Sanal Gerçeklik ve Var Olan Gerçeklik

Gerçekliğin tanımı, var olan şeylerin tasavvur edildikleri gibi değil oldukları gibi gözükmesidir. En basit haliyle bu tanım çok da fazla soru işareti içermiyor. Çünkü yüklemi gerçekleştiren belli değil. Gelin bu cümleye değişik özneler koyalım. Değişik algılayıcılar. Gece yaşayıp avlanan bir hayvanla bir köpeğin algılaması ve buna bağlı olarak gerçeği aynı mıdır? Veya normal bir insanla görme özürlü olan bir insanın gerçeği?

O zaman tanımı şöyle detaylandıralım: Gerçeklik –kendi gerçekliğimiz- kendi algı araçlarımıza, duyularımıza bağlı olarak algılayabildiklerimizdir.

Peki, bir de sanal gerçeklik var. Son zamanlarda çokça duyduğumuz, şu an için hayatımızda parça parça yer alan ama hızla hayatın tüm alanlarına nüfuz eden bir uygulama. Gerçeklik ile aslında (!) var olmayan arasındaki tüm sınırları, ileri teknoloji sayesinde yok eden bir şey. Gerçek etkisi verebilen yapay ortamlar. Tüm algılarınıza yönelik öyle mükemmel tasarlanmış bir saldırı ki o yapay ortamlarda gerçekleştirilen, sanallık bilincinizde yer alan bir isim olmaktan öteye gidemiyor.

Sanal gerçeklik ilk olarak uçak endüstrisinde geliştirilmiş. Aday pilotlar, gerçeğine tıpa tıp benzeyen bir kontrol kabini simulatöründe gerçek bir uçağın nasıl kaldırılıp indirildiği eğitimini, bu yapay ortamda, onca yolcuyu riske atmadan öğrenme şansı bulmuşlar böylece. Kitlelere yönelik olarak ise şu an en kapsamlı eğlence sektöründe karşımıza çıkıyor sanal gerçeklik.

Tam anlamıyla sanal gerçekliğin ne olduğunu anlamak için bunu tecrübe etmek gerekiyormuş. En azından bende böyle oldu. İlk sanal gerçeklik tecrübemi Paris’te Euro Disney’deki uzay gemisi simulatöründe yaşadım, ve kimse yaşadıklarımın gerçek olmadığını iddia edemez! Binanın içine girer girmez bir hava alanına girdiğinizi fark ediyorsunuz. Kontrol kulesinde Yıldız Savaşları’ndaki başka gezegenlerden olan yaratıklar var. Sürekli Mars’a ve Ay’a giden veya gelen gemilerin anonsları yapılıyor. Hatta geliş ve gidişleri takip edebileceğiniz dijital bir gösterge panosu bile var. Yıldız Savaşları’daki robotlar, hurdalığa çıkmış gemiler etrafımızı çevrelemiş. O kadar inandırıcı ve o kadar gerçek ki!… Ve sıra bize geliyor. Gemiye biniyoruz. Kemerlerimizi bağlıyoruz. Geminin kaptanı tahmin edeceğiniz gibi bir robot. Bize rotamız hakkında bilgiler veriyor. Önümüzde koskoca bir ekran açılıyor ve gemi nihayet havalanıyor. Atmosferi yararak hızla terk ediyoruz dünyayı, basınç dayanılmaz, koltuklarımıza adeta yapıştık ve atmosferden çıktığımızda basınç yerini tarif edilemez bir hafifliğe bırakıyor, yerçekimi yok artık ve pencereden gözüken manzara bir harika. Milyonlarca yıldız, dinginlik, huzur… Ama uzun sürmüyor, kaptanımız acemi ve ışık hızıyla yol alırken rotadan sapıyoruz ve kendimizi yıldız savaşlarının olduğu bir ortamda buluyoruz. Aman Allahım, sarsıntı dayanılmaz, isabet aldık, kaçamayacağız… Kaptan son gücümüzle bir ışık hızı manevrası daha yapıyor. Işık hızı, çünkü ekranda ne kadar hızlı gittiğimizi görüyoruz ve adeta koltukla bütünleştik. Dünyaya geri dönmek zorunda kalıyoruz. Çünkü gemimiz hasarlı ve bu günlük bu kadar adrenalin yeter.

Evet, biri çıkıp da bana yaşadıklarımın gerçek olmadığını söyleyebilir mi?

Sanal gerçeklik ve yapay ortamlar film endüstrisinde de çokça kullanılıyor. Hollywood’da bilgisayar efekti ve animasyonu kullanılmayan bir film artık çekilmiyor bile. Gerçek olamayacak sahnelerin gerçeğe dönüştürülmesi ve ortaya çıkan görsel ziyafetler… Ne diyebilirim ki? Hollywood, milyonlarca dolara mal olan bu filmlere bizi alıştırdı, artık o kadar da inanılmaz gelmiyor bize. İşte böyle düşünürken, dün seyrettiğim film Hollywood’un da kendini tekrarlamaktan sıkıldığını gösterdi. Evet Matrix’den bahsediyorum. Çekimlerinde şimdiye kadar denenmemiş yeni teknikler kullanılmış. Yavaşlatılmış kareler, fizik yasalarını hiçe sayan bir performans, estetik mükemmellik, adeta her bir karesi aynı lezzette olan bir çizgi roman. Ama benim bahsetmeye çalıştığım farklılık bununla sınırlı değil, saydıklarım sadece yan tatlandırıcılar. Tüm bu sürrealist yaklaşım filmin konusuyla öyle güzel örtüşüyor ki, hiçbir şey size fazlalık gelmiyor. Çünkü bahsedilen hikaye zaten sanal bir gerçeklikte olup bitiyor.

Şimdiye kadar sanal gerçeklik, sanallığı farkında olunarak yaşanmıştı. Ama bu film işi bir basamak öne çekiyor. Algı araçlarının önüne. Gerçeklik –kendi gerçekliğimiz- algı araçlarımızın algıladığı şeylerdir demiştik başta. Bu film işte bu tanımı sorguluyor. Ya gerçekliğimiz algı araçlarımızın bir aldatmacasıysa? Algılara bağlı gerçeklik gerçeklik midir? Kuşkusuz ‘gerçekliğimiz’dir, ama bu cevap size yeterli geliyor mu?

İnsanoğlunun yüzyıllardır değişik cevaplar verdiği ama hiçbir zaman bu cevaplarla tatmin olmadığı sorunun görsel olarak tüm açıklığıyla böyle bir zemine oturtulması, çok heyecan verici ve bir o kadar da ürkütücü. Filmde Morpheus’un dediği gibi: bir çoğumuz bu rüyadan uyandırılmaya hazır değiliz. Uyandırılma vaktimiz geldiğinde, hepimizin olabildiğince hazırlıklı olmasını diliyorum.

İngilizce Öğr. Ebru Güller Utku