VEHİM
Öğrenciler
çalışıp çabalamaktan, her gün okula gelmekten bıkmışlar, bir
şeyler yapıp, hocalarının başına iş açıp, okulu kırmayı
kafalarına koymuşlardı. Nasıl yapacakları konusunda uzun uzun
düşündüler. İçlerinde en zeki olan
bir plan hazırlayarak arkadaşlarına anlattı:
-
Bakın, aklıma gelen plan şu: Hoca Efendi geldiğinde yarımız dışarıda
olacağız. İçeri önce ben , sonra da sırayla sizler geleceksiniz
. Her gelen : “ Aaaa !!.. O ne Hocam?. Rengin kaçmış , yüzün
sapsarı. Geçmiş olsun , geçmiş olsun !.. Vah vah vah !...
Ya hava çarpması , ya sıtma olmuşsun!.. Rahmetli
Kâzım Amca ‘ nın ki de böyle başlamıştı . İnşallah
sizin ki ona benzemez. “ diyeceksiniz.
Hoca bu sözlerden biraz olsun vehme düşer. Hiç belli
etmeden tatbik edersek korkmayın .. muradımıza ereriz.
Çocukların
hepsi de:
-
Aferin zeki çocuk , bahtın daima yaver olsun, Allah sana yardım
etsin , dediler. Birleşip hiç birisinin bu kavilden dönmeyeceklerine
dair kuvvetlice ahdettiler , sonra da planlarından kimseye
bahsetmemeleri hususunda sözleşerek dağıldılar.
Ertesi
gün oldu . Çocuklar bu düşünceyle mektebe geldiler. Herkes zeki
çocuğun gelmesini bekliyordu. Çocuk
geldi, hocaya selam verip dedi ki:
-
Hayır ola Hocam . Benzin sararmış !”
Hoca:
-
Saçmalama. Ne sararması? Hasta filân değilim. Geç yerine otur,
dedi.
Dedi
ama hatırına bir vehim tozudur kondu. Gönlünü endişe sardı.
Derken başka bir çocuk girdi içeri, kırk yıllık aktör gibi, gözleri
irileşmiş ve hocanın yüzünde sabitlenmiş olarak aynı şeyleri söyledi.
Daha sonra gelenler de...
Kadın
erkek bütün halk secde edip :“Sen Tanrısın, sen padişahsın”
demeleri de Firavun’un gönlüne tesir etmiş , vehminden ejderha
kesilmiş, başına gelenlerin tümü de o yüzden olmuştu.
Hoca
vehimden, korkudan hastalandı. Yerinden kalkarken:
-
“Zaten sevgisi az, bu durumda olduğum
halde halimi , hatırımı sormadı bile. Rengimin solukluğunu,
benzimin uçukluğunu haber dahi vermedi. Kastı var. Benden kurtulmanın
çarelerini arıyor demek ki!.. Güzelliğine , cilvesine sarhoş olmuş!..
Benden ise haberi bile yok!.. Halbuki leğenim damdan düşmüş, rüsvay
olmuş gitmişim!...” diye karısına verdi , veriştirdi.
Evine vardığında kapıyı şiddetle açtı . Çocuklar da
hocalarının arkasından geliyorlardı.
Karısı:
-
Hayır ola?.. Erken geldin !.. Allah
esirgesin , başına kötü bir şey gelmesin de... dedi.
Hoca
dedi ki:
-
Kör müsün sen?.. Betime benzime bakmıyor musun hiç?.. Yabancılar
bile derdimle dertleniyor, feryada geliyorlar da , sen evimin içinde
olduğun halde düşmanlığından, bana karşı olan münafıklığından
yanıp yakıldığımı görmüyorsun bile!..
Kadın:
-
A Hocam senin bir şeyin yok!.. Bu
endişen saçma bir vehimden ibaret, dediyse de...
-
A kahpe kadın, inat mı ediyorsun?.. Kırgınlığımı, tir tir
titrediğimi fark etmiyor musun ?.. Körsen benim ne suçum var?
Ben kendi derdime düştüm , bu gam ve kederden perişan
haldeyim zaten!.. dedi hoca.
Kadın
dedi ki:
-
Hocam, ayna getireyim de bak!. Benim bir suçum var mı, yalan söylüyor
muyum , anla.
