Denenmiş bir deneme..

Yarından herkes korkar, geçmişten ise bazıları... İkisi de insan iradesinin meçhulleridir çünkü. Ruhun bir köşesinde, yıllarını tüketmiş bitkin bir çınar ağacı; diğer köşesinde ise, geleceğe köprü kurmaya çalışan hayat fidanı... Hangisi en verimli olanı?

Hangisi görüş alanı içinde şaşmayan doğru? Hangisi gerçek?.. Bilinmezlikten korkan insanoğlu, hangisine karşı kendisini ateşten korkmayan su gibi hisseder? Cevap mı: Mutlak meçhuliyet! Kiminin vazgeçilmez amacı, sevgili geleceği, kiminin korkulu kâbusu lanet geçmişi!.. Bunca karmaşa içerisinde nerede aucom kılıcı? Her şeyi basite indirgeme yarışında, hangisi basit bir söyleyişle "en basit" olanı? Karar vermek zor. Analiz yapmak mantığı gereksiniminde bulunacakların koşuşturmacası... Atış tahtası gibi duvara çivilenmiş hayat, devamlı karavana günler. Analizin başlanacağı yer bile, devamlı ıskalanıyor.

 Ama bir de mercek altına yatmak cesaretini gösterip sormak gerekiyor;

nereden kaynaklanıyor sentez yapamayanların sahip oldukları zannedilen analiz hakkı? Cevap, hep karmaşa içerisindeki karmaşık sözcüklerde aranıyor. Çünkü, bu kadar basit cevapları insan düşünemediği ve alternatif getiremediği için, gururuna yediremiyor.

Peki, ya her gün üzerine basarak geçtiğimiz devasa akıl kitabı, her anı bu kitabı okumadan analiz yapmaya çalışarak geçirdiğimiz varsayarsak , nerede hesap makinesinin yatay çift çubuğunun arkasında hazır bekleyen cevap?..

Her şey, bildiğimiz bilim kanunlarıyla açıklanabilirken, nerede insan iradesinin bile kullanamadığı büyük sevgi sorusunun cevabı? Nerede Einstein’in zihninin derinliklerindeki veya Newton’un tabu postulatlarındaki denklemlerinde yerini alabilmiş "Hayat budur!" cevabı?.

Cevap aranırken içi boşaltılarak avuç içinde buruşturulmuş ,savurulmuş insan kutularıyla dolu her yer... Son damlasına kadar içi tüketilmiş insan vicdanları. Öyle ki, kavurucu beyin fırtınalarında bile buharı görülmeyecek miktarda.

Doğru cevap bilinirken, şüphe denizine düşülerek işaretlenmiş yanlış şıklar. Şıklar işaretlenirken kullanılmış kutuların kömür gönülleri. Sonra savurulan, her zaman hayatımıza yön veren mazeret rüzgarları. Bunlardan birisi de optik okuma hatası! Analizden kurtulabilmiş ruhların varolmak için verdikleri meydan savaşları... Ehrimen ordularına karşı bitmek bilmeyen can alıcı, kan alıcı şahlanmalar... Bununla birlikte, sendeleyerek ancak yürüyebilen pratik hayatlar, şöyle dur ki sentez yapabilsin. Geçmiş-gelecek kısır döngüsünde kopan fırtınalarda kırılan baston yürekler.

Ya şimdi aklıma gelen ve mum ışığının bile şahitlik ettiği can yakıcı soru; ne zaman anlaşılacak geçmişin tüm detaylarıyla ve mümkün olan en büyük puntolarla hiç silinmemek üzere tekrar tekrar ve hatta en son tekrarla okunmak üzere yazıldığı? Daha sonra şimşeğin haykırdığı; hangi geçmişte fark edilecek gelecek için yapılan planların "kader"e uymadığı? Ne zaman
fark edeceğim Azrail’in bile kendi ruhunu kabzedeceği "an" ın göz açıp kapama mesafesinde beni beklediğini? Hangi gelecekte öğreneceğim deneme-yanılma / hatta bazen yanılmamaların insan iradesinin ulaşabileceği zirvelerde bile yer değiştirebileceğini? Aklın çıkabileceği nihai sınırın ışık hızıyla belirtilmiş olduğunu, aslında zamanın değil de sadece "an" ın olduğunu. Geçmiş ve geleceğin sadece, sadecelerin sınırladığı yaşanacak "an" ın gösterilmesi için yaratıldığını.

Sondan ikinci soru; kaçımız farkettik esas korkulması gerekenin içinde bulunduğumuz an olduğunu?

Ilerleyen geç bir vakit; bence sorulması gereken son soru; nasıl, vicdanlarınızı da
sıcak yastıklarınız kadar rahat buldunuz mu?

                                                                               Fahrettin KILIÇ