Yeryüzü Yuvarlaktır; Cennet de Öyle

 

«Bundan sonra da yeri (ikamete sâlih bir halde) yayıp döşedi.» (Sûre-i Nâziât, 30)

Muhtelif tefsirlerde beyan olunduğuna göre arz, gökten evvel vardı; fakat, henüz ikamete sâlih değildi.

Bu âyet-i kerime hakkında Hasan Basri Çantay merhûmun Sebîlürreşad mecmuasının, Haziran 1948 (Cilt: 1, numara 5) nüshasında yayınlanan makalesini biraz sadeleştirip kısaltarak naklediyoruz:

„Bu âyet-i kerimedeki "dehâ" kelimesine birçok müfessirler, "Allah yeri (ikamete sâlih bir halde) döşeyip düzledi." mânâsını vermişlerdir. Hatta Elmalılı merhûmun kıymetli tefsirinin o âyete ait kısmında (8/5566) da, bu mânâya uyulmuştur. Gerçi arzı döşeyip düzlemek, ikamete yarar bir hâle getirmek onun yuvarlaklığına mâni değildir. Çünkü arz, koskoca bir âlemdir, ikamete elverişli bşr durumdadır. Bu bakımdan o vüs'at ve azameti ile onun yuvarlaklığı ilk bakışta görülüp anlaşılamaz. Nitekim başta Beyzâvî (rahimehu'llah) olduğu halde bazı müfessirler de buna ve arzın yuvarlaklığına işaret etmişlerdir. Fakat "dehâ" kelimesinde öyle bir aslî mânâ vardır ki, bunun düşünülmesi bugünkü fennin "Arz tam bir küre değil, bir kat'ı nâkıs [geoid] şeklindedir" görüşünü de tamamen kuvvetlendirmektedir.

"Dahy" ve "dahv" kelimelerinde, hakikaten "yayıp döşemek" mânâsı da vardır. Ancak ben, bu mânânın aslî değil, lâzımî olduğuna inanıyorum. Çünkü Arap lugatlerinde görüyoruz ki, o kelimenin mekân ismi olan "medhâ", deve kuşunun yumurtladığı yer demektir. Bundan mekânlık alâmetini alınca, aslı olan "dahv, dahy" kalır ki, onun mânâsının da, "deve kuşu yumurtası" olacağı tabiîdir. Nitekim bazı Arap memleketlerinde, deve kuşu yumurtasına "dahv" adı verilmektedir. Ahterî sahibi Mustafa bin Şemseddin (rh.), o eserinin 301. sayfasında şöyle der:

"Dahy, bir nesneyi yayıp döşemek. Cenâb-ı Hakk'ın, «Ve'l-arda ba'de zâlike dehâhâ» kavl-i şerifi de bundandır ki, döşeyip yaydı demektir. Deve kuşunun yumurtladığı yer de 'Medha'n-neâme'dir."

Bu kelime "dal" harfinde olduğu halde o koca Türk lugatçısının orada "mim" harfini ilgilendiren "medhâ"dan, hem de o âyeti zikrettikten sonra bahsetmesi, kelimenin o asıldan gelmiş olduğunun açık bir delilidir. Gerçi Okyanus gibi, Sıhah-ı Cevherî gibi mûteber lugatlerde "medhâ" yine aynı mânâda olmak üzere zikredilmiştir. Fakat onlardan hiçbiri bizim o Türk âlimi kadar açıkça işaret etmeye cesaret edememişlerdir.

Demek ki, Hicrî 968'de vefât eden Afyonkarahisarlı Mustafa bin Şemseddin merhum, dünyanın bir devekuşu yumurtası gibi, yani mücessem kat'ı nâkıs [Bugünkü en son matematik tâbiriyle geoid] şeklinde yuvarlak olduğuna âdeta inanmış, bugün yaşayan bu nazariyeyi bundan dört asır evvel yazmıştır. Bu mânâya göre âyet-i kerimenin meâli şöyle oluyor:

«(Cenâb-ı Hakk) bundan (yani göklerin kuruluşundan ve tanzîminden) sonra da yeri bir deve kuşu yumurtası hâline (yani mücessem kat'ı nâkıs şekline) getirdi.» İşte benim bu âyetten anladığım mânâ!“

Bilindiği üzere hayatın biyolojik yönü; yani canlıların doğma, büyüme, gelişme ve üreme gibi safhaları, sadece üzerinde yaşadığımız dünyada bir araya gelmiş değerli hayat unsurlarının âhengi ile devam edebiliyor. Soluduğumuz havadaki aslî maddelerin (elementlerin) terkibi ve nisbeti... Dünyanın çekirdeğinde harlanıp duran o müthiş nükleer fırının harâretini sâkinleştiren manto tabakasının kalınlığı... Suyun tabiat içinde halden hâle geçip kendini arıtarak yeniden kullanılır hâle gelebilmesi... Güneş'in câzibesi etrafında dönen dünyanın dönüş hızının ay tarafından dengelenerek istikrara kavuşturulması... Kutuplardan geçtiği farzedilen eksenin, güneşin yörüngesine doğru takriben 23,5 derecelik bir açı ile eğrilmesi ve benzeri daha pek çok "sıradan" bilgiler, bir başka nazarla değerlendirildiğinde; sadece biyolojik hayat tarzının bile, hayranlık verici "ince ayar"larla devam edebildiğini bizlere en açık bir şekilde gösteriyor.

Dünya böyle yuvarlak olduğu gibi, cennet de öyledir... Nitekim, Silsiletü'l-müceddidîn hazerâtının 33. ve son halkasını teşkil eden Süleyman Hilmi Tunahan (kuddise sırruh) hazretleri, cennetin de dünya gibi yuvarlak olduğunu ifade ederler. Beyyine sûresinin, «Onların Rabbleri katındaki mükâfatları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir...» (Sûre-i Beyyine, 8) âyet-i celîlesini izah ederlerken şöyle buyururlar:

„Sekiz cennetten altısı sıfâtının, ikisi de zâtının ve cemâlinin cennetidir. Cennât-i Adn, [sâir] cennetlerin görülebileceği bir yerdir ki, hepsinin ortasıdır. Orada, bütün cennetleri seyretmek için minberler vardır. Dileyen kimseler bu minberlerden diğer cennetleri seyredebilirler. Bundan, cennetin de dünya gibi yuvarlak olduğunu anlıyoruz.

Ayhan Mehter