Yazık Yazık Ama Ne Gelir Elden...

 

“Vermek” ya da “almak” kelimelerini tek başına kullanamaz olduk...

Öyle ki, büyük şehir hayatı, insanlar gibi kelimeleri de çekip sündürmüş...
Vermek, almak, kaldırmak ya da indirmek gibi kelimeleri iki organa endekslemişiz, aslında hayatın büyük bir çoğunluğunu, sekse...

Kaza ile bir önceki cümle ile ilintili bile olsa, tek başına “veririm” ya da “alırım” dediniz mi, işte o zaman hapı yuttunuz demektir... Hapı yuttunuz dedim, ama herkes aynı tepkiyi ortaya koymayabilir...
Belki geniş bir insansınızdır, kaldırabilirsiniz... Pardon, yani siz o iki kelimeden birini kullandıktan sonra size yöneltilen esprileri kaldırabilirsiniz... Bakın yine aynı duruma düştük...

Son günlerde bir şarkı var, şarkı mı, değil mi? Artık kararı size bırakıyorum, belki şarkı statüsünde bize sunulmuş bir şey dersek daha doğru olur... Kadir Tapucu’nun “ben denizin dibindeki titaniği çıkardım” dediği, Banu Alkan isimli güzide sanatçımızın 'kaldıramazsan kaldırırlar” diye giden bir şarkısı.
Ben sonuna kadar dinlemedim, sanırım birçok insan da aynı şeyi yapmış ki dokuz bin adet basılan kasetten sadece üç yüzü satılmış, diğerleri ne mi olmuş?.. Taksim meydanında bedavaya kapış kapış gitmiş.... Yazık değil mi bu emeğe-paraya? Yazık yazık ama ne gelir elden!...
Önceleri, sadece hafta sonları yayımlanan, daha sonraları belki de gördüğü ilgiden olsa gerek, bir yangın gibi haftanın diğer günlerine de sıçrayan o dedikodu-magazin programlarını izleyen bizlere yazık değil mi? Yazık, yazık ama ne gelir elden!..

Bir şarkının şu sözleri gelir aklıma; “taksit taksit, hissettirmeden geçsin/ taksit taksit, üzmeden bitsin”. Ödeme kolaylığı sağlıyormuş gibi gözüküp de cebimizdeki parayı hortumlayan kredi kartlarını anımsatıyor... Hayatın yıllara, aylara, günlere, akşamlara bölünüşü ve bu akşamların bizden alınışı...

Peki ama bizim bazı şeylerden haberimiz varmı?

Ruhtan aldığı şuur ve enerji ile varlığını sürdüren insan, kendisine bahşedilen beş duyunun algılama sınırlarında, tümel varlık içinde özelleşmeye gitmiş ve kendisine müstakil bir varlık vermiştir, kendini kabul ettiği ortamda, zaman ve mekâna tabi olarak...
Oysa kozmosu oluşturan bilinç için bir zaman ve mekândan söz edilemez...

1900’lü yılların başında madde diye algıladığımız yapıların aslında, tek olarak hidrojen atomundan meydana geldiğinin açıklanması ile; algılayabildiğini var, gerisini yok kabul eden zihniyet iflas etmiş ve yerini tamamiyle madde ötesinin meydana getirdiği “engin bir kâinat” düşüncesine bırakmıştır...
İlerleyen zaman içinde, Einstein’in bu konuyla ilgili açılması şu şekilde olmuştur:

“Mekân, hariçte mevcut olan bir şey değildir. Bizim mekân dediğimiz şeyler aslında mevcudatın öz yapısından dış yapısına, yahut da dış yapısından öz yapısına bir dizilme içinde bir bütündür ve zaman dahi bu diziliş içinde yer alan, birini ötekine göre kıyaslama metodundan başka bir şey değildir.”

Bilimin Tek’liğe dair veriler ortaya koyması 1900’lü yıllarla başlarken, mistiklerin bu konu ile ilgili çarpıcı açıklamaları bundan yüzyıllar öncesine dayanmaktadır.

Geçtiğimiz yüzyılda, bilimin muazzam hamlesi sonucunda gösterdiği gelişme ve kısmen de olsa kâinatın yapısına dair yapmış olduğu tespit doğrultusunda din ile bilimi birleştirebilen tefekkür sahibi kişiler tarafından, yüzyıllar öncesine dayanan sembolik gerçekler, daha iyi anlaşılır hale getirilmiştir.

Böylelikle dinde “ibadet” denilen çalışmalar bir yaratıcıya yaranma cabasından çıkıp, sistemdeki gerçek yerini bulmuş, melek ve cin diye anlatılan varlıkların halkın hayalinin ve algılamalarının dışında ışınsal yapılı varlıklar olduğu ve tüm varlığın aynı özden start alıp, salt enerjinin farklı boyutlarda yaptığı dalgalanmalar ile meydana geldiği, dinde anlatıldığı gibi aslının hayal olduğu bilgisi idraklere sunulmuştur...
Yüzyıllardır sembollerin, mecazların arkasında gizli kalmış bu gerçekleri günümüz biliminin de yardımı ile gözler önüne seren insanlardır asıl, denizin dibindeki Titaniği çıkaran.

Bugün böyle kişiler, ilmi ön plana çıkarıp, gerisinde mütevazı bir yaşam sürerken, İnsani değerlerden habersiz kişilerin, düşünce ve tefekkürden uzak, mesaj niteliği taşımayan davranışları ile gözler önünde bulunmaları, sanırım kaderin bir oyunu bizlere...

Sanki dünyamızdan gelip-geçmiş bir Velinin sözlerindeki gibi: “Hakikat ehli göğe çekilmiş, eşekler aşağıda anırıp duruyor”

Ali Eren
31/10/2000