|
ŞEYH
SERREZİ
Şeyh Muhammed Serrezi
Gazne’li idi. Gündüzlerini yedi yıldır oruçla geçirir, üzüm
çotuğunun ucuyla iftar eder, dünyalıklarda gözü olmayan, lakin;
ilme aç bir zahitti. Devamlı
öğrenmek ister, kavuştuklarını tefekkür eder... Bütün amacı
ise Cemalullah’a kavuşmaktı. Dağ başına çıktı bir gün:
- Ya bana kendini göster, yada kendimi bu dağdan aşağı
atacağım, dedi.
Allah dedi ki:
- O ihsanın zamanı gelmedi. Kendini atsan bile ölmezsin,
ben seni öldürmem.
Dinlemedi, şeyh kendini dağdan aşağı attı. Ölmedi.
Ölümden kurtulduğunda feryat etmeye başladı. Çünki böyle yaşamak,
ölüm gibi geliyordu. “Hayatım ölümümdedir...” diyor, gayb
aleminden bir ölüm diliyordu. Günün birinde gizliliklerin derinliğinden
bir ses geldi kulağına:
- “Yürü... dağları, ovaları bırak, şehre
git!...”
- Ey bütün gizliliklerime âgah olan Allah’ım;
şehirde ne yapayım, söyle?
Allah dedi ki:
- Nefsini alçaltmak için Abbas-ı Debs gibi rüsvay
ol, dilen!.. Bir müddet zenginlerden para topla, yoksullara dağıt!...
Şimdilik yapacağın hizmet budur.
- Baş üstüne, canımın sığındığı Rabbim,
dedi Şeyh Muhammed-i Serrezi. Mahlukatın Rabbi ile o zahit arasında
bir çok soru-cevap ve macera oldu, lakin bunları kısa keselim.
Şeyh Hakk buyruğunu kabul edip, Gazne’yi nuruyla
aydınlattı. Halktan bir bölük ile şehrin ileri gelenleri karşıladılar,
hazırladıkları köşklere buyur ettiler.
Şeyh:
- Kendimi göstermeye gelmedim, dilenmek için geldim
buraya... Emir kuluyum ben, emir de Hakk’tan. Elime zembil alıp kapı
kapı dileneceğim. Dilenirken de başka
şeyler söyleyecek değilim, aşağılık dilencilerin söylediklerinden
başka. Ki; bu şekilde halktan da, ileri gelenlerden de kötü sözler
duyayım... Hakkın emri candır, ben de ona tabiyim. O: "Tamah
eden alçalır!." buyuruyor, madem ki din sultanı benden
tamahkarlık istiyor; bundan böyle toprak, kanaatın başına. Alçalmamı
istiyorsa, yücelmek için nasıl savaşırım?.. Dilenci olmamı
istiyor, nasıl beylik taslarım?... Benden yalnız dilencilik ve alçaklık
bekleyin, dağarcığımda yirmi tane Abbas
var, dedi.
Şeyh zembil alarak eline, sokak sokak, kapı kapı
dolaşıyor:
- Ağam; Allah için bir şeyler ver... Hakk bu
hususta sana yardım vermedi mi?.. Allah’a ödünç verin, Allah’a
yardım ederseniz, O da size yardım eder, diye yalvarıyordu
insanlara.
Onun için gökte yüzlerce kapı açık olduğu
halde, dilenciliği boğazı için değil, Allah için yapıyordu. Gerçi
boğazı için yapsa ne olurdu ki?... O boğaz Hakk nuru ile doluydu
zaten. Tamahtan değil bu uğraş. Allah yedinci kat göğe kadar
olan hazinelerini şeyhe göstermişti.
Şeyh dedi ki:
- Ey beni yaratan; âşıkım ben, senden başka bir
şey dilersem kötü kişi olayım!..
Gözüme görünen sekiz cennetin iştiyakı ile, yada
cehennemin korkusundan sana hizmet edersem; ancak selametini arayan
inanmış bir kul olurum. Çünki cennet de bedene aittir, cehennem
de... Bir âşık ise Allah aşkı ile gıdalandığından, yüzlerce
beden onun için; bir gazel yaprağına bile değmez.
Kullukta bulun da belki sen de âşık olursun.
Kulluk bir kazançtır ki amelle elde edilir. Kul; kulluktan azat
olmayı diler. Aşık ise; ebediyen azat olmak istemez.
Kul daima elbise ve vergi ister. Aşıkın elbisesiyse;
sevgilinin cemalidir. Aşk söze sığmaz, bir denizdir ki, dibi görünmez.
A canım; sonu gelmeyecek bu sözden,
biz, yine zamane Şeyhinin hikayesine dönelim.
Böyle bir şeyh;sokak sokak
dolaşan bir dilenci oluverdi. Ne yapsın?... Aşk pervasızca geldi.
Aşk; denizi çömlek gibi kaynatır, dağı kum gibi ezer, eritir, gökyüzünü
çatlatır. Pak, aşk; Muhammed’le eşti. Onun için O’na: “Sen
olmasaydın...” dedi. Onun için O’ nu; Allah, Nebi ve Resullerin
içinden seçti.
