Ülkemizde uzun
yıllardır dış mihraklar tarafından maksatlı olarak körüklenen
alevi-sünni inanç ayrımının geçersizliğini,karşılaştırmalı
örneklemelerle izah etmek ihtiyacı hissettim.Zira bu meselenin açığa
kavuşması,birlik ve beraberliğimiz için hayati öneme haizdir.Büyük
Atatürk’ün eşsiz mirası olan Türkiye’mizin üniter yapısını koruma
noktasında bu tür ayrımların sona erdirilmesi elzemdir.Gerek bu tarz
ayrımlara gidilmesi,gerkse mezhep ayrılıklarına zemin
hazırlıkları,toplumsal iç çatışmanın oluşturulmasına yönelik
planların başındadır.
Öncelikle alevi
inancının temeline değinmek istiyorum.Özellikle Anadolu aleviliğinin
kaynaklarına inilerek irdelenmesi durumunda sünni inançla olan
paralelliği hemen farkedilebilecektir.Burada hemen şu noktayı
hatırlatmamız gerekir ki sünni inançtan kastımız,şekle ve taklide
dayalı geleneksel anlayış olmayıp,Allah Resulünün açıklamaları
doğrultusunda şekillenen ve kaynağını Hazreti İbrahim’den alan Hanif
inanç öğretisidir.Allah’ın sünneti olan evrensel sistem ve düzenin
açıklanması ve yaşam sistemine dair bilgilerin açılması işlevidir.
Anadolumuz,kadim
bilgelik öğretilerinin zuhur merkezi olması hasebiyle çok zengin bir
kültür ve inanç zenginliğine sahiptir.Batıni,Hurufi,Sufi
vb. öğretileri hep bu merkezden yayılmıştır.Kadim Atlantis ve Mu
uygarlıklarının irfan öğretilerinden başlayıp günümüze kadar uzanan
bu zincir aslında tek bir öğretinin farklı görünümleri ve
yansımalarıdır.Özellikle varlığın tekliği,ölüm ötesi yaşam ve
boyutları gerçeği,antik Mısır’dan Hititlere ve
Sümerlere kadar bir çok medeniyetin temel inanç esasları olarak
yerini almıştır ve bu kadim öğretiler,Musevi,İsevi ve Muhammedi
inanç öğretilerinin de esin kaynağı olmuştur.Adem Nebiden bu yana
her dönemde vahiy mekanizmasına bağlı olarak işlevini sürdüren bu
inanç sistemi,günümüzde de evrensel sistem ve düzenin,modern
bilimsel veriler eşliğinde açıklanmasıyla zirve düzeye ulaşmış
durumdadır.Zira,geçmişte sembol ve mecazlarla açıklanmaya çalışılan
yaşam sistemine ait gerçekler, artık günümüzde teknolojik ve
bilimsel keşif ve gelişmelerle çok daha belirginleşmiş ve anlaşılır
duruma gelmiştir.
Alevi inancı
temelde insanı merkez almaktadır.Bütün evrensel boyutlar insanda
mevcuttur ve insan da evrensel boyutlara şâmildir.Kur’an ve insan
ikiz kardeştir.Kur’anda belirtilen tüm mertebeler insanda cem
olmuştur.Bu gerçeği,başta Hacı Bektaş Veli olmak üzere
hakikat ehli zevat ta dillendirmiştir.Alevi ozanlar ve aşıklar da bu
gerçeği şiirlerinde ve deyişlerinde işlemişlerdir.Pir Sultan
Abdal’dan Kaygusuz Abdal’a,Nesimi’den Kul
Himmet’e ve Harabi’ye kadar pek çokları, insan ve evren
bütünselliğine sürekli vurgu yapmışlardır.Yaratıcı yüceliği,varlığın
özünde ve merkezinde olarak betimleyerek varlığın teklğini terennüm
etmişlerdir.Dolayısıyla inanç temelleri açısından sünni ve alevi
inancı arasında bir tezatlık söz konusu olamaz.Zira sünni inancın
temeli olan hanif anlayış da aynı gerçeği barındırır.Yaratan ve
yaratılan ayrımına gidilmeden yaratıcı cevher ve gücün insanın
özğnde oluşu beyan edilir.İnsan Hakkın tecelligahıdır.İlahi
isimlerin ve özelliklerin bir dışa vurumudur.Bu gerçek,bizzat
Hazreti İbrahim’in ağzından açıklanmıştır.Vechimizin(mânâ
kişiliğimizin) hanif olarak(tanrı kavramından arınmış olarak)
göklerin ve yerin Fatırı(programlayıcısı ve düzenleyicisi) olan
Allah’a teveccühde bulunması önerilir.Dolayısıyla her iki öğreti de
Kur’anı referans almaktadır ve insanın kendi hakikatini bilme ve
tanıma(irfan) sürecini dile getirmektedir diyebilmekteyiz.
