“Yapan,
çatan Hak’tır” deyip, sonra hoşumuza gitmeyen olaylar
karşısında birbirimizi suçlamak ne kolay, değil mi?
Peki,
mantıklı mı?
Anlamlı mı?
Kur’an’a ve
sünnete uygun mu?
...
Yunus -
100
“Allâh’ın
izni olmadıkça hiç bir nefs için iyman edebilmek yoktur
ve akıllarını husni isti'mal etmiyenleri o pislik içinde
bırakır” (Elmalılı Hamdi Yazır – orijinal)
“Allah'ın
izni olmadıkça hiç bir kimsenin iman etmesi mümkün
değildir. Akıllarını güzelce kullanmayanları Allah
pislik içinde bırakır!” (Elmalılı Hamdi Yazır
–sadeleştirilmiş)
Enfal -
53
“Bu,
şundan: bir kerre Allah bir kavme in'am ettiği bir
ni'meti onlar nefislerindeki sebebi değiştirinciye kadar
değiştirmiş değildir, bir de Allah işitir, bilir”
(Elmalılı Hamdi Yazır – orijinal)
“Bunun
nedeni şudur: Allah, bir kez bir kavme verdiği bir
nimeti, onlar kendilerindeki bu nimete erme sebebini
değiştirmedikçe değiştirecek değildir ve Allah, işiten
ve bilendir.”
(Elmalılı Hamdi Yazır –sadeleştirilmiş)
“Bu,
Allah'ın bir kavme verdiği nimeti, onlar kendilerini
değiştirmedikçe değiştirmemesinden dolayıdır. Gerçekten
de Allah hakkiyle işiten, herşeyi bilendir.”
(Elmalılı Hamdi Yazır –sadeleştirilmiş - 2)
Rad – 11
“Her biri
için önünden ve arkasından ta'kıb eden Melâike vardır,
onu Allahın emrinden dolayı gözetirler. Her halde Allah,
bir kavme verdiğini onlar nefislerindekini bozmadıkça
bozmaz, bir kavme de Allah, bir kötülük irade buyurdumu
artık onun reddine çare bulunmaz, öyleya onlar için
ondan başka bir vâli yok” (Elmalılı Hamdi Yazır –
orijinal)
“Her insan
için önünden ve arkasından takip edenler vardır.
Allah'ın emrinden dolayı onu gözetirler. Allah bir kavme
verdiğini, o kavim kendisini bozup değiştirmedikçe
değiştirmez. Allah bir kavme de kötülük murad etti mi,
artık onun geri çevrilmesine de imkan yoktur. Onlar için
Allah'dan başka bir veli de bulunmaz.” (Elmalılı
Hamdi Yazır –sadeleştirilmiş - 2)
***
Başımıza
bir felâket geldiğinde sorunun köküne inip onu
çözmeye gayret etmezsek, ki buna aklını kullanmak
deniyor, ayetle sâbit, “pislik” içinde kalırız.
Üzülüp ağlamanın, bağırıp çağırmanın, lânet okumanın da
hiç bir faydası olmaz. Allah acıyıp, “düşünüp öğüt
alalım” diye yardım edebilir. Misâl, bir ateşkes
lûtfedebilir. Ama biz bu ateşkesle rehavete kapılır,
istiğfarla kendimizi hesaba çekmez isek, hatalarımızı
ısrarla görmez isek, şartları değiştirmek için
uzun vadeli stratejiler geliştirmek üzere kafamızı
işletmezsek, Allah bize yine rahmet eder, yine bizden
“kafamızı işletmemizi” ister. Nasıl ister? Meselâ,
ateşkes bozuluverir! Biz anlamadıkça, Rahman anlatır:
Meselâ, şiddet artar da artar... Ya yok olur gideriz, ki
Allah için yeni bir kavim yaratmak hiç de zor değildir,
veya aklımızla hareket etmeyi öğreniriz. Ne yapalım,
Rabbül Âlemînin eğitim metodu bu...
Ne var ki
Allah’ın ve Resul’ünün (sav) bildirdiği şekilde “aklını
kullanmak” için gene nefsin emrinden çıkmak gerekiyor.
Eğer aklımızı, örneğin gelişmemiş memleketleri ve
onların halklarını sömürmek için kullanırsak ve bunda da
çok başarılı dahi olsak, Kur’an’ı Kerim’in bildirdiği ve
istediği biçimde aklımızı kullanmış olmayız. Dolayısıyla
“aklı kullanmanın” bile nefs ile ilgisi vardır.
