Artık eskisi gibi âşık olamam
 
 
 
 

Sırplardaki nefreti bilemezsiniz. Annemin çok sevdiği öğrencileri, sınıf arkadaşlarının boğazlarını kesti
Vahşeti yapan Sırplardan bazıları hastalandılar. Kimi intihar etti, kimi eroinman oldu, kimi çıldırdı
Bosna'da Müslüman'ız diye öldürüldük. Burada ise 'Yeterince Müslüman değilsiniz' diye suçlandık

NEŞE DÜZEL
Türkiye'ye ne zaman geldiniz?
1992 Mayıs'ında Bosna'dan geldik.
Niye ayrıldınız doğduğunuz topraklardan?
Bosna ilk kurbandı. Ve acı olan da, dünya bize aldırmadı. Gerçi biz de çok saftık. Sırplar Bosna'yı şehir şehir kuşatıyorlardı. Önce bir kısım halkın kaçmasına izin veriyorlardı. Kaçanlar da geride kalanların başına ne geldiğini bilmiyorlardı. Toplu katliamları, kesmeleri, tecavüzleri, toplama kamplarını çok sonra öğrendik.
Ya Boşnak yöneticiler? Onlar da mı saftı?
Katliamlar yapılıyordu. Devlet başkanımız İzzet Begoviç ise "Aşk için bir kişi yeterli ama savaş için iki kişi gerekli. Biz Müslümanlar savaş istemiyoruz. Onun için de savaş olmayacak" diyordu. Oysa bu bir savaş değildi ki, bu bir soykırımdı. Soykırım için de tek taraf yeterliydi. Bosna'dan Slovenya'ya büyük kaçış benim şehrimin üzerinden oldu. Çünkü Bosna'yı Hırvatistan'a bağlayan bütün köprüler uçuruldu. Bir tek Bırıçko'daki köprü kaldı. Bir gün ben tesadüfen annemle birlikte köprünün karşı tarafındaki Sloven köyündeyken, o bir kilometre uzunluğundaki son köprü de üzerinde Sırp vahşetinden yürüyerek kaçan insan yığınıyla birlikte uçuruldu. Annemle ben Slovenya'da, babam, kuzenlerim, akrabalarım Bosna'da kaldı.
Peki Türkiye'ye gelirken, geri döneceğinizi düşünüyor muydunuz? Yoksa artık yaşamınızın bir başka ülkede devam edeceğinin farkında mıydınız?
Bir iki ay içinde durum düzelince geri dönecektik biz. Ama altı yıl geçti, hâlâ dönemedik. Kosovalıların da başına bu gelecek. İşin gerçeği biz tam anlamıyla bir şoktaydık.
Nasıl bir şoktu bu?
Sırplarla bu kadar sene birlikte yaşamıştık. Bizim şehirde büyük katliam yaptılar. Toplama kampları kurdular. Bir haftada üç bin kişiyi kestiler. Annem otuz beş yıl binlerce Sırp öğrenci okutmuştu. O çok sevdiği öğrencileri sınıf arkadaşlarına yaptılar bunu. Birlikte okuduğum insanlar, mahalle arkadaşlarım Müslümanların boğazlarını tellerle kesti. Benim en sevdiğim öğretmenlerimden bazıları da katliamların lideri çıktı. Senelerce bizim eve gelip gidenler bunları yaptı.
Peki bütün aileniz sizinle birlikte Türkiye'ye kaçabildi mi?
Hayır. Babamdan bir ay haber alamadık. Türkiye'ye sekiz ay sonra gelebildi. Babam inşaat mühendisiydi. Yıllarca projeler genel müdürü olarak şehrin yarısını o planlamıştı.
Türkiye'ye ilk geldiğinizde neler düşündünüz? O tehlikeli günlerden sonra bir huzura kavuşmak, güvende olmak sevindirdi mi sizi?
Hayır. Oraya aittik biz. Bakın defalarca polise gittik. "Biz savaştan geldik. Dönebileceğimiz bir yerimiz yok" dedik. Bize, "Hükümetimizin Bosna'dan gelen mültecilerle ilgili bir kararı yok. Siz turistsiniz" dediler. Kalışımızı altı ay böyle uzattık. Sonra da, "Siz Türkiye'de misafir olarak kalacaksınız" dediler. Düşünebiliyor musunuz, oturma iznin yok, çalışma iznin de yok tabii. Paran ise hiç yok.
Her şeye rağmen artık hep burada kalacağınızı anladığınızda neler hissettiniz?