Alevi semahları
olarak bildiğimiz dairesel dönüş hareketleri aslında mikro alem olan
atom zerrelerinden makro alem olan galaksilerin dönüşüne kadar geniş
skaladaki evrensel bütünlüğün dile gelişi ve ifadesidir.Bu devri
daim olan hareket aynı zamanda zikirdir.Bütün kainat,vecd ile
dönmekte ve semah etmektedir.Semahın benzer bir versiyonu da
Mevlevilikteki semâdır.Semâdaki her bir duruşun ve hareketin bir
anlamı vardır.Alevi semahında çokluğun tekliğe dönüşümü(cem) söz
konusuyken Mevlevi semâında ise merkez nokta olan ahadiyetten dış
evrenler olan alemlere doğru(teklikten çokluğa) bir açılım ve
intişar zuhur etmektedir.Haktan alıp Halka verme prensibinin temeli
de bu gerçeğe dayanır.
Her iki anlayışda
da insanın öz boyutundan inzal yollu olarak açığa çıkan ve
dillendirilen gerçekler farklı isimlendirilmiştir.Esin,ilham
doğuş,deyiş,vahiy,vizyon,keşif,şuhut,
rüyet gibi kavramlar,hakikatin dile geliş biçimlerini ifade
etmektedir.
Alevilik gerçekte
İslamiyetin öz değerlerini ve ulviyete bağlılığı ifade eder
diyebiliriz.Ulviyete bağlı olan insan da elbette ki ulvidir.Bu
gerçeğe bir çok ayette işaret edilmiştir.Muhammedi olan insanın
ulviliği de özünün Hakkın zatına ve özelliklerine ayna
oluşudur.Alevilik inancındaki cem sırrıyla İslam tasavvufundaki cem
mertebesi de paralellik arzetmektedir.Cem mertebesi, tüm ilahi
özelliklerin bir mahalde toplanması ve bir araya gelmesidir.Bunu
aşure geleneğindeki aşure yemeğine benzetebiliriz.Aşureye katılan
tüm meyve ve sebzeler farklı özelliktedir ve bir araya gelerek yeni
bir lezzet oluşturur.Burada dikkat edilmesi gereken nokta,değişik
özellikteki tatların bir araya gelirken kendi özellik ve niteliğini
yitirmemesidir.Dolayısıyla asıl sohbet meclisi,farklı müşahede ve
inançtaki insanların bir araya gelerek cem olması ve böylece cem
sırrının tahakkuk ederek yepyeni ruhani lezzetlerin
yaşanabilmesidir.Tek bir öğretide sabitlenerek yapılan sohbetin tadı
da tuzu da olmaz ve özünde cem sırrı olmadığı için de muhabbet
oluşmaz.İnsanın manevi huzura ve hazza erişebilmesi,özgür bir
varlık olduğunu farketmesiyle başlar.Boyun eğmenin olduğu yerde ise
özgür düşünceden ve kemalattan söz edilemez.Hak ile ünsiyetin yerini
hiçbir şey dolduramaz.Bir insanı gerek fiziki yapısıyla gerekse
ruhani ve şuursal mertebeleriyle değerlendirdiğimizde bile
kendisinde bir çok fiziksel ve ruhsal özelliklerin bir terkip olarak
yer aldığını ve cem olduğunu görürüz.Esma bileşimi olarak varolduğu
için de farklı özelliklere ve güzelliklere sahiptir.Bu
zenginliğinden dolayı bir insanı tek bir inanç ve yaşam modelinde
sabitlemek, ona yapılabilecek en büyük zulümdür.İnsan ancak değişik
özellikteki bilgileri kendinde cem ederek ve irfan süzgecinden
