Alemlerin Gerçekliği -1
V. Korhan Koral
 

İkilik görüşünün sebebi, varoluşun olabilmesi için, varlıkların, özlerinden perdeli olarak meydana getirilmeleridir. Eğer akıllarda, böyle bir perdelenme olmasaydı, her akıllı varlık, Tümel Teklik bilincinde olurdu ki, bu durum muhaldir. Çünkü bu halde, ayrı ayrı izafi bilinçler zaten olamazdı. Varlığın varlığını idraki, ikilik temelinde kurulur. Aksi halde, bizim şu anda var dediğimiz, kendimiz dahil tüm varlıkların var olması mümkün olmazdı. Evet tüm bu kainat ve unsurları yok değildir, vardır ama yok hükmünde vardır. Gerçek anlamda var olmaları da muhaldir ve mutlak anlamda da yok değildirler. Yani gözlemlediğimiz her şey mutlak anlamda ne vardır ne de yoktur. İşte bu yüzden Ahad olan Allah, kendisinin dışında hiçbir varlık mevcud olmadığına, gene kendisi şehâdet eder: «Şehîd AllaHu enne Hu, lâ ilâhe illâ Hu…» (3/18) «Şahittir Allah, kendi hüviyetine ki; kendinden gayrı Tanrı yoktur.»  Bizim şahitliğimiz ise, bu Asıl Varlığın şahitliği gibi olamaz. Yani Biz, O’na eksiksiz bir şahit olamayız; ancak elden geldiğince şehadet mertebesinde olmaya çalışırız. Bundandır ki Vahdet-i Vücut muhal bir haldir; Mutlak gerçekliğe göre Vahdet-i Vücud hallenmeleri, vehmi ve zannidir. İmam Rabbânî’ nin tevhidi ise, şahitliğe dayanan bir tevhiddir ki, Vahdet-i Şuhud adıyla anılır. Bunu, İmam Rabbânî şu şekilde açıklamaktadır: “Meselâ bir kimse güneşin varlığına ilmî bir yakınlık peyda etse, bu yakınlık diğer yıldızların o anda yok kabul edilmesini gerektirmez. Fakat güneşi temâşâ eden bir insan, yıldızları göremez. Çünkü o anda, onda, güneşi görme isteğinin dışında bir arzu yoktur. Buna rağmen, bu insan mutlaka bilir ki, yıldızlar yok değildir; güneşin parlak ışığından dolayı görünmezler. Güneş doğduktan sonra yıldızları yok bilmek başka, o anda görmemek başkadır.”( Dr. Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar,İstanbul: M. Ü. İlâhiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 1997,s.296-6)

Mektubat’ının ikinci cildinin birinci mektubunda, “Şeyh Muhyiddin ve izinden gidenlerle aranızdaki fark nedir?” şeklindeki bir soruyu Rabbânî şöyle cevaplandırıyor: “Bu ikisi arasında ne büyük fark vardır. Onlar gölge varlığın ancak vehim ve hayalde var olduğunu ileri sürüp mücerred teklikten başka hariçte bir mevcudun varlığını kabul etmezken, bu fakir, bu gölgeye ait varlığın hariçte varlığını sabit görüyor. … Eğer bu büyükler, hariçte gölge varlığın, hariçteki asıl varlığın gölgesi olduğunu bilselerdi, hariçte âlemin var olduğunu inkâr etmez, bunu yalnızca vehim ve hayalde var saymazlardı.” (Hayreddin Karaman, İmam Rabbânî ve İslâm Tasavvufu, İstanbul, Nesil Yayınları, 1992, s. 265).

Kur’an’da da birçok ayette, alemlerin hak üzre yaratıldığı vurgulanır: “Allah, semaları ve yeri Hak olarak yarattı.” (16/3), “Görmedin mi: Gökleri ve yeri, Allah hak olarak yarattı.” (14/19;) “… Allah bütün bunları başka birşeyle değil, ancak hak ile yarattı.” (10/5). “Biz göğü, yeri ve ikisi arasındakileri oyun oynamak için yaratmadık. Eğer bir oyun edinmek isteseydik, onu kendi katımızdan edinirdik!” (21/16- 7), “Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri oyun oynamak için yaratmadık. Bütün bunları Biz ancak hak ile yarattık; lâkin çokları bunu bilmez.” (44/38- 9) “Onlar ki ayaktayken, otururken yahut yatarken, her hallerinde Allah’ı anarlar ve göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler: Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Münezzehsin, bizi ateş azâbından koru.” (3/191), “Allah,semaları ve yeri Hak olarak yarattı. Bunda mü’minler için ibret vardır.” (29/44), “Biz, semaları, yeri ve aralarında bulunanları oyun olsun diye yaratmadık.” (44/38), “Onları ancak Hak olarak yarattık. Ancak çoğunluğunuz bunu bilmezsiniz.” (44/39), “Ve Allah, semaları ve yeri Hak olarak yarattı. Tüm nefsler yaptıklarının karşılığını alırlar. Onlara asla zulmedilmez.” (45/22). (Benzer ifadelerin, “hak” kelimesiyle tekrarlandığı diğer âyetler için, bk. 6:73; 15/85; 16/3; 30/8; 39/5; 46/3; 64/3).

Ama yine aynı Kur’an’da “…onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır” (8/ 30); “Onlar hileli bir düzen kurdu. Biz de onların farkında olmadığı bir düzen kurduk. Artık sen, onların kurdukları hileli düzenin uğradığı sona bir bak; biz, onları ve kavimlerini topluca yok ettik.” (27/ 50- 51) ayetleri, kimi alimlerce “Kur’an’da Allah, hile yapanların, göz bağlayanların en büyüğü olarak da tanımlanmıştır” diyerek yorumlanmakta, tüm alemlerin gerçek olmadığı halde bize gerçek olarak gösterildiği söylenmektedir. Ve yine Kur’an’da “Allah, bizatihi Hak’tır.”(22/62) denilerek tek gerçeğin, ya da hak üzre olanın bizatihi yani kendi zatıyla Allah, diğer her şeyin yalan, boş olduğu söylenmez mi? “Onlar kendi kendilerine; Allah’ın, semâları, yeri ve ikisinin arasında bulunanları ancak, Hak olarak ve belli bir süre için yarattığını, hiç düşünmediler mi?” (30/8), “Semâları, yeri ve aralarındakileri Hak olarak, belli bir ecel ile yarattık.” (46/3) ayetlerinde vurgulandığı gibi bu hak olarak yaradılış, geçicicilik yani belli bir süreliğine ve belli bir ecel ile yaradılış olduğuna göre, tam anlamıyla mutlak gerçeklik yani sürekli Hak üzre olma hali demek değildir. Yani bir yönüyle, gerçekten hayaldir.

 

 
 
V. Korhan Koral
Samsun - 11.03.2009
http://www.korhankoral.com
korhan@korhankoral.com

korhankoral@gmail.com

http://sufizmveinsan.com