mevsol.gif (323 bytes)

mevsag.gif (324 bytes)

ŞEYH SERREZİ

Şeyh Muhammed Serrezi Gazne’li idi. Gündüzlerini yedi yıldır oruçla geçirir, üzüm çotuğunun ucuyla iftar eder, dünyalıklarda gözü olmayan, lakin; ilme aç bir zahitti. Devamlı öğrenmek ister, kavuştuklarını tefekkür eder... Bütün amacı ise Cemalullah’a kavuşmaktı. Dağ başına çıktı bir gün:

- Ya bana kendini göster, yada kendimi bu dağdan aşağı atacağım, dedi.
Allah dedi ki:
- O ihsanın zamanı gelmedi. Kendini atsan bile ölmezsin, ben seni öldürmem.
Dinlemedi, şeyh kendini dağdan aşağı attı. Ölmedi. Ölümden kurtulduğunda feryat etmeye başladı. Çünki böyle yaşamak, ölüm gibi geliyordu. “Hayatım ölümümdedir...” diyor, gayb aleminden bir ölüm diliyordu. Günün birinde gizliliklerin derinliğinden bir ses geldi kulağına:
- “Yürü... dağları, ovaları bırak, şehre git!...”
- Ey bütün gizliliklerime âgah olan Allah’ım; şehirde ne yapayım, söyle?
Allah dedi ki:
- Nefsini alçaltmak için Abbas-ı Debs gibi rüsvay ol, dilen!.. Bir müddet zenginlerden para topla, yoksullara dağıt!... Şimdilik yapacağın hizmet budur.
- Baş üstüne, canımın sığındığı Rabbim, dedi Şeyh Muhammed-i Serrezi. Mahlukatın Rabbi ile o zahit arasında bir çok soru-cevap ve macera oldu, lakin bunları kısa keselim.

Şeyh Hakk buyruğunu kabul edip, Gazne’yi nuruyla aydınlattı. Halktan bir bölük ile şehrin ileri gelenleri karşıladılar, hazırladıkları köşklere buyur ettiler.
Şeyh:
- Kendimi göstermeye gelmedim, dilenmek için geldim buraya... Emir kuluyum ben, emir de Hakk’tan. Elime zembil alıp kapı kapı dileneceğim. Dilenirken de başka şeyler söyleyecek değilim, aşağılık dilencilerin söylediklerinden başka. Ki; bu şekilde halktan da, ileri gelenlerden de kötü sözler duyayım... Hakkın emri candır, ben de ona tabiyim. O: "Tamah eden alçalır!." buyuruyor, madem ki din sultanı benden tamahkarlık istiyor; bundan böyle toprak, kanaatın başına. Alçalmamı istiyorsa, yücelmek için nasıl savaşırım?.. Dilenci olmamı istiyor, nasıl beylik taslarım?... Benden yalnız dilencilik ve alçaklık bekleyin, dağarcığımda yirmi tane Abbas  var, dedi.

Şeyh zembil alarak eline, sokak sokak, kapı kapı dolaşıyor:
- Ağam; Allah için bir şeyler ver... Hakk bu hususta sana yardım vermedi mi?.. Allah’a ödünç verin, Allah’a yardım ederseniz, O da size yardım eder, diye yalvarıyordu insanlara.

Onun için gökte yüzlerce kapı açık olduğu halde, dilenciliği boğazı için değil, Allah için yapıyordu. Gerçi boğazı için yapsa ne olurdu ki?... O boğaz Hakk nuru ile doluydu zaten.  Tamahtan değil bu uğraş. Allah yedinci kat göğe kadar olan hazinelerini şeyhe göstermişti.  Şeyh dedi ki:
- Ey beni yaratan; âşıkım ben, senden başka bir şey dilersem kötü kişi olayım!..  Gözüme görünen sekiz cennetin iştiyakı ile, yada cehennemin korkusundan sana hizmet edersem; ancak selametini arayan inanmış bir kul olurum. Çünki cennet de bedene aittir, cehennem de... Bir âşık ise Allah aşkı ile gıdalandığından, yüzlerce beden onun için; bir gazel yaprağına bile değmez.

Kullukta bulun da belki sen de âşık olursun. Kulluk bir kazançtır ki amelle elde edilir. Kul; kulluktan azat olmayı diler. Aşık ise; ebediyen azat olmak istemez. Kul daima elbise ve vergi ister. Aşıkın elbisesiyse; sevgilinin cemalidir. Aşk söze sığmaz, bir denizdir ki, dibi görünmez.

A canım; sonu gelmeyecek bu sözden, biz, yine zamane Şeyhinin hikayesine dönelim.

