mevsol.gif (323 bytes)

mevsag.gif (324 bytes)

VEHİM

Öğrenciler çalışıp çabalamaktan, her gün okula gelmekten bıkmışlar, bir şeyler yapıp, hocalarının başına iş açıp, okulu kırmayı kafalarına koymuşlardı. Nasıl yapacakları konusunda uzun uzun düşündüler. İçlerinde en zeki olan  bir plan hazırlayarak arkadaşlarına anlattı:

- Bakın, aklıma gelen plan şu: Hoca Efendi geldiğinde yarımız dışarıda olacağız. İçeri önce ben , sonra da sırayla sizler geleceksiniz . Her gelen : “ Aaaa !!.. O ne Hocam?. Rengin kaçmış , yüzün sapsarı. Geçmiş olsun , geçmiş olsun !.. Vah vah vah !...  Ya hava çarpması , ya sıtma olmuşsun!.. Rahmetli  Kâzım Amca ‘ nın ki de böyle başlamıştı . İnşallah sizin ki ona benzemez. “ diyeceksiniz.  Hoca bu sözlerden biraz olsun vehme düşer. Hiç belli etmeden tatbik edersek korkmayın .. muradımıza ereriz.

Çocukların hepsi de:

- Aferin zeki çocuk , bahtın daima yaver olsun, Allah sana yardım etsin , dediler. Birleşip hiç birisinin bu kavilden dönmeyeceklerine dair kuvvetlice ahdettiler , sonra da planlarından kimseye bahsetmemeleri hususunda sözleşerek dağıldılar.

Ertesi gün oldu . Çocuklar bu düşünceyle mektebe geldiler. Herkes zeki çocuğun gelmesini bekliyordu.  Çocuk geldi, hocaya selam verip dedi ki:

- Hayır ola Hocam . Benzin sararmış !”

Hoca:

- Saçmalama. Ne sararması? Hasta filân değilim. Geç yerine otur, dedi.

Dedi ama hatırına bir vehim tozudur kondu. Gönlünü endişe sardı. Derken başka bir çocuk girdi içeri, kırk yıllık aktör gibi, gözleri irileşmiş ve hocanın yüzünde sabitlenmiş olarak aynı şeyleri söyledi. Daha sonra gelenler de...

Kadın erkek bütün halk secde edip :“Sen Tanrısın, sen padişahsın” demeleri de Firavun’un gönlüne tesir etmiş , vehminden ejderha kesilmiş, başına gelenlerin tümü de o yüzden olmuştu.

Hoca vehimden, korkudan hastalandı. Yerinden kalkarken:

- “Zaten sevgisi az, bu durumda olduğum  halde halimi , hatırımı sormadı bile. Rengimin solukluğunu, benzimin uçukluğunu haber dahi vermedi. Kastı var. Benden kurtulmanın çarelerini arıyor demek ki!.. Güzelliğine , cilvesine sarhoş olmuş!.. Benden ise haberi bile yok!.. Halbuki leğenim damdan düşmüş, rüsvay olmuş gitmişim!...” diye karısına verdi , veriştirdi.  Evine vardığında kapıyı şiddetle açtı . Çocuklar da hocalarının arkasından geliyorlardı.

Karısı:

- Hayır ola?.. Erken geldin !..  Allah esirgesin , başına kötü bir şey gelmesin de... dedi.

Hoca dedi ki:

- Kör müsün sen?.. Betime benzime bakmıyor musun hiç?.. Yabancılar bile derdimle dertleniyor, feryada geliyorlar da , sen evimin içinde olduğun halde düşmanlığından, bana karşı olan münafıklığından yanıp yakıldığımı görmüyorsun bile!..

Kadın:

- A Hocam senin bir şeyin yok!..  Bu endişen saçma bir vehimden ibaret, dediyse de...

- A kahpe kadın, inat mı ediyorsun?.. Kırgınlığımı, tir tir titrediğimi fark etmiyor musun ?.. Körsen benim ne suçum var?  Ben kendi derdime düştüm , bu gam ve kederden perişan haldeyim zaten!.. dedi hoca.

Kadın dedi ki:

- Hocam, ayna getireyim de bak!. Benim bir suçum var mı, yalan söylüyor muyum , anla.