Aşkla, bir yoksul nasıl değişir diye, anlaman için, toprağa yeşillik
ve tazelik verdi. Şu yerinden oynamayan dağlar da sana; âşıkların
sebatını söyler. Fakat oğul; o manadır, bunlarsa suret. Lakin
anlayışa yaklaştırmak için bu lazımdır. Kederi dikene
benzetirler, dikenin kendisi değildir bu benzeyiş. Ancak uyandırmak,
anlatmak için söylenir. Katı gönül için “taş gibi” derler.
Gönlün taş ile münasebeti yoktur, ama bir örnektir işte.
Şeyh, bir seferinde, aynı günde dört defa bir
beyin evine gitti, elinde zembili, dilinde dilenci nakaratları olduğu
halde:
- Allah için, bir lokma ekmek verin, diyerek istekte
bulundu.
Bey onu görünce:
- Ey kötü kişi; sana bir şey söyleyeceğim ama,
sakın beni cimrilikle, eli sıkılıkla suçlama. Bu ne utanmazlık,
bu ne küstahlık?... Bir günde tam dört defa geliyorsun!.. Senin
gibi bir dilenci görülmemiştir. Dilencilerin namusunu da berbat
ettin!.. Böyle bir şom nefis; hiç bir dinsiz, imansızda dahi
bulunmaz!...
Şeyh dedi ki:
- Beyim; ne olursun sus!.. Ben emir kuluyum, içimdeki
ateşi bilmiyorsun, bu kadar coşup, ileri gitme!... Kendimde ekmek
istemek için hırs görseydim, karnımı deşerdim. Yedi yıl şu
beden yandı, kavruldu da, çöllerde asma yaprağı yedim, günümü
onunla geçirdim. Akıllı kişiler kılı kırk yararlar. Aşıkları,
aşk gözüyle gör. Âşıkların gönüllerini az incit, sen bu neşeyi
anlayamamışsın, bari ağır ol, ihtiyatı elden bırakma. Orta yolu
tut!...
Şeyh bu sözleri söyleyip, ağlamaya koyuldu. Yüzü
gözyaşlarından sırıl sıklam oldu. Şeyhin doğruluğu, beyin içine
tesir etti. İkisi baş başa verip uzunca bir süre ağlaştılar.
Sonra bey dedi ki:
- Ey ulu kişi kalk!... Hazinemden ne dilersen al!.. Bunların yüzlerce
kat üstününe layıksın sen. Gönlünün dilediğini al. Neye
meylin varsa o senindir. Zaten sana iki alem de dar gelmektedir.
Şeyh dedi ki:
- Böyle bir izin verilmedi bana. Elinle dilediğini
al, demediler. Ben bu küstahlığa kendi dileğimle kalkışmadım
ki, bir kavme sonradan gelip katılanlar gibi, bu eve girip te dilediğimi
alayım...
Bu sözleri bahane edip kalktı, o ihsan doğru bir
ihsan değildi. Onun için almadı. Beyin özü doğru idi. Gıllıgışı
yoktu. Fakat her doğru; şeyhin gözüne görünmez, her doğruyu
kabul edemezdi ya!...
O er tam iki yıl dilencilik yaptı. Sonra
Allah’tan emir geldi:
- Bundan sonra kimselerden bir şey isteme. Senden
isteyenlere, istediklerini ver. Ne isterlerse istesinler, elini hasırın
altına sok, çıkar. Bu zahmetsiz hazineden ver. Göreceksin,
avucunda toprak; altın kesilecektir. Ne dilersen ver, hiç düşünme.
Allah sana ihsanda bulundu. İhsanımızda
ne tükenme vardır, ne de azalma. Bu vergiden ne pişman oluruz, ne
haset duyarız. Elini hasırın altına daldır da ihsanımız, kötü
gözlerden gizli kalsın. Yürü: “Allah’ın eli, onların
eli üzerindedir...” sırrı sana verildi. Allah’ın eli
gibi; sebepsiz rızık saç, borçluları borcundan kurtar...
Bu yıl da işi bu oldu. Din Rabbinin kesesinden
boyuna altın verirdi. Kara toprak elinde altın kesilirdi. Hâtemi
Tay, onun yanında adeta yoksul kalırdı.
Yoksul; ihtiyacını söylemese de o bilir, gerektiği
kadarı verirdi. Beli bükülmüş yoksulun gönlünde ne varsa; ne
fazla, ne de eksik, o kadar verirdi.
- Bu kadar isteyeceğini nereden biliyorsun de, tam o
kadarını veriyorsun, dediler.
Dedi ki:
- Gönül evim bomboş. Cennetteki gibi, nasıl ki;
orada ihtiyaç yoktur... Yalnız Allah sevgisi vardır orada, O’nun
vuslatı hayalinden başka bir şey yok... Ben evi; iyi, kötü, her
şeyden sildim, temizledim. Yalnız Allah sevgisiyle doludur evim.
Orada Allah’tan başka ne görürsem, benim malım değildir, benden
bir şeyler isteyen yoksulun malıdır.
Mesnevi:5.Cild.
Sayfa:218-...........-230
|