Pırıl pırıl bir
mayıs başlangıcıydı. Alabildiğine cömert,
alabildiğine doğurgan gün ışığı gözleri
kamaştırıyordu. Damaklar içeride özenle demlenen
çayın tadını almaya hazırlanıyordu. Balkonun
kenarını süsleyen rengârenk çiçeklerin taç
yapraklarında çılgın arılar dolanıyor, bahar
neşesini kanatlarına yüklenen kelebekler tatlı
sarhoşluklarının hafifliği içinde gönüllerince
konacak bir yer bulamıyorlardı.
Dün yağan yağmurun
temizlediği sokaklardan tek tük geçiyordu arabalar.
Dünkü havanın serinliği halen devam ediyordu. Yağan
yağmur ağaçların üzerindeki tozu atmış, yaprakları
pırıl pırıl parlıyordu. Yağmurla yoğrulan
parklardan, bahçelerden kalkan toprak kokusu huzur
veriyordu şehrin insanlarının gönlüne.
Bahar gelmişti
şehre, soğuk günler, puslu günler geride kalmıştı.
Bahardı mevsim ve ay mayıs. Doğa baharla beraber
canlanırken bir ağırlık bir rehavet çökmüştü
insanların üzerine. Okulların kapanmasına da az
kalmıştı. Dışarıda cıvıldaşan kuşlar, okula gitmeyen
çocukların gürültüsü, üst kattaki Saliha hanımın
teybinden yükselen musiki engel oluyordu ona. İçinde
oturdukları oda sanki hayatın bütün renklerini
yutmuştu. Anlamı yaratan, aranan ve özlenen o
renkler ferahlatıcı bir yağmur bulutunun ardında
bekleyen gökkuşağına gizlenmişti.
Derslerine çalışması
gerekirdi, okulların kapanmasına az kalmıştı, aklını
bir türlü derse veremeyen Mevlüt dışarıdan gelen
seslerle önündeki derslerden iyiden iyiye
uzaklaşmıştı. Beşinci sınıfa gidiyordu, bir de
ağabeyi vardı. O da bu sene üniversiteyi
bitirecekti. Aynı masanın başında oturmuşlar son
imtihanlara hazırlanıyorlardı. Ağabeyi çalışırken
onun aklı dışarıdaydı. Bir müddet sonra ağabeyi de
durumun farkına varmıştı. Onun çektiği sıkıntıyı
gayet iyi anlıyordu, o da bu yollardan geçerek
gelmişti bu yaşına.
Ağabeyi saatine
baktı on iki olmuş, hava da gayet iyi
sayılır, kardeşiyle beraber parka gitmeyi düşündü,
bu ikisi içinde değişiklik olacaktı. Mevlüt biraz
oynarken o da bir ağacın altında kitabını okurdu.
Aklından geçenleri kardeşine anlatınca çok sevindi,
dönünce derslerine devam etme sözü alarak evden
çıktılar.
Caddeyi geçerek
kaldırımda hem yürüyor hem de konuşuyorlardı, her
ikisinin okulun bir an evvel bitmesini istedikleri
anlaşılıyordu. Park cıvıl cıvıldı, çocuklarını alan
anneler gelmişlerdi, kimi genç kızlar
bisikletleriyle turlarken kimi anneler de
bebeklerini gezdiriyorlardı arabalarında.
Salıncakların olduğu yer neşe içindeki çocukların
cıvıltılarıyla coşarken, tenha yerlerde ise kuş
sesleri hâkimdi. Yaşlı amcalar burada sohbet edip
gazetelerini okuyorlardı. Parkın tek büfesinin
garsonu Rıza Dayı aksak ayağıyla çay servisi
yapıyordu.
Parkın iki sokak
berisindeki camiden ezan sesi yankılanmaya
başlayınca çeki düzen verildi hareketlere, kuş
sesleri bile kesildi, cümle mahlukat ezanın
namelerini dinliyordu sanki. Mevlüt'de oyunu
bırakmış ağabeyinin yanına gelmişti, parktan
birlikte çıktılar. Taş bir mescit vardı sokağın
başında avlusunun kapısı açıktı. Yer yer kırılmış
malta taşlarıyla yarı buçuk döşeliydi avlu. Ortada
yaşlı bir atkestanesi. Bir kıyıcıktan da iki
serviyle bodur, dağınık bir incirin kararttığı
küçük, insana ilk bakışta sevimli görünen bir
mezarlık. Yanı başında damının bir kısmı uçmuş bir
şadırvan. Ecdat yadigârı şirin bir camiden yayılan
ezan sesi baharın güzelliğiyle yüreklere tatlı bir
esinti vermekteydi.
Abdest alıp girdiler
camiye ağabeyi namazını kılarken Mevlüt de camide
dolaşıyordu. Evlerine yakın olmasına rağmen çok sık
gelmezdi buraya. Gerçekten de huzur dolu bir mekân
diye düşündü. Bu arada cemaat çıkmış tek tük insan
kalmıştı içeride. Ağabeyinin yanına gelince içerdeki
ahenkli sesi duymaya başladı, bu ses yabancı gelmedi
Kur'an okuyordu birisi. Evet, hemen tanıdı bazı
akşamlar ağabeyi de okuyordu ama bu ses daha bir
başka idi sanki daha evvel duymadığı kadar güzel bir
sesti, ağabeyininkine hiç benzemiyordu.
Camiden dışarı
çıktıklarında Mevlüt'ün etkilendiği belli oluyordu.
Bir ara ağabeyinin elini çekip durdurdu: Kur'an
okumak zor mudur? diye sordu.
Bu soru karşısında
şaşıran ağabeyi zor olmadğını sadece yürekten
istemek gerektiğini söyledi. Yürekten isteyene Allah
yardım ediyordu, kendisi bunu bizzat yaşamıştı.
Kararını vermişti Mevlüt, okullar kapanır kapanmaz
ilk işi Kuran'an öğrenmek olacaktı. |