gif (324 bytes)

SANDIK

Cuha; çalışıp kazanmayı, bununla ailesinin nafakasını temin etmeyi hiç sevmeyen, kaynağına aldırış etmeden, nereden olursa olsun, yeterki gelsin diyebilen birisi idi. Genelde de karısını alet ederek bir şeyler koparmanın yolunu bulur, bitene kadar onu yerler, daha sonra başka kurnazlıklar aramaya
koyulurlar.

Kesede para, çuvalda un bitmiş, Cuha karısına:

-Ey güzeller güzeli!.. Allah sana yay gibi kaşlar, ok gibi bakışlar vermiş. Endamını, işveni bilen bilir. Peki niye vermiş Allah bunları sana?. Hıı?.. Bunları adam avlamaktan başka ne için verdi?... Yürü bizi abad edecek bir kuş için tuzak kuralım!. Taneyi göster, ama sakın sen yem olma ha!. Onu muradına erdirecekmiş gibi görün, bütün maharetini, aklını kullan, gönlünü çel. Tuzağa tutulan kuş hiç yem yer mi?

Oturdular; düşündüler, taşındılar... Kendilerinin  zarar görmeyecekleri ama, iyi para koparabileceklerini umdukları bir  plan yaptılar.

Cuha’nın karısı koşarak Kadı’nın huzuruna geldi:

-Şikayetçiyim Kadı Efendi, dedi nefesini toparlamaya çalışırken.

-Kimden şikayetçisin kızım? Diye sorarken Kadı, bir yandan da kaşının, gözünün güzelliğini, sesindeki titrekliğin verdiği çekiciliği, kadına ve orada bulunanlara hissettirmemeye çalışarak inceliyordu.

-Kocam olacaktan şikayetçiyim Kadı Efendi, gönlü hep başka yerlerde dolanır da benimle meşgul olmaz hiç, dedi kadın.

Kadı; kadının güzelliğine, işvesine, davasının sağlayacağını tahmin ettiği avantajları da göz önüne alarak:

-Mahkemede bu gürültü varken şikayetini dinleyemiyor, anlayamıyorum. Yalnız olacağımız bir yerde şikayetlerini rahatça anlatırsın, dedi.

Kadın:

-Senin evine iyi kötü, hırlı hırsız her kes derdini dökmeye, şikayetlerini anlatmaya gelir gider. Ayak altı, göz önüdür. Bu cariyenin evi bom boştur. Düşmanım sayılan kocam köye gitti. Zaten bizim oralarda bekçi filan da yoktur.
Derdimi anlatmak için çok güzel ve rahattır. Mümkünse bu gece oraya gel. Geceleyin görülen işte ne düzen vardır, ne riya!.. Bütün gözler kapalı, uyku şarabıyla sarhoştur!. Kimsecikler görmez.

Hasılı; kadın bütün zekasını, güzelliğini, işvesini kullanıp, zaten arzularının esiri olarak yaşayan Kadıyı kendine bendetti, geleceği sözünü aldı. Evinin yolunu tuttu, akşamın hazırlığına başladı.

İblis; Âdem’e nice defalar masallar okudu ama, Havva ye dedi de Âdem, Allah’ın yasakladığı meyveyi ondan sonra yedi. Âlemde zulümle dökülen ilk kan kadın yüzünden ve Kaabil’den çıktı. Kadının hilesine son yoktur. Gece oldu, akıllı (!)
Kadı, kadına kavuşmak için yavaş yavaş kalktı, yola düştü. Kadın mumlar yakmış, yemek ve çerez hazırlamıştı. Oturdular, yemeye başladılar, tam o sırada kadının kocası Cuha gelip kapıyı vurmaya başladı. Kadı, yerinden fırladı, saklanacak bir yer aradı, ortada duran sandıktan başka saklanacak yer
yoktu, hemen girdi içine, ağzını üzerine kapadı.

Derken Cuha içeri girdi söylenmeye başladı:

-A kadın. Neyim var da sana feda etmiyorum. Neden benim elimden her an öyle feryadedip durmadasın?. Bana kötü sözler söylüyorsun, bazen müflis, bazen kaltaban diyorsun. Benim olsa olsa iki derdim var: Biri senden biri Allah’tan. İnsanlar üzerinde, senin yanında, şüphe uyandıracak şu sandıktan başka neyim var? Görünüşü pek hoş ama, içinde ne altın, ne gümüş, nede top top kumaşlarım var. Hani güzel ve vakarlı, ama, riyakar birinin bedeni gibi. Beni töhmet altında bırakan şu sandığı yarın götürüp, pazarda her kesin gözü önünde yakacağım. Ben de kurtulurum şüpheci bakışlarınızdan... El alem de.

-Yapma, vazgeç, dedi ise de kadın, Cuha:

-Hayır Vallahi de Billahi de yapacağım, yapacağımı, kat’iyyen vaz geçmem, dedi.

Yattı üstüne sandığın sabaha kadar. Kuşluk vakti sürükleyerek dışarı çıkardı, kapıdan geçmekte olan hamala seslenerek sandığı sırtına yükledi, pazarın yolunu tuttular.