Günümüzün “akılda önde gidenlerinin” nefislerinde
de önde gittiklerini göz önüne alırsak, bu şekilde,
nefsin emrinde olarak akıllı olmanın hem akla,
hem de nefse ziyanlık olduğunu, gerçekten de böyle
akıllı olmanın enfüste ve âfâkta “zulmetmekten”
başka bir şey olmadığını pek rahatlıkla görebiliriz.
Aklınızla icat ettiğiniz bombaları insanların,
hayvanların, doğanın, cümle mahlûkatın zararına
kullanmak enfüsî ve âfâkî bağlamda ne kadar
“akıllılık”tır?
Şartlar ne
olursa olsun, müminin yapması gereken Allah’ın ve
Resul’ünün (sav) emirlerini uygulamaktır. Zaten
yukarıdaki ayetler başımıza gelen felaketlerin sebebinin
bizatihi kendimiz olduğuna, başımıza gelen
felaketlerin nefislerimize zulmetmiş olmamızdan
kaynaklandığına işaretle açık bir uyarı değil midir?
Niye kendimizden başka suçlu arıyoruz her “kötü” olayda?
Bizler çok doğru yolda olan kimseler idik de, hâşâ,
Allah mı bize zulmetti?
Hayır,
hayır. Rabbim sıkıştırıyor, aklımızı işletelim, diye...
Ders almayan, kendi aleyhine ders almaz! Bir düşünelim,
son dönemde müminlerin İslâm’a hizmeti ne oldu, Kâbe’nin
karşısına gökdelenler dikmekten başka? Bireyselden
toplumsal boyuta, birbirimizle işbirliğimiz nedir?
Hayır,
hayır. Öyle “herkes kendi başına” değil! Müminler
kardeştir ve bir bütündür. Yekvücuttur.
Birbirimizle dost olabildik mi biz?
“Gemisini
kurtaran kaptan” mı, yoksa?
Öyle
miymiş?
Hayır,
hayır. Bizim felsefemiz bu değil. “Sizden
biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din
kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek
anlamda iman etmiş olmaz.” Hadis-i Şerif.
Dini,
“nefsle cihat” temelinde yaşayabildik mi? Yoksa, şeriatı
“erkân”dan ibâret mi saydık?
“Kıl beşi,
ye aşı!”
Öyle mi?
Hayır,
hayır. Bizden istenen, bu değil! Kimse kendi başına
değil! Biz böyle emrolunmadık. Herkes birbirinden
hesaba çekilir. Çünkü “Komşusu açken tok yatan
bizden değildir!” Hadis-i Şerif.
İslam
olmak sadece bir köşede ibadet etmek değildir.
Zikir, bireysel ve toplumsal görevlerini “yerine
getirirken”, her an, Allah ile beraber olmaktır;
sade tesbih çekerken değil! İşleri başkasının üstüne
yıkarak “abid” olunmaz. 13. yy’da Moğol baskınlarına
maruz kalan insanların da canı yanmamış mıydı?
Kendilerine “Horosan Erenleri” denen, kimi nalbantlık,
kimi marangozluk yapan “dervişler” sevgiyle
hizmete koşmadı mı? İbadetleri “halka hizmet” miydi,
sade tesbihat mıydı?
Sırf
ibadetle kendine “ahiret yatırımı” yapmak,
başkasını umursamadan “ecir biriktirmek”...
Bu nasıl
bir cimriliktir?
Sevabı
kendinden, kendi yaptığından bilip,
ameline güvenip, cennet peşine düşmek!...
Nefsin
nasıl bir oyunudur bu?
Bu nasıl
bir şeytana aldanmaktır?
“Kendine”
müslüman olmak!
Kapitalist!
Öyle mi?
***
Sâdık okur,
akılla başımın hoş olmadığını bilir. O sebeple
“Bu akıl da nereden çıktı şimdi” diye
düşünenleriniz olabilir. Allah’a karşı aklın bir hükmü
yoktur, elbet. Nihayetinde, aklın ipi de Allah’ın
elindedir. Allah aklı bir an çekiverse, o en
akıllıya “deli” derler! Öyleyse, O’na varmak
için akıl hiç yeter mi? Hele nefsin güdümüne girmiş bir
akılla, kendine fayda vermeyen bir akılla “huzur”a yüz
sürülür mü? “Gönül ve aşk
meselelerinde akıl,
bataklığa düşmüş eşek gibidir; çırpındıkça batar”
Hz. Mevlâna.
Aklını
kullanmak, ayağını kullanmak gibi bir şeydir!