Öfke. Çünkü belli bir kişisel geçmişten, çevreden, hayat tarzından geliyorsun. Kişi ve hayat olarak bir anda sıfır oluyorsun burada. Hiç kimseye kim olduğunu anlatamıyorsun. Sadece o ülkenin dilini bilmemekten ötürü değil bu. Paran yok, işin yok. Kenarda, kıyıda biri oluyorsun. Kimliksiz kalıyorsun. Bu ülkede seninle aynı düzeydeki insanlara ulaşamıyorsun.
Yeni bir ülkede hayatın çok zor başladığı kesin. Hayatı yeni baştan kurmak nasıl bir mücadele gerektiriyor?
Çok mücadele verdik biz. Yaşayabilmek için çeşitli işler yaptık. Almanca öğretmeni olan kız kardeşim garsonluk, bilgisayar programcısı
eniştem benzin istasyonlarında pompacılık yaptı. Ben ise iki çocuğum olduğu halde hiç para kazanamadım. Çünkü Türkiye'de yabancı doktorlar çalışamıyor. Bir gün Marmara Üniversitesi'ne gittim. Yanımda diplomam ve notlarım vardı ama kimseyi tanımıyordum. Hiç kimseydim ben. Odalardan birinin kapısını çaldım. Prof. Emel Akoğlu'ydu karşımdaki. Durumumu kapıdan anlattım. Bana yardım edeceğini söyledi ve etti de. Sıfırdan ihtisasa başladım. Türkiye'de beni en fazla kıran olaylardan biri de şuydu.
Neydi?
Öğrencilik için ikametgâh belgesi istendi. Polise gittim, "Sen öğrenci olamazsın, oturma iznin yok" dediler. Neyse aylar sonra öğrenci olarak bana oturma iznini verdiler ama bu kez de bir buçuk yıl kaçak oturduğum için hakkımda dava açtılar ve beni Eminönü Emniyeti'ne götürdüler. Orada bütün gün Rus kadınlarla birlikte oturdum. Hepimizin numaralı resimlerini çektiler. Buraya katliamdan kaçıp gelen ve gidecek bir yeri olmayan ben, Türk polisinin dosyalarına suçlu olarak girdim. Öyle bir öfke hissettim ki.
Şimdi devlet size oturma ve çalışma izni verdi mi?
Hayır. Bosna'dan Batı'ya kaçanların hepsi yardım gördüler. Para, ev, vatandaşlık hakkı verildi onlara. Bana ve aileme ise burada altı yıldır ne oturma ne çalışma izni verildi. Zaten çoğu Boşnak da Türkiye'yi terk etti. Ben Marmara Üniversitesi'nde hâlâ yabancı uyruklu öğretim görevlisi statüsüyle çalışıyorum. Altı yıl önce iki çocuğum ve kendim için vatandaşlık başvurusunda bulundum. Hâlâ onun da cevabı gelmedi. Oysa kızım Türkiye'de doğdu. Anaokula gidiyor. Türkçeden başka dil bilmiyor. Kendisine "Boşnak" denilince kızıyor. "Hayır, ben Türk'üm" diyor. Okulda öğreniyor tabii. Çok paradoksal bir durum. Bir Kanadalı melez arkadaşım "Ben" dedi, "Beyazlar için yeterince beyaz değilim, siyahlar için de yeterince siyah değilim." Biz de öyle olduk.
Nasıl yani?
Bosna'da biz, Müslüman'ız diye öldürüldük. Buraya geldik, ilk yaşadığımız çevrelerde "Siz yeterince Müslüman değilsiniz" diye suçlandık. Bizim Müslümanlığımıza her zaman şüpheyle bakıldı. Bir paradokstu bu. Biz tabii ki, buradaki tutucu çevrelerin alıştığı anlamda bir Müslüman değildik. Bizim için Müslümanlık, dinin ötesinde bir milliyet tanımıydı. Biz kendimize Boşnak değil de Müslüman diyorduk. Çünkü eski Yugoslavya ancak bu kadarına izin vermişti.
Peki Bosna'dan buraya neler getirebildiniz? Kişisel eşyalarınızı yanınıza alabildiniz mi?
Hiçbir şey getiremedik. Bir fotoğrafım bile yok benim. Çocukluğumun, gençliğimin, ailemin, dedemin, anneannemin bütün resimleri evimizde kaldı. Son aylarda pasaportumuzu, paralarımızı -o da tabii elimizdeki kadarını, çünkü annemle babamın 35 yıllık birikimleri yok oldu. Bankalar iflas etti deyip, devlet paralara el koydu- diplomalarımızı ceketimizin, pantolonumuzun içine dikmiştik.
Burada yoksulluk çektiniz mi?