Kadı sandığın içine eziyetler içinde iken: "Hamal, hamal.." diye seslendi.

Hamal sağına, soluna bakındı.. Allah Allah!.. dedi.

-Rüya mı görüyorum acep?.. Yoksa perilendim mi?..

Ses üst üste gelmeye devam edince, ayıldı, sesin sandıktan geldiğini anladı.

Kadı:

-Ey hamal!. Ey sandık götüren!. Ben Kadıyım. Sandığı mahkemenin önüne koy, içeri gir, halimi Naibime anlat. Bu sandığı sahibinden satın alsın. Açmadan bizim eve
götürsün.

Naip gelip:

-Bu sandık kaça, dedi.

Cuha:

-Dokuz yüz altın veriyorlar ama, ben binden aşağı satmıyorum, eğer alacaksan içini de açayım gör, dedi.

-Utan utan, bu sandığın bu kadar edecek ne özelliği var ki?.. İşte sandık, her kes görüyor, dedi Naip.

-Hayır, senin dediğin gibi değil. İçini görmediğin için böyle konuşuyorsun. Bunun içinde ne işçilik var bilir misin?. Alemde böyle iş görülmemiştir.

Naip:

-Ey sırları örten!  Sırrı açma. Ört ki, senin de ayıbını örtsünler. Benimle uyuş, bunu böyle kapalı olarak alacağım.. dedi.

Hasılı bu alım satımda macera uzadı. Naip yüz altın verip sandığı satın aldı.

Göklerin yücesine yücelmeyen baş, hevasına kapılmış, sandık içine girmiştir.

Beden sandığından çıksa bile körlüğünden bir körün yanına gider ancak.

Ya Rabbi!.. Ruh sahibi bir kavim gönder de, bizi de beden sandığından satın alsın!..

Sandık içinde olduğunu, gönül gözü açık olan binde bir kişi bilebilir.

Yahut daha çocukken esir olan, veya anasından tutsak olarak doğan kişi, hürlük zevkini görmemiştir, onun meydanı suretler sandığıdır.

Aklı daima suretlerde mahpustur, kafesten kafese gezer durur.

Allah Kur’anda: "Gücünüz yeterse çıkın bakalım" demiştir, insanlara da, cinlere de.

Sandıktan sandığa giden adam; gökyüzüne mensup değildir, sandığa mensuptur.

Sandığın yarığı, insanın aklını başından alır, ama sandıktaki bunu anlayamaz.

Bu sandıklara kapılmazsa, o vakit kadı gibi kurtulmanın yollarını
arar, korkusuz, feryatsız durmaz.

Bir yıl sonra Cuha yine paraları bitirmiş, ne yapalım, kimi kafesleyelim derken, yine geçen yıl ki oyunu oynamaya karar verdiler karısıyla.. Ama tanınmamak için daha dikkatli, daha tedbirli olarak...

Kadın başka kadınları da alarak yanına Kadının huzuruna vardılar. Tanınmamak için peçelenip, bir kadını da kendine tercüman tutmuştu. Onu konuşturacak ki sesinden tanınmasın. Onun ağzıyla kocasından şikayette bulundu, gençliğini, tazeliğini, kocasının kendisiyle ilgilenmediğini, yarın köyüne gidip
kendisini yalnız bırakacağını saydı döktü.

-Yürü getir kocanı. İkinizi de dinleyip, ona göre hüküm vereyim, dedi kadı.

Önceden Kadı Cuha’yı görmemişti, onun için gönül rahatlığı ile geldi huzura.

Kadı onu hemen tanımadı. Cuha:

-Ben dine, şeriata bağlı bir insanım. Lakin bir kere şeytana uydum, kumar oynadım. Şeş beş derken elde avuçta ne var ne yok utuldum hepsini.

Der demez sesinden tanıdı Cuha’yı Kadı. Ona dönerek dedi ki:

-Sen o şeş beşi geçen yıl oynamıştın da beni tuzağa düşürmüştün. Ben sıramı savdım. Bu oyunu bu yıl başkasıyla oyna...

Arif; şeş beşten kurtulmuş, tek kalmıştır.

O; beş duyguyla, altı cihetten kurtulmuştur. Onun ötesinden haber verir sana.

Artık böyle bir can nasıl olur da bedene layık olur?. Kendine gel ey beden!. Bu candan ellerini çek artık.

Ey cana bucak olan beden!. Yeter artık!. Deniz, bir mataraya ne kadar sığabilirki?.

Ey insandaki binlerce Cebrail!. Ey adı bir kalıpta gizli Mesih’ler!..

Ey kilisede gizli binlerce Kabe!. Ey İfriti, İblisi yanıltan, yanlışlara sevkeden!.

Sen mekan ilinde mekansızlık secdegahısın... İblislerin dükkanı senin yüzünden yıkılmıştır.

Mesnevi:6.Cilt-Sayfa:354-..........-365

ANASAYFA