geçirerek kemale erebilecektir.İnsandaki bu zengin potansiyel,kevnü
mekana sığmayan aşkınlığından ileri gelmektedir.Her insan,başlı
başına bir değerdir,güzelliktir ve cevherdir.Ancak farklı özellik ve
değerdeki mücevherlerin bir araya gelmesiyle ihtişam bütün
haşmetiyle ortaya çıkacaktır.İşte bu misalde olduğu gibi Anadolumuz
da farklı kültürlerin ve inançların bir araya geldiği bir kavşak
noktasıdır.Bu yönüyle de tüm dünyaya ve evrenlere değişik renk ve
frekanslarda ışık saçabilecek bir mücevher sandığı değerindedir.Bu
yönüyle ülkemizi,inançların ve kültürlerin hem odağı hem de
yansıtıcısı olarak niteliyoruz.Bu zenginliğimizle de tüm dünya
insanlığının bir bakıma tek umuduyuz ve belleği durumundayız.Bu gün
Hazreti Mevlana’yı ve Yunus’u dünya insanlarının dilinde ve gönlünde
dolaştıran ve buluşturan,Anadolu’nun cazibe merkezi oluşu ve irfan
güneşini bütün haşmetiyle yansıtmasıdır. Tüm irfan öğretilerinin
odağı olan Hanif inanç sisteminin babası Hazreti İbrahim de bu
topraklarda zuhur etmiştir.
Ünlü filozof
Descartes gibi bir çoklarının ifade ettiği üzere varlığının ve
varoluşunun bilincinde olan yegane varlık türü insandır ve Hak olan
da O dur.İnsan Hakta Hak ta insandadır denilmesi,bu gerçeğe işaret
içindir.İşte bu özündeki Hak ile ünsiyet kuran varlık tezahürüne
insan demekteyiz.Artık bu aşamadan sonra alevi sünni diye bir şey
kalır mı Allah aşkına???
Her iki öğreti de
bu temel gerçeği dillendirmiyor mu benim güzel kardeşlerim???
Alevi sözcüğü
semantik olarak alevle ünsiyet eden,ateşe dönüşen anlamına
geliyor.Alev,hakikate talip olan insanın ruhsal arınmasını sembolize
etmektedir.Hanif inancı sistematize eden Hazreti İbrahim’in de
ateşle imtihanı bu hikmete dayanır.Keza Musa’ya da ateşten ilahi
hitap gelmiştir.Hakikat ilmini yaşamına geçiren insanın yanarak
olgunlaşması kaçınılmazdır.Bu gerçekle paralel olarak aleviler için
kullanılan kızılbaş tabiri de oldukça manidardır.Zira,insan manevi
açıdan arındıkça ve Hakla ünsiyet ettikçe kendindeki manevi enerji
potansiyeli(kundalini) yükselmekte ve yoğunlaşmaktadır.Bunun
neticesinde de kuyruk sokumundaki enerji merkezinden açığa çıkan
ateş yılanı(Musa’nın Ejderi) yukarı doğru yükselerek baş
bölgesindeki enerji merkezine kadar ulaşıp açığa çıkmaktadır.İnsan
adeta kızıl renkte enerji saçan bir radyasyon evine
dönüşmektedir.Şimdi anladınız mı kızılbaş tabirinin kızıl külahla
ya da kırmızı başlıkla falan bir alakası olmadığını!!!
Gül aşkın bir
sembolüdür ve rengi de kırmızıdır.Aşk ateşiyle yanan aşıklar da
kızar, kızarır ve kızışır.Yanacaksak ta hep birlikte aşk için
yanalım can kardeşlerim ve dostlarım.Aşkın ve sevdanın nârına ve
nuruna boyanalım… |