Çok. Babam, eniştem ve kız kardeşim ufak paralara çalışıyorlardı. Senelerce kendime hiçbir şey almadım. Çay içmedim, tost yemedim. Ama bunu da fark ettirmedim. Ben Bosna'da yoksul bir aileden gelmiyorum. Bahçe içinde 350 metrekarelik bir evimiz vardı. Burada altı yıldır kardeşim, annemler ve ben üç ayrı aile yedi kişi bir evde oturuyoruz. Ben burada yaşamayı her zaman ikinci bir savaş gibi gördüm. Kendimi savunmak ve kanıtlamak zorundaydım. Ülkemde değerli bir insandım ve değerli insanlar arasındaydım ben. Ama Türkiye'deki basit insanlar bile eğer paran yoksa seni aşağılama hakkını kendilerinde görüyor. Başlangıçta dil de olmayınca korkunç hissettim. Sen bir Proust ya da Kafka olabilirsin. Ama aynı dili konuşmayınca bu nasıl anlaşılır ki?
Bosna'yı herhalde özlüyorsunuz, bunu hepimiz tahmin edebiliriz. Benim merak ettiğim en çok neyi özlediğiniz?
Kendi dilimde tartışmayı, bazen sadece tavırlarla konuşmayı, kıkırdamayı, gülüşmeyi özlüyorum. Burada yaşayabilmek için Bosna'yı duygu olarak hep baskı altında tuttum. Bosna'yı çok düşünseydim, mücadele edemezdim. Bosna benim mahremiyetim oldu. Onu konuşmamaya çalışıyorum.
Tümüyle Türkiye'ye yerleştiğinizde, geçmişinizi, anılarınızı geride bıraktığınız, artık o geçmişten koptuğunuz duygusuna kapıldınız mı? Sanki geçmişsiz kalmış gibi bir duyguya kapıldınız mı?
Evet. Çünkü insanın geçmişini her zaman diğer insanlar oluşturuyor. Bazen düşünüyorum, bütün o insanları acaba ben rüyamda mı gördüm diye.. Bosna'daki hayatım bir rüya mıydı, kendim bile şüphedeyim.
Bir yerde, sürgünlerin uzun yıllar boyunca rüyalarında yalnızca terk ettikleri ülkeleri gördüklerini, yerleştikleri yerleri rüyalarında görebilmeleri için beş altı yıl geçmesi gerektiğini okumuştum. Doğru mu bu?
Doğru. Bosna'yı rüyamda hep görüyorum ama İstanbul'u hayır.
Peki burada kendinizi çok yalnız hissettiğiniz oluyor mu?
Evet. Mülteci olarak her şeye korkulu gözlerle bakıyorsun. Artık bu dünyada hiçbir yerde güvenlikte değilsin. Artık sen bir yabancısın. Her an her şeyini kaybedebilirsin duygusuyla dolusun. Ve şunu anlıyorsun ki, aslında insan hiçbir şeye sahip değil. Biz Yugoslavya'da güven içinde yaşamıştık. Bir gün her şeyimizi yitirdik. Yaşamım boyu sürecek bir acı bu. Ama gene de insana bir özgürlük kazandırıyor.
Nasıl bir özgürlük bu?
Artık hiçbir eşyaya, mala, mülke bağımlı değilsin. Hiçbir yere ait de değilsin. Her yere gidebilirsin. Hiçbir yeri, hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi artık eskisi kadar da sevemezsin.
Anne ve babanızın duyguları, davranışları size benziyor mu? Yoksa daha mı çok sarsıldılar?
Benim hayatım, duygusal ve kişisel düzeyde sarsıldı. Ama onlarınki bütün bir yaşam düzeyinde tamamen silindi. Evleri, emeklilikleri, dostları, hayatları boyunca edindikleri birikimleri kayboldu. Annem korkunç bir memleket hasreti içinde. Bu yaşta Türkçe de öğrenemiyor. Yapayalnız.
Niye başıma böyle bir şey geldi, niye doğduğum toprakları terk etmek zorunda kaldım diye sorduğunuz, başınıza gelenler için bir suçlu aradığınız oluyor mu?
Müslüman kaderciliği belki ama yaşadıklarımı hep bir fırsat gibi görmeye çalışıyorum. Bosna'da olsaydım belki böyle bir akademik çalışma yapmayacaktım, Amerika'ya belki burs kazanıp gitmeyecektim.
İçinizde, sizi ülkenizden ayrılmak zorunda bırakanlara karşı bir kin yok mu peki?