Böyle bir şeyh;sokak sokak dolaşan bir dilenci oluverdi. Ne yapsın?... Aşk pervasızca geldi.
Aşk; denizi çömlek gibi kaynatır, dağı kum gibi ezer, eritir, gökyüzünü çatlatır. Pak, aşk; Muhammed’le eşti. Onun için O’na: “Sen olmasaydın...” dedi. Onun için O’ nu; Allah, Nebi ve Resullerin içinden seçti.
Aşkla, bir yoksul nasıl değişir diye, anlaman için, toprağa yeşillik ve tazelik verdi. Şu yerinden oynamayan dağlar da sana; âşıkların sebatını söyler. Fakat oğul; o manadır, bunlarsa suret. Lakin anlayışa yaklaştırmak için bu lazımdır. Kederi dikene benzetirler, dikenin kendisi değildir bu benzeyiş. Ancak uyandırmak, anlatmak için söylenir. Katı gönül için “taş gibi” derler.  Gönlün taş ile münasebeti yoktur, ama bir örnektir işte.

Şeyh, bir seferinde, aynı günde dört defa bir beyin evine gitti, elinde zembili, dilinde dilenci nakaratları olduğu halde:
- Allah için, bir lokma ekmek verin, diyerek istekte bulundu.
Bey onu görünce:
- Ey kötü kişi; sana bir şey söyleyeceğim ama, sakın beni cimrilikle, eli sıkılıkla suçlama. Bu ne utanmazlık, bu ne küstahlık?... Bir günde tam dört defa geliyorsun!.. Senin gibi bir dilenci görülmemiştir. Dilencilerin namusunu da berbat ettin!.. Böyle bir şom nefis; hiç bir dinsiz, imansızda dahi bulunmaz!...
Şeyh dedi ki:
- Beyim; ne olursun sus!.. Ben emir kuluyum, içimdeki ateşi bilmiyorsun, bu kadar coşup, ileri gitme!... Kendimde ekmek istemek için hırs görseydim, karnımı deşerdim. Yedi yıl şu beden yandı, kavruldu da, çöllerde asma yaprağı yedim, günümü onunla geçirdim. Akıllı kişiler kılı kırk yararlar. Aşıkları, aşk gözüyle gör. Âşıkların gönüllerini az incit, sen bu neşeyi anlayamamışsın, bari ağır ol, ihtiyatı elden bırakma. Orta yolu tut!...  

Şeyh bu sözleri söyleyip, ağlamaya koyuldu. Yüzü gözyaşlarından sırıl sıklam oldu. Şeyhin doğruluğu, beyin içine tesir etti. İkisi baş başa verip uzunca bir süre ağlaştılar. Sonra bey dedi ki:
- Ey ulu kişi kalk!... Hazinemden ne dilersen al!.. Bunların yüzlerce kat üstününe layıksın sen. Gönlünün dilediğini al. Neye meylin varsa o senindir. Zaten sana iki alem de dar gelmektedir.
Şeyh dedi ki:
- Böyle bir izin verilmedi bana. Elinle dilediğini al, demediler. Ben bu küstahlığa kendi dileğimle kalkışmadım ki, bir kavme sonradan gelip katılanlar gibi, bu eve girip te dilediğimi alayım...
Bu sözleri bahane edip kalktı, o ihsan doğru bir ihsan değildi. Onun için almadı. Beyin özü doğru idi. Gıllıgışı yoktu. Fakat her doğru; şeyhin gözüne görünmez, her doğruyu kabul edemezdi ya!...
O er tam iki yıl dilencilik yaptı. Sonra Allah’tan emir geldi:
- Bundan sonra kimselerden bir şey isteme. Senden isteyenlere, istediklerini ver. Ne isterlerse istesinler, elini hasırın altına sok, çıkar. Bu zahmetsiz hazineden ver. Göreceksin, avucunda toprak; altın kesilecektir. Ne dilersen ver, hiç düşünme. Allah sana ihsanda bulundu.  İhsanımızda ne tükenme vardır, ne de azalma. Bu vergiden ne pişman oluruz, ne haset duyarız. Elini hasırın altına daldır da ihsanımız, kötü gözlerden gizli kalsın. Yürü: “Allah’ın eli, onların eli üzerindedir...” sırrı sana verildi. Allah’ın eli gibi; sebepsiz rızık saç, borçluları borcundan kurtar...

Bu yıl da işi bu oldu. Din Rabbinin kesesinden boyuna altın verirdi. Kara toprak elinde altın kesilirdi. Hâtemi Tay, onun yanında adeta yoksul kalırdı.

Yoksul; ihtiyacını söylemese de o bilir, gerektiği kadarı verirdi. Beli bükülmüş yoksulun gönlünde ne varsa; ne fazla, ne de eksik, o kadar verirdi.
- Bu kadar isteyeceğini nereden biliyorsun de, tam o kadarını veriyorsun, dediler.
Dedi ki:
- Gönül evim bomboş. Cennetteki gibi, nasıl ki; orada ihtiyaç yoktur... Yalnız Allah sevgisi vardır orada, O’nun vuslatı hayalinden başka bir şey yok... Ben evi; iyi, kötü, her şeyden sildim, temizledim. Yalnız Allah sevgisiyle doludur evim. Orada Allah’tan başka ne görürsem, benim malım değildir, benden bir şeyler isteyen yoksulun malıdır.

Mesnevi:5.Cild. Sayfa:218-...........-230

ANASAYFA