Konuyu basit olarak ele alacak olursak, bir şeyi
fiziksel olarak görmek için, o şeyin dışında olarak,
dışından o şeye bakmak gerekir diyebiliriz (Burada
görmek ve bakmak kavramlarını idrak etmek olarak da
genelleyebiliriz). Aksi taktirde bir bütün olarak o şeyi
değil, o şeyin bir bölümünü görmüş oluruz. Burada akla
hava gelebilir. Havayı görebilecek hassaslıkta bir
yetimiz olsa, içinde olduğumuz halde havayı görürüz
denebilir. Ya da derya içre olup deryayı bilmeyen
balık misali, balığın, içinde olduğu halde suyu
gördüğü veya mantıken öyle bir algılama gücüne sahip
olsa görebileceği söylenebilir. Bu sorulara iki yönden
cevap verebiliriz: Birincisi, balık bir bütün olarak
deryayı değil, içinden algı kapasitesi ölçüsünde bir
bölümünü görür. Biz de bir bütün olarak atmosferi değil,
içinden bir kesiti görebiliriz. Bir bütün olarak ve tam
haliyle görebilmemiz için atmosfer ya da derya haricinde
olmak 1. şart, atmosfer ya da deryayı algılayabilecek
incelikte bir görüşe sahip olmak 2. şart ve dahi, görüş
yelpazemiz ölçüsünde, ondan yeter uzaklıkta olmak 3.
şarttır. Bu şartları Allah’ı görme konusuna uyarlarsak
hiçi birini yerine getiremediğimizi ve getirmemizin de
muhal olacağını anlarız.
İkincisi, biz atmosferin içinde olmamıza rağmen, kendi
varlığımız olarak atmosferin haricindeyizdir de. Veya
balık deryanın içinde olmasına rağmen, deryadan ayrı bir
şeydir. Bu nedenle haricimizdeki şeyi görebiliriz. Bunu
da Allah’ı görme konusuna uyarlarsak bu durumunda
varlıkların Allah’ın indinde olması açısından muhal
olduğunu anlarız. Allah, sadece atmosferin bizi,
deryanın balığı kuşatması gibi her şeyi dıştan kuşatmış
olmanın haricinde her şeyin içinde de var olandır.
Burada da şu sorular akla gelebilir: Ben kendimi
görüyorum, öyleyse kendi içimde olmama rağmen kendimi
görmem, her şeyin özünde olan Allah’ı da şeyin
görebilmesi gerekliliğini göstermez mi? Ve hadi bunu
gerektirmese bile, Allah’ı içte olan yönüyle değil,
dışta olan yönüyle görebilmemiz gerekmez mi? 1. soruya
şu cevap verilebilir: Biz kendimizi, görme fiiline araç
olan gözümüzün haricindeki yerlerimiz olarak
görebiliriz. Gözümüzü göremeyiz. Gözün kendisini görmesi
muhaldir. Çünkü kendisine dışarıdan bakması gerekir ki
bu imkânsızdır. Demek ki görme özelliğine sahip olan bir
şey ancak haricindekileri görür (Bu elbette içinde
yaşadığımız fiziksel dünya şartlarına kayıtlı birimler
için olan bir sınırlamadır, yoksa Allah ehli için görmek
için göze, duymak için kulağa ihtiyaç yoktur, onlar
sadece vasıtalardır ve gerçek, görüp duyan bu bedenin
özünde latif olan bir varlıktır. Kaldı ki onlar için
hariçlerinde denebilecek bir mekan değil, her şeyin
birliği vardır). Ancak iç gözü gelişmiş olanlar,
basarlarıyla değil basiretleriyle görenler, içteki
Allah’ı idraktedir; ( “Ve fil erdı ayatul lil mukınin
.Ve fiy enfusikum, efela tubsirun”(51/20,21)
“Kesin bilgiyle
inanananlar için yeryüzünde ayetler(işaretler) vardır.
Ve nefislerinizde de (kendi özünüzde de) , hala görmüyor
musunuz?” )
ve onlar o basiretleriyle dışlarındaki Allah’ı da
idrak eder. Dikkat edelim, burada iç ve dış kavramları
varlığın kendini ayrı bir birim olarak var bilmesinden
dolayı söylenen şeylerdir. Gerçekte mutlak ve tek birlik
söz konusudur. |