Maddeyi Kullanan Ruhun Öyküsüdür Bu...

Kişinin kendi "kim"liğini bulmadaki en büyük görevi, maddeci bir yaşamın sunduğu yapmacık ve aldatıcı gölge oyunlarından ne yapıp edip sıyrılması ve evrensel değerlerin donattığı gerçeklerle yüz yüze gelmesini sağlamasıdır.

İnsanın amacı, maddeyi kullanmak olabilir. Ancak bu, hiçbir zaman ayaklarına zincir vurulmuş bir tutsak olmak değildir. Bazı ideolojiler, yaşam biçimleri maddeyi kendilerine temel dayanak olarak benimsemiş olsa bile, bir süre sonra her şeyin bir yanılgı olduğu gerçeği ortaya çıkacaktır.

Aslında evren, maddeyi kullanan ruhun bir öyküsüdür. Ruhsuz, sevgisiz, duygusuz, doyumsuz ve yüreksiz bir yaşama körü körüne sarılmaktansa, bu acıya son verme savaşına girmek çok daha anlamlı ve kişilikli olacaktır.

Acının her türlüsünü yaşamak olgunluk ve gelişme için zorunlu değildir. Bizlerin acıların kaynağını hep sosyo-ekonomik koşullarda, maddeye dayalı bir çıkarcı düşüncede arama alışkanlığımız oldukça; onlardan kurtulmak hiç de kolay olmayacaktır. Yalnız maddeye dayalı, normal güçten ve düşünceden yoksun çabaların toplamı ancak "kim"liklerimizin tümden silinmesine yol açar.

Bizler bu dünyada hep maddi güçlerin yazdığı yüzeysel bir masalın okuyucuları, dinleyicileri ve hatta oyuncularıyız. Bunun dışında bir şev olmayı ya da yapmavı pek beceremiyoruz. İçsel bir değişim, bilinçlilik hali, aydınlanma yolunda ilerlermek istiyorsak bu masalı hep yeni baştan dinlemekten, ezberlemekten ve oynamaktan vazgeçmeliyiz.

Gerçekte fiziksel bedene bağlı "mükemmellik"leri aramanın amacı ruha ait mükemmelliğe ulaşmak olmalıdır.

Unutmayalım; ruhun bedene uyumu yolunda harcanan çabalarda nice ömürler tüketilmiş ve nice bedenler yok olup gitmiştir. En azından bunlardan doğan deneyimlerin bize yansımasını sağlayabilsek ne iyi olur. Bizlerse, günlük yaşamımızı halen maddeye dayalı ve tekdüze bir şekilde sürdürme ısrarındayız. Arada bir oluşan küçük ya da büyük iniş çıkışlar da olmasa, inanın, yaşadığımızın farkında bile olmayacağız.

Hep basit bir konfor peşinde koşmak yüzeysel maddesel mutluluklarla avunmak arasında nefes tüketmek yüzyılımızın olağanüstü aptallıklarından biridir. Ama bilginin, anlayışın, yapabilmenin, önce kendi "kim"liğimizi bulmakla, kendimizi bilmekle başladığının; bilinçlenmenin, kendiliğimizin farkındalığı, bilme ve anlama çabasıyla nice yol katedeceğimizi kaçımız bilir va da onaylarız? Yoksa, tüm bunları anlamayacak kadar uydu ya da anlayışsız kişler miyiz? İşte insanın "kim"lik savaşı burada başlıyor. insan varlığının şuuruna ermedikçe, "Ben Kimim?" sorusunun ne anlama geldiğini bile anlayacağını hiçmi hiç sanmıyorum.

Ruh düşünce ve anlayışı, düşünce ve anlayış heyecan ve istekleri, coşku ve tutkular da bedeni etkiler. Bu da hem güç, hem de süreklilik bakımından çok önemlidir. O halde, fiziksel bedenimizi etkileyip yönlendiren nedir? Madde mi, düşünce mi, gerçekler mi, kader mi, ihtiyaçlar mı, tutkular mı, yoksa hepsi birarada mı? İster öyle, ister böyle olsun, insan her durumda gelişmek durumundadır. İnsan hep kendini biçimlendirmek, "kim"liğini bulmak ve en önemlisi tüm bunlara yansıyan Yaradan'ı tanımak ve bilmek zorundadır. Bu dolaylı ya da dolaysız bir şekilde sonucunda kabullenmek durumunda olduğumuz bir zorunluluğumuzdur. Ama başta, ama sonda, ama bir gün mutlaka... İnsan özünü bilecek ve doğasını tanıyacaktır.

Bu uyurgezerlikten nasıl kurtulacağız? Hayatın asıl amacına zıt hareket etmenin sonucu yalnız acı ve çiledir. Bunlardan kurtulmak ancak insanoğlunun uyanışı ve “kim”liğini bulmasıyla olabilir. Yoksa rahatlık ve maddesel zenginlik korku ve acılarınsona ermesine yetmez.

Alışageldiklerimizin peşine körü körüne takılıp gitmek, mekanik bir yaşam sürmek kişiyi güçsüz bırakır. Bu kayıplar, kişiyi ondan sonraki yaşamında ve hatta hareketlerinde düşük birikimli ve sıradan etkinlikler içinde bırakır. Bu durumdan sıvrılmak için önce alışkanlıklarımızı iyice tanımak, ondan sonra da sıraya koyarak, teker teker tutkuya dönüşen bu bağımlılıklardan sıyrılarak terketmek yoluna girmemiz gerekecektir.

Acı, her türlü bilinçsiz davranıştan kurtulmak için harcanan çabadır. Her canlı kendisine gerekli olanı bulabileceği yerleri arayıp bulmakla meşguldür. Bir fare çöplüğün içinden büyük bir dikkat ve çabayla kendine gerekli olanları ararken kuş böceği, kurt kuzuyu kovalamakta, böcek çiçeği sömürmekte, insan da bu madde sarmalı içinde kokuşmuşluklar arasından, birbirinin beline basarak sözde kendilerine mutlaka gerekli olduklarını arıyor ve arkasından da "buldum" diye de çığlıklar atıyor. Ne büyük bir güçsüzlük!

Bulup da doyuma ulaşıyorum dedikleri, gerçekte çevresindeki varlıkların, gönüllerinin boşluklarından kaybettikleri olmasın! Dikkat edin, hepsinin altında koyu bir bencillik yatmaktadır. Bu bencillik gün geçtikçe tüm toplumu bir salgın hastalık gibi de sarmakta. İnsan başına açtıgı bu dayanılmaz acıların altında iki büklüm, bu acımasız yaşamı sürdürmek için nasıl ayaklarının üzerine dikileceğinin hesabında. Vicdanların sesini bastıra bastıra hayaletler gibi belki de zor da olsa bir nefes alıyorum diye varolduğunun inanılmazlığına kapılan kişi, maddenin bu kısır ve kör hazzından kurtulabileceğini mi sanıyor? Bu karmasa ya da kapılıp gittiğimiz bu girdap, bu tutsaklıktan kurtulmamıza izin verecek mi? Gerçekte biz "kim"iz? Bilen var mı hiç?

Hanri Benazus