Bazı şeyleri biz hiçbir zaman affetmeyeceğiz. Kosova da aynı şeyi yaşıyor şimdi. Bu savaş sadece toprak kazanmanın, bir insanı öldürmenin ötesinde bir şeydi. Bu savaş, insanın
onurunu tümüyle yok etmek için yapıldı. Öldürürken bile insanları aşağıladılar, onları en kirli şekilde öldürdüler. İki yaşındaki çocuklara annelerinin önünde tecavüz ettiler. Bunları sadece Sırbistan'dan gelenler değil Bosnalı tanıdık Sırplar da yaptı. Hatta karıkocalar bile birbirlerine yaptılar.
Nasıl yaptılar?
Karışık evliliklerde bazı Sırplar eşlerini ya öldürdü ya da canilerin eline verdi. İnsanlar çıldırdı bir manada. Sıradan insanlar özel timlere benzedi. Sırplardaki nefreti anlayamazsınız siz. Haçlı savaşlarındakine benzer bir nefret bu. Hıristiyanlığı bırakıp Müslüman olduğumuz için bize hain diyorlardı. Bizi öldürürken de 'Pis Türkler' derlerdi bize.
Peki Sırp aydınlar ne tepki gösterdiler bütün bunlara?
Tepki gösterenler, hapse atıldı, aşağılandı. Mesela benim lise müdürüm çıldırdı. Aşırı milliyetçi olmadığı için adama herkesin önünde ot yedirdiler. Bu vahşeti yapan Sırplardan bazıları haber alıyoruz ki hastalanmışlar. Kimi çıldırmış, kimi eroinman olmuş, kimi de intihar etmiş.
Bugün bir Sırp'la karşılaşsanız, sırf Sırp olduğu için ona bir kızgınlık duyar mısınız? İnsanda büyük acılar böyle toptan bir kızgınlık yaratıyor mu?
Bu olaylardan sonra ilk kez geçen yıl bir tıp kongresi için Belgrad'a gittim. Biliyorsunuz Hırvat, Sırp, Boşnak çok az farkla hepimiz aynı dili konuşuyoruz. Belgrad'da kendi dilimi hiç konuşmadım. Korkudan değil, onlara hiçbir şekilde yakın olmak istemedim.
Bir Sırp erkeğe âşık olabilir misiniz? Bir erkekten hoşlansanız bile Sırp olduğunu öğrenince duygularınız değişir mi?
Değişir. Çünkü bazı konularda hiçbir zaman anlaşamayacağımızı biliyorum. Bosna hakkında en küçük farklı bir düşünce bile beni rahatsız eder. Ne kadar liberal olsa da Sırpların yaptıklarını bir şekilde savunmaya çalışır.
Yeniden Bosna'ya dönmeyi düşünüyor musunuz?
Ben düşünmüyorum. Annemle babam çok istiyorlar ama evleri yok. Ancak birisinin onları misafir olarak kabul etmesi lazım. Gene misafirler yani. Çünkü bizim bölgeye dönülemiyor. Sırplar Dayton anlaşmasında Bırıçko'yu vermeye razı olmadılar. Evimizde Sırplar oturuyor.
Ailenizle birlikte olduğunuzda geçmişten konuşuyor musunuz?
Tabii, çok. Geçmişteki hayatımızı şimdi farklı değerlendiriyoruz. Türkiye bizim için bir referans oldu. Meğer biz çok kapalı bir sosyalist ülkede, dünyadan habersiz, yanlış bir gerçeklik içinde yaşamışız. Hayatımız bir masal gibiymiş. Kardeşlik, eşitlik... Para önemli değil. Zamanı durdurmuş bir hayat. Böyle bir masala nasıl inanabildik diye çok sık konuşuyoruz.
Bosna'yı düşünüp de hiç ağladığınız oldu mu?
Çok. Geçmişim hiçbir zaman bana geri verilmeyecek. Yaşadığım acıyı kimse bana ödemeyecek. Kuşkulu, tedirgin, güvensiz, soğuk insanlar olduk biz. Zayıf olduğunu gösterdiğin anda diğer insanların bizi mahvedeceği hissiyle yaşıyoruz. Artık Bosna'daki gibi sevemiyoruz. Hiç kimseyi artık oradaki gibi sevemeyiz. Oradaki gibi âşık bile olamayız. Bu büyük bir travma tabii. Geçer mi bilmiyorum. Ama bizim çocuklarımız eminim daha normal bir hayat sürdürecekler burada. Çünkü onlar kendilerini Boşnak değil, Türk gibi görecekler.

 

 

 
 

İstanbul - 04.03.2009
sufizmveinsan
http://sufizmveinsan.com