SALTANAT

 Uyudun uyanmadın olacak,

 Kimbilir;nerde,nasıl,kaç yaşında?

 Bir namazlık saltanatın olacak,

 Taht misali o musalla taşında.......

     Diyor şairimiz Cahit Sıtkı TARANCI ,ünlü “Otuz beş yaş” şiirinin sonunda.

Bu dizeler her zaman değişik çağrışımlar yapmıştır bende. Hayatın kendisi gerçekte bir saltanatlık namaz  değil midir?..Ezanı ve kameti kulaklarına okunduğunda henüz dünyaya yeni gelmişken,bunun namazı ne zaman kılınır  acaba?..

       Emekleme,konuşma,okul,tahsil hayatı,ve nihayet ayakları üzerinde durabilme , kendi kararlarını verebilecek duruma gelme sanki hep birşeylerin hazırlığı....hayatında yapacaklarının ön çalışması..acaba:Bir saltanatlık namazın niyeti midir?

      Gençlik.....Eksiklerimizin  hiç hissedilmediği,dünyanın sanki bizim eksenimizde döndüğü hissinin yaşandığı,taş sıkılsa suyunun çıkarılacağı,sahip olunan güç,kuvvet,kudret ile her şeye hükmedilebilecek zannı,sahip olabileceklerine sınır getirmeme....üstelik her kesin kendine ihtiyaç duyabileceğini ama kendinin böyle bir durumla karşılaşmayacağı,

her şeye hükmedebileceği kanısı:Allah’ın varlıkta hükmünü dilediği gibi yürüttüğünün sembolik yaşantısı olan bir saltanatlık namazın “kıyam”ı mıdır?

Yaş otuz beş,yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak,yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne?
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünüyorsunuz?
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar.....

Bir halk deyimi vardır:Kafasına dank etmek.....İnsan kabre konduğunda,henüz durumunun farkında olmadığından mıdır,doğrulup kalkmak ister ama kafası tahtalara değer ve demek ki ben ölmüşüm diyip, içinde bulunduğu hali anlaması şeklinde anlatılan olaya bağlarlar yukarıdaki deyimi.. Hayatın kafaya dank ettiği çağ hangisidir acaba?Delikanlılıktaki cevherin yok olduğunu,şakaklara karların yağdığı,aynalarla dostluğun  kesildiği çağ...Artık “dünya için mutlaka gereklisin,sen olmazsan olmaz “

fikrinin iflasının idrak edildiği,ayakların yere bastığı,değerini tüm gerçekliğiyle algılama durumunun oluştuğu,kudretinin idrakından az olduğunun bilincine erişme:Mutlak varlık önünde acziyetin ifadesi olarak eğilme şeklinde sembolize edilen o bir saltanatlık namazın “Rükû”su değil midir?

      Musallaya getirilmeye sebep....Melekül Mevt’e emrolunan hüküm gereğince ruhun biyolojik beden ile ilgisinin kesilmesi.... Bedenin yok olması,ona sahip iken,onun kayıtlılığından kurtulabilmiş ise bu boyuta ait gerçek “fena” halinin yaşanması,keskinleşen görüşü ile varlıkta yegane mevcudun “Vahid’ül Ahad” olan Allah olduğu şahadetinin,sahibini taşıdığı miracının sembolik hareketi  bir saltanatlık namazın “secde”si değil midir?

       “Esselamü aleyküm ve rahmetullah...Esselamü aleyküm ve rahmetullah....”

       -Aziz Cemaat:Bu mevtayı,hali hayatında,kemali sıhhatinde iken nasıl bilirsiniz?

      -İyi biliriz...Allah Rahmet  eylesin..

      -Hakkınızı helal ediyor musunuz?

      -Helal ettim....Helal ettim...

      -Rasulullah Efendimiz ;Kudsi hadiste, Allah’ın:Bir mevtanın ardından kırk kişi hüsnü zanda bulunursa,ben o kullarımın zannı üzere muamele ederim..

buyurduğunu haber veriyor bizlere...Güzel şahadetlerinizin Allah indinde makbul olmasını dilerim...Allah rahmet eyleye indinden...

      Bunlarda hal dilinde bir saltanatlık namazın “selam”ı değil midir?

      Doğduğumuzda okunan ezanın,ölüm halinin akabinde kılınan namazı...Her halde hayatın en kısa özeti...

      Allah “Muin”imiz olsun......                      

Hamdi Canik