İkilik görüşünün sebebi,
varoluşun olabilmesi için, varlıkların, özlerinden
perdeli olarak meydana getirilmeleridir. Eğer akıllarda,
böyle bir perdelenme olmasaydı, her akıllı varlık, Tümel
Teklik bilincinde olurdu ki, bu durum muhaldir. Çünkü bu
halde, ayrı ayrı izafi bilinçler zaten olamazdı.
Varlığın varlığını idraki, ikilik temelinde kurulur.
Aksi halde, bizim şu anda var dediğimiz, kendimiz dahil
tüm varlıkların var olması mümkün olmazdı. Evet tüm bu
kainat ve
unsurları yok değildir, vardır ama yok hükmünde vardır.
Gerçek anlamda var olmaları da muhaldir ve mutlak
anlamda da yok değildirler. Yani gözlemlediğimiz
her şey mutlak
anlamda ne vardır ne de yoktur. İşte bu yüzden
Ahad olan Allah, kendisinin dışında hiçbir varlık mevcud
olmadığına, gene kendisi şehâdet eder: «Şehîd AllaHu
enne Hu, lâ ilâhe illâ Hu…» (3/18) «Şahittir Allah,
kendi hüviyetine ki; kendinden gayrı Tanrı yoktur.»
Bizim şahitliğimiz ise, bu Asıl Varlığın şahitliği gibi
olamaz. Yani Biz, O’na eksiksiz bir şahit olamayız;
ancak elden geldiğince şehadet mertebesinde olmaya
çalışırız. Bundandır ki Vahdet-i Vücut muhal bir haldir;
Mutlak gerçekliğe göre Vahdet-i Vücud hallenmeleri,
vehmi ve zannidir.
İmam Rabbânî’ nin
tevhidi ise, şahitliğe dayanan bir tevhiddir ki,
Vahdet-i Şuhud adıyla anılır. Bunu, İmam Rabbânî şu
şekilde açıklamaktadır: “Meselâ bir kimse güneşin
varlığına ilmî bir yakınlık peyda etse, bu yakınlık
diğer yıldızların o anda yok kabul edilmesini
gerektirmez. Fakat güneşi temâşâ eden bir insan,
yıldızları göremez. Çünkü o anda, onda, güneşi görme
isteğinin dışında bir arzu yoktur. Buna rağmen, bu insan
mutlaka bilir ki, yıldızlar yok değildir; güneşin parlak
ışığından dolayı görünmezler. Güneş doğduktan
sonra yıldızları yok bilmek başka, o anda görmemek
başkadır.”( Dr. Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve
Tarikatlar,İstanbul: M. Ü. İlâhiyat Fakültesi Vakfı
Yayınları, 1997,s.296-6)
Mektubat’ının ikinci cildinin
birinci mektubunda, “Şeyh Muhyiddin ve izinden
gidenlerle aranızdaki fark nedir?” şeklindeki bir
soruyu Rabbânî şöyle cevaplandırıyor: “Bu ikisi
arasında ne büyük fark vardır. Onlar gölge varlığın
ancak vehim ve hayalde var olduğunu ileri sürüp mücerred
teklikten başka hariçte bir mevcudun varlığını kabul
etmezken, bu fakir, bu gölgeye ait varlığın hariçte
varlığını sabit görüyor. … Eğer bu büyükler, hariçte
gölge varlığın, hariçteki asıl varlığın gölgesi olduğunu
bilselerdi, hariçte âlemin var olduğunu inkâr etmez,
bunu yalnızca vehim ve hayalde var saymazlardı.” (Hayreddin
Karaman, İmam Rabbânî ve İslâm Tasavvufu, İstanbul,
Nesil Yayınları, 1992, s. 265).
Kur’an’da da birçok ayette,
alemlerin hak üzre yaratıldığı vurgulanır: “Allah,
semaları ve yeri Hak olarak yarattı.” (16/3), “Görmedin
mi: Gökleri ve yeri, Allah hak olarak yarattı.” (14/19;)
“… Allah bütün bunları başka birşeyle değil, ancak hak
ile yarattı.” (10/5). “Biz göğü, yeri ve ikisi
arasındakileri oyun oynamak için yaratmadık. Eğer bir
oyun edinmek isteseydik, onu kendi katımızdan
edinirdik!” (21/16- 7), “Biz gökleri, yeri ve ikisi
arasındakileri oyun oynamak için yaratmadık. Bütün
bunları Biz ancak hak ile yarattık; lâkin çokları bunu
bilmez.” (44/38- 9) “Onlar ki ayaktayken, otururken
yahut yatarken, her hallerinde Allah’ı anarlar ve
göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler:
Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Münezzehsin, bizi
ateş azâbından koru.” (3/191), “Allah,semaları ve yeri
Hak olarak yarattı. Bunda mü’minler için ibret vardır.”
(29/44), “Biz, semaları, yeri ve aralarında bulunanları
oyun olsun diye yaratmadık.” (44/38), “Onları ancak Hak
olarak yarattık. Ancak çoğunluğunuz bunu bilmezsiniz.”
(44/39), “Ve Allah, semaları ve yeri Hak olarak yarattı.
Tüm nefsler yaptıklarının karşılığını alırlar. Onlara
asla zulmedilmez.” (45/22). (Benzer ifadelerin, “hak”
kelimesiyle tekrarlandığı diğer âyetler için, bk. 6:73;
15/85; 16/3; 30/8; 39/5; 46/3; 64/3).
Ama yine aynı Kur’an’da “…onlar bu tuzağı
tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık)
kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına
karşılık verenlerin) hayırlısıdır” (8/ 30); “Onlar
hileli bir düzen kurdu. Biz de onların farkında olmadığı
bir düzen kurduk. Artık sen, onların kurdukları hileli
düzenin uğradığı sona bir bak; biz, onları ve
kavimlerini topluca yok ettik.” (27/ 50- 51)
ayetleri, kimi alimlerce “Kur’an’da Allah, hile
yapanların, göz bağlayanların en büyüğü olarak da
tanımlanmıştır” diyerek yorumlanmakta, tüm alemlerin
gerçek olmadığı halde bize gerçek olarak gösterildiği
söylenmektedir. Ve yine Kur’an’da “Allah, bizatihi
Hak’tır.”(22/62) denilerek tek gerçeğin, ya da hak
üzre olanın bizatihi yani kendi zatıyla Allah, diğer her
şeyin yalan, boş olduğu söylenmez mi? “Onlar kendi
kendilerine; Allah’ın, semâları, yeri ve ikisinin
arasında bulunanları ancak, Hak olarak ve belli bir süre
için yarattığını, hiç düşünmediler mi?” (30/8),
“Semâları, yeri ve aralarındakileri Hak olarak, belli
bir ecel ile yarattık.” (46/3) ayetlerinde
vurgulandığı gibi bu hak olarak yaradılış, geçicicilik
yani belli bir süreliğine ve belli bir ecel ile
yaradılış olduğuna göre, tam anlamıyla mutlak gerçeklik
yani sürekli Hak üzre olma hali demek değildir. Yani bir
yönüyle, gerçekten hayaldir. |