Titreyen Melekler

Yaz mevsimi git gide yaklaşıyor. Bir kaç ay sonra yaz gelecek. Belki çoğunuz memleketine, yada tatil yörelerine gidecek.
Eğer tatil yeri olarak dağlık bir bölge seçmişseniz, aşağıdaki satırlarda anlatacaklarımı kolaylıkla deneyebilirsiniz.
Evet büyükçe ve oldukça kayalık bir dağın karşısına geçin ve gücünüz yettiğince bağırın. Ne oldu? Dağda size mi bağırdı? Hemde sizin sesinize benzer bir sesle. Tıpkı bir aynanın sizin görüntünüze benzer bir görüntü vermesi gibi… Hatta aynı…
Peki ne olmuştu dağ dile mi gelmişti? Tabiki hayır. Bu hepimizin bildiği gayet basit bir şey sadece yankı (?)..
Sizin ağzınızdan çıkan sesler; daha doğru bir tarifle belli bir frekansa sahip titreşimler ağzınızın en yakınındaki atomlar üzerinde çok yüksek bir basınç oluşturarak, onları tabiri caiz ise kendi frekansında programladı. Bu basıncın şidetini bir karınca sürüsü üzerine bütün gücünüzle üfleyerek deneyimleyebilirsiniz. Bu arada o küçücük karıncaların dahi trilyonlarca atomdan oluştuğunu unutmamak gerek.
Bu basınç ile titreşen atomlar, sahip oldukları bu titreşim enerjisini ve frekansı en yakınlarındaki atomlara çarpışma yoluyla, elektriksel ve manyetiksel çekimler yoluyla dalga dalga aktarmaya başlarlar. Her bir aktarım sırasında belli bir enerji kaybı olur. Fakat bu akatarım hızı hiç de yabana atılacak bir hız değildir. Yaklaşık olarak saniyede 340m. Bu hızla karşıdaki dağa ulaşan titreşimler, dağ içindeki atomları titreştirecek kadar kuvetli değildir. Çünkü dağdaki atomlar hava içindeki atomlar gibi serbest değildir. Bir bütün oluşturmuştur. Dolayısıyla dağ bu titreşimden etkilenmez.
Ona çarpan ses dalgaları aynen geri yansır. Ve enerjisini iyice kaybetmiş ama anlaşılır bir titreşim kulağınıza geri döner. Sizin küçücük ağzınızdan çıkan ses bunca atomun hayatını allak bullak etmiş ve size sesinizi geri getirmişlerdir. En sessiz konuşmalarınız bile bu atomları sakin hallerinden tir, tir titreyen bir hale dönüştürmektedir.
Bu noktada Üstad Ahmed Hulûsi`nin Hz. Muhammed (Aleyhisselam) birinci kitabında sayfa 125`ten vahiy türlerini anlatan satırlar arasında iki hadisi not düşmek istiyorum.
“Allah`ü teala semada, bir hüküm ve takdiri ilahi tebliğ buyurmak istediği zaman melekler, bir kayaya çarpan demir zincir gibi gelen kavli celili Rabbül İzzete karşı kemali huşularından dolayı kanatlarını çırpıp, haşyetle secdeye kapanırlar… İçlerinden haşyet kalkınca; Rabbimiz ne buyurdu, diye birbirlerine sorarlar… ve birbirlerine, Rabimiz Hakkı buyurdu, derler… Yüce kibriya sıfatıyla mutaassıf olan O`dur, derler…”
“Allah`u Teala bir emri sübhaniyi vahyetmek istediğinde, Allah haşyetinden  dolayı semayı bir titreme alır. Ehli semavat bunu duyunca hemen bihut bir halde düşüp secdeye kapanırlar… ilk kendine gelen Cibril Aleyhisselam olur… Ve vahyi ilahiyi hamil olarak gönderildiği yere gider… İster semada ister arzda tebliğ edeceği mahalle varıncaya kadar, semadan  semaya geçtikçe melekler; Rabimiz ne buyurdu? diye sorarlar…
O da: Hakkı  buyurdu!.. der…Ülüvvü Kibriya sahibi O`dur; cevabını verir… Melekler de onun cevabını tekrar ederler…”
Ayrıca Üstad Ahmed Hulusi`nin Evrensel Sırlar kitabında sayfa 57 ve 112 den şu pargrafları da not düşmek istiyorum
Kozmik Bilinç bir devirde tam anlamıyla  kendi özündeydi… Öyleki, bilinç kelimesinin ifade ettiği fonksiyonlar bile sıfır halindeydi…
112- Ve bu bilincin imajında deniz ve dalgalar husule geldikten sonra; gene enerji bu aklın imajından ortaya çıktı ve bundan sonra da safha safha evren meydana geldi.
“Arıya bile vahyettik….” Ayetini de dikkate aldığımızda şu şekilde düşünmek mümkün olur sanırım.
Bu bilinçte ufak bir dalgalanma meydana geldiğinde yada başka bir deyişle Allah`ü Teala semada, bir hüküm ve takdiri ilahi tebliğ buyurmak istediğinde tıpkı sizin kelamınızın titreştirdiği atomlar gibi meleklerde Allah Kelamı ile secdeye kapanarak kanat çırpmakta ve sizin sesinizin titreşimini birbirine aktaran atomlar gibi İlahi Takdiri birbirlerine iletmekteler.
Ve bu An adı verilen bir sürede(?) meydana gelmekte ve her an devam etmektedir.

Serter Saltık
(Fizik Mühendisi)