Ağabey Kardeş
Bilal Atış
 
 

Pırıl pırıl bir mayıs başlangıcıydı. Alabildiğine cömert, alabildiğine doğurgan gün ışığı gözleri kamaştırıyordu. Damaklar içeride özenle demlenen çayın tadını almaya hazırlanıyordu. Balkonun kenarını süsleyen rengârenk çiçeklerin taç yapraklarında çılgın arılar dolanıyor, bahar neşesini kanatlarına yüklenen kelebekler tatlı sarhoşluklarının hafifliği içinde gönüllerince konacak bir yer bulamıyorlardı.

Dün yağan yağmurun temizlediği sokaklardan tek tük geçiyordu arabalar. Dünkü havanın serinliği halen devam ediyordu. Yağan yağmur ağaçların üzerindeki tozu atmış, yaprakları pırıl pırıl parlıyordu. Yağmurla yoğrulan parklardan, bahçelerden kalkan toprak kokusu huzur veriyordu şehrin insanlarının gönlüne.

Bahar gelmişti şehre, soğuk günler, puslu günler geride kalmıştı. Bahardı mevsim ve ay mayıs. Doğa baharla beraber canlanırken bir ağırlık bir rehavet çökmüştü insanların üzerine. Okulların kapanmasına da az kalmıştı. Dışarıda cıvıldaşan kuşlar, okula gitmeyen çocukların gürültüsü, üst kattaki Saliha hanımın teybinden yükselen musiki engel oluyordu ona. İçinde oturdukları oda sanki hayatın bütün renklerini yutmuştu. Anlamı yaratan, aranan ve özlenen o renkler ferahlatıcı bir yağmur bulutunun ardında bekleyen gökkuşağına gizlenmişti.

Derslerine çalışması gerekirdi, okulların kapanmasına az kalmıştı, aklını bir türlü derse veremeyen Mevlüt dışarıdan gelen seslerle önündeki derslerden iyiden iyiye uzaklaşmıştı. Beşinci sınıfa gidiyordu, bir de ağabeyi vardı. O da bu sene üniversiteyi bitirecekti. Aynı masanın başında oturmuşlar son imtihanlara hazırlanıyorlardı. Ağabeyi çalışırken onun aklı dışarıdaydı. Bir müddet sonra ağabeyi de durumun farkına varmıştı. Onun çektiği sıkıntıyı gayet iyi anlıyordu, o da bu yollardan geçerek gelmişti bu yaşına.

Ağabeyi saatine baktı on iki olmuş, hava da gayet iyi sayılır, kardeşiyle beraber parka gitmeyi düşündü, bu ikisi içinde değişiklik olacaktı. Mevlüt biraz oynarken o da bir ağacın altında kitabını okurdu. Aklından geçenleri kardeşine anlatınca çok sevindi, dönünce derslerine devam etme sözü alarak evden çıktılar.

Caddeyi geçerek kaldırımda hem yürüyor hem de konuşuyorlardı, her ikisinin okulun bir an evvel bitmesini istedikleri anlaşılıyordu. Park cıvıl cıvıldı, çocuklarını alan anneler gelmişlerdi, kimi genç kızlar bisikletleriyle turlarken kimi anneler  de bebeklerini gezdiriyorlardı arabalarında. Salıncakların olduğu yer neşe içindeki çocukların cıvıltılarıyla coşarken, tenha yerlerde ise kuş sesleri hâkimdi. Yaşlı amcalar burada sohbet  edip gazetelerini okuyorlardı. Parkın tek büfesinin garsonu Rıza Dayı aksak ayağıyla çay servisi yapıyordu.

Parkın iki sokak berisindeki camiden ezan sesi yankılanmaya başlayınca çeki düzen verildi hareketlere, kuş sesleri bile kesildi, cümle mahlukat ezanın namelerini dinliyordu sanki. Mevlüt'de oyunu bırakmış ağabeyinin yanına gelmişti, parktan birlikte çıktılar. Taş bir mescit vardı sokağın başında avlusunun kapısı açıktı. Yer yer kırılmış malta taşlarıyla yarı buçuk döşeliydi avlu. Ortada yaşlı bir atkestanesi. Bir kıyıcıktan da iki serviyle bodur, dağınık bir incirin kararttığı küçük, insana ilk bakışta sevimli görünen bir mezarlık. Yanı başında damının bir kısmı uçmuş bir şadırvan. Ecdat yadigârı şirin bir camiden yayılan ezan sesi baharın güzelliğiyle yüreklere tatlı bir esinti vermekteydi.

Abdest alıp girdiler camiye ağabeyi namazını kılarken Mevlüt de camide dolaşıyordu. Evlerine yakın olmasına rağmen çok sık gelmezdi buraya. Gerçekten de huzur dolu bir mekân diye düşündü. Bu arada cemaat çıkmış tek tük insan kalmıştı içeride. Ağabeyinin yanına gelince içerdeki ahenkli sesi duymaya başladı, bu ses yabancı gelmedi Kur'an okuyordu birisi. Evet, hemen tanıdı bazı akşamlar ağabeyi de okuyordu ama bu ses daha bir başka idi sanki daha evvel duymadığı kadar güzel bir sesti, ağabeyininkine hiç benzemiyordu.

Camiden dışarı çıktıklarında Mevlüt'ün etkilendiği belli oluyordu. Bir ara ağabeyinin elini çekip durdurdu: Kur'an okumak zor mudur? diye sordu.

Bu soru karşısında şaşıran ağabeyi zor olmadğını sadece yürekten istemek gerektiğini söyledi. Yürekten isteyene Allah yardım ediyordu, kendisi bunu bizzat yaşamıştı.

Kararını vermişti Mevlüt, okullar kapanır kapanmaz ilk işi Kuran'an öğrenmek olacaktı.

 

 
 

Bilal Atış
İstanbul - 13.10.2009
b.atis73@gmail.com
http://sufizmveinsan.com