Biz, var kabul ettiğimiz benliğimizle kullanıcı*
durumundayız, biiznillah; “sahip” değiliz. Mâlik ve
Melik olan O’dur (c.c)! Nasıl ki ayağımı kesseler
ayaksız kalıverirsem, Allah aklı bir an çekse, akılsız
kalıveririm. O halde aklı kullanmak iyidir, ama aklı
sahiplenmek hattâ kendini akıl zannetmek
“vehim”dir, ZANnımca !!!
“Onlar
derilerine: "Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?" derler.
Derileri de: "Bizi her şeyi konuşturan Allah
konuşturdu, sizi ilk defa yaratan O'dur ve siz yine
O'na döndürülüyorsunuz" derler.” (41-21)
Öyleyse,
hiçbir şey aklın ve bir “şey”in değil, bi-ZÂT-ihi
Hakim olanın, Melik olanın
idaresindedir. “Otomatiğe takmış da, otomatik pilot
götürmüyor devranı...”
Bir dost
hatırlattı ki, tam bir yıl önce, devranın
“otomatik pilota” takılı olmadığını yazmışım!
http://www.sufizmveinsan.com/konuk/umityahu.html,
Bu şu
demek: Ne kadar zorlasak da, “akılla”, “ecirle” bir
yere kadar gidilir !
Burada sözü
edilen işler ise, gönül işleri değil, zahir âlemin
işleridir. Bezmi vahdete akılla, bilgiyle varılmaz; ama
“akıl âleminde” de akılsız olmaz.
“Cemsiz
fark şirk, farksız cem zındıklık, cem ile
birlikte
fark
tevhiddir.” Hz. Ali (k.v). Sapla samanı
birbirine karıştırmamak gerekir. “Bezm-i vahdette ne
ilim ne âlim isterler / Hâlim isterler, kalbî selim
isterler” Niyazi-î Mısrî. Söz konusu “akıl âlemi”,
“şeriat dairesi”, “âlem-i kesret” olunca akılsız olanın
işi gerçekten de pek zordur. Allah cümlemize bâsiretle
ehli tevhid yolunda OLmak nasip etsin. Amin.
Bizler,
dini ve onun girişi olan şeriatı “nefsle cihat”
ve “güzel ahlâk” temeline oturtmadıkça, buna göre
yorumlayıp, dini buna göre yaşamadıkça, aklımızı
kullanıp, tembellikten, miskinlikten Allah’a hakkıyla
sığınmaya çalışarak kulluğumuzun gereğini yerine
getirmedikçe, işleri başımızdan atmak için değil,
işleri başarmak için Allah’a “dua” etmedikçe
“pislik”ten kurtulamayız. Bencillikle, sırf
“kendimi kurtarayım” diye yaptığım ibadetlerin de
öbür tarafta bir işime yarayıp yaramayacağını ancak
Allah bilir; çünkü ecirleri Allah takdir eder.
Otomatik pilot takdir etmez! Otomatik pilot kendi takdir
edilmiştir. Bilinen standart bir “namaz sevabı”
yoktur. Ama yüze atılacak namazlar olduğunu
biliyoruz. Çünkü ameller niyetlere göredir ve herkes
nefsiyle hesaba çekilir. Eğer, insanlar birbirinden
sorumlu olmasalardı, “hiçbir şey yapamıyorsan, bari
kalbinle buğzet”, denmezdi!
“İsrailoğulları
şüphesiz yetmiş iki fırkaya bölündüler. Benim ümmetim de
yetmiş üç fırkaya ayrılırlar. Bunların hepsi de
cehennemdedir. Ancak biri cehennemde değildir.
Ashab (radıyallhü anhüm) sordular:
-Ey Allah’ın Resulü! Bu fırka kimlerdir?
Resulullah (s.a.v.) buyurdular:
-Onlar benim ve ashabımın bugün bulunduğumuz esas
üzerine bulunanlardır.”
***
Söyleyelim
şimdi, biz gözü yaşlılar, Kur’an’a ve sünnete uyduk mu?
Biz
kendimize zulmettik mi, etmedik mi?
O halde
zalimi niye “dışarda” arıyoruz?
Ne zamana
kadar kafamızı işletmeyeceğiz?
Aklımızı
hâlâ kulanmayacak mıyız?
***
“Beni
öldürmeyen acı güçlendirir.”
Nietzche
Okuma:
http://www.milliyet.com.tr/Yasam/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetay&Kategori=yasam&KategoriID=&ArticleID=
1047776&Date=16.01.2009&b=Depresyon%20aslinda%20yararliymis&ver=32
*Dipnot:
Aslında
“kullanıcı” da değiliz belki ama sağlıklı ilerleyebilmek
için, bu, olması gereken ilk kabuldür. Bu’dan Hû’ya... |