- Git!... Aynan da batsın sen de, dedi hoca , devam etti: Zaten daima bana buğz etmede , kin gütmede, benimle inatlaşmadasın. Yatağı yay,  yorganı getir de yatayım , başım iyice ağırlaştı , dedi.

Kadın biraz duraklayınca da:

- Haydi, be hey düşman!..  Senin lâyığın bu laf. Durmasana, diye bağırdı.

Kadın yatak yorgan getirip döşerken:

- İçi vehim ateşiyle dolu. İmkân yok, bir şey söylesem beni itham edecek. Fakat söylemesem de bu hastalık, sahiden hastalık haline gelecek. “Kötüye yorma , vehimlenme; insanı hiç bir hastalığı yokken hasta eder. Nebi hadisinde: Hasta değilken kendinizi hasta gösterirseniz, sahiden hastalanırsınız...”  diyor. Hasta değilsin desem:” Bu karı yalnız kalmayı istiyor, yapacağı bir iş var, beni evden çıkaracak ki, istediği kötü işi rahatça yapabilsin ...” diyebilir!... diye söylendi içinden.

Hoca yorganı çekip uzandı , ahlayıp ,puflayarak inlemeye başladı. Çocuklar da orada oturup yüzlerce dertle (!!!) ders yapmaya koyuldular.  Bir yandan da:

- Bunca işler işledik, bunca düzenler dizdik, yine de zindandayız. Kurduğumuz yapı; kötü yapıymış, biz de kötü kurucularız... diyorlardı.

O zeki çocuk, arkadaşlarının kulağına eğilerek:

- Arkadaşlar ; dersinizi bağıra bağıra okuyun , bu hocaya fena gelir, baş ağrısı fazlalaşır, bu yaptığımız belki para eder, dedi.

Öyle de yaptılar. Sonuç tam düşündükleri gibi oldu. Hoca:

- Çocuklar başımın ağrısı fazlalaştı, haydin gidin, dedi.

Çocuklar yerleri öperek:

- Ey kerem sahibi;hastalık senden uzak olsun ... dediler, fırlayıp tanelere uçuşan kuşlar gibi evlerine koştular.

Anneleri kızarak sordu:

- Bu gün mektep var, ne yapıyorsunuz siz ? Gözünüz oyundan başka bir şey görmüyor.

Çocuklar özür beyan edip dediler ki:

- Dur hele anne!.. Suç bizim değil. Bizim hiç bir kabahatimiz yok!.. Hocamız hastalandı, perişan bir hale geldi.

Anneleri:

- Hile, düzen. Siz bir ayran için yüz yalan söylersiniz. Hele sabah olsun, hocanıza gideyim de işin aslını öğreneyim , dedi.

Çocuklar da:

- Peki, git!.. Git de , doğru mu söylüyoruz, yanlış mı anla , dediler.

Sabah olunca anneleri hocayı dolaşmaya gittiler. Baktılar ki hoca , ağır bir hastalığa tutulmuş, yatmakta. Fazla örtündüğü, başını bağladığı, yüzünü kapattığı için kan-tere batmış. Hafif hafif inlemekte!.. Hepsi “Lâ Havle ..” çekerek:

- Hayır ola hocam?.. Bu baş ağrısı nedir?.. Allah sağlık versin, vallahi hiç haberimiz yoktu, dediler.

Hoca:

- Benim de haberim yoktu, bu kahpe oğulları haber verdiler.  Ben çalışıp çabalıyordum, haberim bile yoktu. Meğerse içimde dehşetli bir hastalık varmış, dedi.

İnsan bir işe ciddiyetle koyuldu mu, gözü başka bir şey görmez. Mısır’lı kadınlar da Yusuf’un güzelliğine daldılar da ; ellerini parçaladıklarının farkına dahi varmadılar... Nice babayiğit erler vardır ki; savaşta elleri , ayakları kesilir de yine savaştan el çekmezler, sağlam sanırlar kendilerini. Fakat sonradan görürler ki, bir hayli kan akmış, lâkin haberleri dahi olmamış!...

Mesnevi:3.Cilt - Sayfa:123-....-131

ANASAYFA