-
Git!... Aynan da batsın sen de, dedi hoca , devam etti: Zaten daima
bana buğz etmede , kin gütmede, benimle inatlaşmadasın. Yatağı
yay, yorganı getir de yatayım , başım iyice ağırlaştı ,
dedi.
Kadın
biraz duraklayınca da:
-
Haydi, be hey düşman!.. Senin
lâyığın bu laf. Durmasana, diye bağırdı.
Kadın
yatak yorgan getirip döşerken:
-
İçi vehim ateşiyle dolu. İmkân yok, bir şey söylesem beni itham
edecek. Fakat söylemesem de bu hastalık, sahiden hastalık haline
gelecek. “Kötüye yorma , vehimlenme; insanı hiç bir hastalığı
yokken hasta eder. Nebi hadisinde:” Hasta değilken kendinizi hasta gösterirseniz,
sahiden hastalanırsınız...” diyor. Hasta değilsin desem:” Bu karı yalnız kalmayı istiyor, yapacağı bir iş var, beni
evden çıkaracak ki, istediği kötü işi rahatça yapabilsin
...” diyebilir!... diye söylendi içinden.
Hoca
yorganı çekip uzandı , ahlayıp ,puflayarak inlemeye başladı. Çocuklar
da orada oturup yüzlerce dertle (!!!) ders yapmaya koyuldular. Bir yandan da:
-
Bunca işler işledik, bunca düzenler dizdik, yine de zindandayız.
Kurduğumuz yapı; kötü yapıymış, biz de kötü kurucularız...
diyorlardı.
O
zeki çocuk, arkadaşlarının kulağına eğilerek:
-
Arkadaşlar ; dersinizi bağıra bağıra okuyun , bu hocaya fena
gelir, baş ağrısı fazlalaşır, bu yaptığımız belki para eder,
dedi.
Öyle
de yaptılar. Sonuç tam düşündükleri gibi oldu. Hoca:
-
Çocuklar başımın ağrısı fazlalaştı, haydin gidin, dedi.
Çocuklar
yerleri öperek:
-
Ey kerem sahibi;hastalık senden uzak olsun ... dediler, fırlayıp
tanelere uçuşan kuşlar gibi evlerine koştular.
Anneleri
kızarak sordu:
-
Bu gün mektep var, ne yapıyorsunuz siz ? Gözünüz oyundan başka
bir şey görmüyor.
Çocuklar
özür beyan edip dediler ki:
-
Dur hele anne!.. Suç bizim değil. Bizim hiç bir kabahatimiz yok!..
Hocamız hastalandı, perişan bir hale geldi.
Anneleri:
-
Hile, düzen. Siz bir ayran için yüz yalan söylersiniz. Hele sabah
olsun, hocanıza gideyim de işin aslını öğreneyim , dedi.
Çocuklar
da:
-
Peki, git!.. Git de , doğru mu söylüyoruz, yanlış mı anla ,
dediler.
Sabah
olunca anneleri hocayı dolaşmaya gittiler. Baktılar ki hoca , ağır
bir hastalığa tutulmuş, yatmakta. Fazla örtündüğü, başını
bağladığı, yüzünü kapattığı için kan-tere batmış. Hafif
hafif inlemekte!.. Hepsi “Lâ Havle ..” çekerek:
-
Hayır ola hocam?.. Bu baş ağrısı nedir?.. Allah sağlık versin,
vallahi hiç haberimiz yoktu, dediler.
Hoca:
-
Benim de haberim yoktu, bu kahpe oğulları haber verdiler.
Ben çalışıp çabalıyordum, haberim bile yoktu. Meğerse içimde
dehşetli bir hastalık varmış, dedi.
İnsan
bir işe ciddiyetle koyuldu mu, gözü başka bir şey görmez. Mısır’lı
kadınlar da Yusuf’un güzelliğine daldılar da ; ellerini parçaladıklarının
farkına dahi varmadılar... Nice babayiğit erler vardır ki; savaşta
elleri , ayakları kesilir de yine savaştan el çekmezler, sağlam
sanırlar kendilerini. Fakat sonradan görürler ki, bir hayli kan akmış,
lâkin haberleri dahi olmamış!...
Mesnevi:3.Cilt
- Sayfa:123-....-131 |