Kime Ne Hayrım Var!...

 

Şu an arz yuvarlağı üzerinde yaşayan insan yığını sayıya vurulduğunda altı-yedi milyar rakamı gösteren bir sonuca varılacaktır. Arz yuvarlığı için bu sayı hiç de alışılmadık değildir. Şu an yaşamakta olan insanlar gibi benzeri birçok insan gelip geçmiştir bu mavi küre isimli duraktan.

Mezarlıkları gezmeyi alışkanlık haline getirmeniz , kendi özünüze giden yolda size büyük kolaylıklar sağlayacaktır, en azından ben bu düşüncede olduğum için semtin lüks mezarlarının bulunduğu beldeleri ara sıra ziyaret eder , mezar taşları üzerinde yazılı olan  isimleri ve tarihleri okur, o kişiyi hayal ederim.

Ne kadar güzeldi , ne kadar yakışıklı idi, ne kadar zengindi , ne kadar kültürlü idi, hayattan neler bekliyordu veya ölmeden önceki son dönemlerinde hangi konu üzerinde ateşli bir şekilde duruyordu ve ölümün soğukluğu yüzüne vurunca o an neler hissetti diye...

Bazen de ölümün mermerleştiği kitabelerde “Yüksek Hakim A….” veya “Topçu Albay H…” ; “Doktor L…” şeklinde mini dizeler okurum ve kimin bunları neden bu şekilde yazdırma isteği duymuş olduğunu merak eder ve kendi kendime sorarım.

Bazen bu sorularıma;
“Bak gerzek görüyorsun ki, bir Yüksek Hakim bile ölüyor ve gömülüyor; sakın ha okuyup da hakim falan olma!..”
Ya da “ Doktor oldun da ne oldu işte sen de öldün , kendine bile faydan olmadı”
şeklinde Cem Yılmazvari cevaplar verirken, bazen de o an içinde bulunduğum radyasyonun Nübüvvet boyutunu düşünürüm. Pişmanlıklar içimi ısıtmaya başlıyorsa, başka bir radyasyona firar ederim.

Nihayetinde ise en son cümlem , “sen de senden önceki milyarlar gibi bu kürede kısa bir süre misafir olup gideceksin , peki gerinde ne bırakacaksın veya yanında ne götüreceksin?” diye bir soruya döner.

“Yanında götürmek” deyince Firavunlar aklıma gelir , Mısır’daki büyük piramitler ve bunların merkezinde yatan  milyarlar değerindeki Firavun’a ait ve yanında götürmeye çalıştığı ve bir noktada Firavun’un ölüm ötesi yaşama imanını tasdik etmesine vesile olan hazineler.

Firavun’un, yaptırdığı  piramitlerle  bir bakıma ölüm ötesi yaşama somutlaştırdığı imanını, başkalarının ölüm ötesine inancıyla mukayese ettiğimde Firavun’unki daima ağır basar benim terazimde , belki de Arabi’nin dediği gibi, Firavun’un Hibe Cenneti’ne gitmesine neden olan, algılanması yanlış olsa da bu imanı olduğu gelir aklıma.

Sonra kendime dönerim , arz küre üzerindeki bu hayali yolculukta ne bırakacaksın geriye , hayali yırtıp diğer insanların hayaline saplanacak olan?..
Kocaman bir sıfır gelir gözümün önüne, sonra kartopu gibi büyür , büyür de o sıfır ezer geçer beni altında…

Efendimizin sözüne endeksli olan düşünce sistemimizde şu söz dalgalanır gelir varlığımızın derinliklerinden “ İnsanların HAYIRLIsı ,  İnsanlara HAYIRLI olandır.”
Geçici bir rahatlık verir bu sözü Efendimizin. Nice hayır kuruluşları vardır , nice hayır için yarışan  kişler , yaptıkları hayırlar Uhud Dağını aşmıştır ve onlar “ Ohhh, be!… Biz demek ki insanlara hayırlıyız..” derler.

Ancak yaz sıcağında içilen bir diet koladan fazla değildir bu düşüncenin getirisi, kalpleri serinletmesi yönünden, arkasından şu hitap tüm yakıcılığı ile duyan yüreklere siner ve kavurur..
“Hasenetül Ebrar Seyyiatül Mukarrebun” yani “iyilik ehlinin yaptığı hayırlar/güzellikler , Öz benini bulmuşlar için günah mesabesindedir.” O zaman hayır için , hayır adı altındaki mânâ için apayrı ufuklara yelken açar aklım.

Kim hayırlıdır , kim hayırsızdır diye….
Ölüm ötesine inansa da , insanları lokalize olmuş bu inancının sapmışlığı ile yaptırdığı piramitlerde kul / köle eden ve onların hür iradesini kendi loakalize amaçlarına endeksleyip varoluş gayeleri çalışmak değil de yeyüzünde evrensel şuurun yansıması olan insanı aşağılayan bu zihniyetin hayır kavramına bir paralellik kuramayacağı gelir aklıma.

Daha sonra da Allah ehli insanların karaladıkları, aslında hayatın tüm parlaklığını gözler önüne süren yazıları, sözleri gelir aklıma …
Onlar insanın yeryüzüne duvar boyamak, ekmek pişirmek, çocuk bakmak, bilgisayar tamir etmek , futbol oynamak, gülmek , eğlenmek, ağlamak için gelmediğini ve kendilerindeki o sonsuz özellikleri yaşadıkları ortamda metazori olarak kendilerinden ortaya çıkmış olanlarla kısıtlı olmadıklarını anlatmak için mücadele etmişlerdir.

Belki onlar , bir saat icat edememiş , bir araba dizayn edememiş, bir teknoloji harikası ortaya koymamışlardır, ancak İnsana kul/köle olmama hakkını vermişlerdir. İnsana kul/köle olmaktan kurtulma hakkını ve gücünü vermek ise, insanın günahları affetme yetisinden bile daha yüce bir olgudur.

Tüm bunlardan sonra , kelimelerin bir araya gelip de cümleleri kurması sonucu , Hayırlı insanın kendini tanıyan , kendini bilen, kulluk kavramını özbeninde eritip yaptığı fiilin evrenselliğe ayna olduğu algılamış ve bunu anlatmış olan insan olduğu şeklinde defterimde yerini almakta…

Hayrettin Zor
26/08/2000