|
ŞARAP
Hz.
İsa zamanı idi, ve şarap o devirde haram değildi. Neşeli,
esirgeyici, yoksulları koruyan, adaletli, çok cömert bir bey vardı.
Tatlı dilli, erlikte önde olan, yol bilir, sır tutar, dostlarını
görüp gözetirdi. Her kesin gönlünü almayı bilen, kimseleri
incitmemeye gayret eden o güzel beye bir konuk geldi, bir gece ansızın.
Neşelenmek için şarap içmek istediler, ama az kalmıştı. Kölesine
dedi ki:
- Filan keşişte halis şarap var. Yürü, testiyi doldur getir. Onun
şarabının bir damlası, binlerce testi, şarabın yaptığını
yapar. Gizli bir maya var onda. Nitekim bazı erler vardır ki, aba
altında sultandır onlar. Hazine ve mücevherler, ev içinde değil,
daima yıkık yerlerdedir. Adem’in hazinesi de yıkık yere gömülmüştü
de, bu yüzden o mel’un şeytanın gözü onu göremedi.
Köle
iki testi alıp yola düştü, keşişlerin manastırına vardı, altını
verip, o altın gibi olan şarabı aldı. Sanki taş verip, karşılığında
gevheri satın aldı.
O şarap ki; getiren sakinin başına, padişahlar taç koyarlar.
O şarap ki; fitneler,kargaşalıklar çıkarır. Kullarla padişahları
bir birine katar.
O şarap ki; kemikleri eritir de, tamamiyle can yapar. İşte o zaman
tahtayla taht bir olur!...
Ayık iken kulla padişah, suyla yağ gibidir ama, sarhoşluk vaktinde
tendeki cana dönerler!..
İşte o köle böyle bir şarap almış, o adı sanı güzel beyin köşküne
getirmekteydi. Yolda; gamlar görmüş, beyni kuru, belalara bürünmüş
bir zahit çıkıverdi önüne.
Bedeni gönül ateşiyle yanmış, evini Allah’tan başka her şeyden
arındırmıştı. Her an gönlü savaşta, gece gündüz riyazatla geçirir
olmuştu. Gece yarısı köleyi görünce dedi ki:
- Testilerdeki nedir?
Köle:
- Şarap, dedi.
- Kimin, kime götürüyorsun?
- O ulu beyin.
- Allah’ı dileyen kişinin ameli böyle mi olur? Hem Allah’ı
istiyor, hem de içip eğleniyor
ha!.. deyiverdi.
Ey
bir kuş gibi sarhoşluk tuzağına tutulmuş adam!...
Senin aklın, şarapsız böyle dağınık. Aklına akıl katmak
gerekir!..
Ya sarhoş olunca aklın ne hale gelir?...
Zahit testiye bir taş attı, kırdı. Köle zahitten kaçarak, beyin
yanına ulaştı.
- Şarap nerede, diye kükredi bey. Köle başından geçenleri bir
bir anlattı. Bey ateşe döndü. Hemen doğruldu yerinden:
- Çabuk bana o zahidin evini gösterin, nerededir?.. Şu ağır gürzle
kafasını ezeceğim. O; köpekliğinden, doğru yolu göstermeyi
nereden bilir? O, ancak şöhret âşıkıdır.
Yobazlık ve riya ile kendine mevki yapmak istiyor. Zaten, şuna
buna riya yapmaktan başka hüneri yoktur. Deli ise, fitne çıkarmak
istiyorsa ilacı, öküz aletinden yapılmış kamçı ile dövülmektir,
dedi, eline bir topuz alıp sokağa fırladı. Yarı sarhoş halde
zahidin evine geldi. Niyeti öldürmekti.
Zahit evde bulunan yünlerin altına girip saklandı. Lakin söylenenleri
işitiyordu. Orada kendi kendine dedi ki:
- Adamın çirkinliğini, yüzüne karşı ancak ayna söyleyebilir.
Çünki onun yüzü serttir. Ayna gibi sert bir yüz gerek ki, sana çirkin
yüzüne bak desin.
Bey dedi ki:
- O kim oluyor ki, bizim testimize taş atıp kırsın?. Benim civarımdan
erkek aslan bile korkarak geçerken, neden kulumuzun (kölemizin) gönlünü
incitti? Bizi konuğumuzun yanında utandırdı?.. Onun kanından daha
değerli olan şarabımızı döktü!.. Sonra da kadınlar gibi saklanır.
Fakat, tut ki, kuş gibi uçsun. Elimden canını nasıl kurtaracak?..
Kahır okumla kanadını kırarım. Herkese yobazlık satsın, bu
yetmiyormuş gibi, bir de bize satmaya kalksın ha!.. Onun cezasını
şimdi vereceğim!..
Kükredi,
köpürdü. Şefaatçılar geldiler. Ellerini defalarca öptüler,
dediler ki:
- A beyim!.. Sana kin tutmak yakışmaz. Şarap dökülüp gittiyse ne
çıkar?. Sen şarapsız da hoşsun. Ey kerem ve
merhamet sahibi, padişahlık et!.. Her şarap; senin boyuna ve
yüzüne kuldur. Bütün sarhoşlar sana haset eder. Senin gül renkli
şaraba ihtiyacın yok ki!.. Hoşluk madeni olan sen; neden şaraba
mihnet edersin?.. Neden kendini ucuza satıyorsun?.. Yazıklar olsun;
kitaplardan bilgi arıyorsun ha!.. Helvadan zevk istiyorsun ha!.. Şarap
nedir ki; güzel ses ve çalgı dinlemek, bir güzelle buluşmak nedir
ki, sen onlardan bir neş’e, bir yardım ummadasın? Hiç güneş,
bir zerreden borç ister mi?. Hiç Zühre yıldızı bir küçücük küpten
şarap diler mi?.. Sana yakışmaz, bırak!...
Bey dedi ki:
- Hayır, hayır. Ben o şarabın adamıyım. Ben, bu hoşluktan alınan
zevke kanaat edemem. Ben yasemin gibi olmayı, söğüt dalı gibi
olmayı isterim. Sağa sola dönmeli, rüzgarda çeşit
çeşit oynamalıyım. Hey hocam: Şarabın verdiği neşeye alışan,
nereden bu neşeyi beğenecek?.. Nebi ve Resuller; Allah zevkine dalmışlardı,
onunla yoğrulmuşlardı da, onun için bu zevkten vazgeçtiler. Onların
canı, o neşeyi gördüğünden, onlara bu neşe oyuncak görünmüştü.
Diri olan bir güzelliğe dostluk eden, artık ölüyü nasıl
kucaklar?...
Mesnevi:5.Cilt-Sayfa:280-....-292
|