İngilizce’de love kelimesi bizdeki aşkın karşılığı… “Sevi” diye uydurulan kelimenin bir anlamı yok, “sevgi” ise Türkçe’deki başka bir karşılığı.
Aşk bir bağlanmanın (attachment) ifâdesi…
Bu bağlanma insandaki bağlılığa (bondage) da zemin hazırlıyor. Evlât aşkı, karıkoca aşkı, kardeş sevgisi… Hepsi aşkın değişik dışavurumları.
Sâf ve pak hâliyle nesnesiz aşk ezoterik ve mistik öğretilerde bizatihî Tanrı’dır ve O’nun zerresinin zerresi olan bizlerin, O’nun menbâından içtiğimiz sudur. Beatles’ın “all you need is love” derken kastettiği şey bu saf ve nesnesiz sevgidir.
Pratikte ise romantik, muhteris, şehvetli, karşılıklı (reciprocal) veya karşılıksız (non-reciprocal) bağlanmalar için de kullanılır: Takım aşkı, vatan aşkı, insanın insana aşkı gibi…
Aşk bâzen bir hastalık hâlinde tezahür edebilir: Erotomani (de Clérambault Sendromu) gibi…
Bâzen de sapkın veya anormâl hâlde karşımıza çıkar: Parafililer, erotolepsi (aşırı seks düşkünlüğü), nimfomani, ensest (fücur) gibi. Bunlar bile kültüre göre çok farklılıklar gösterir.
Aşkı sâdece ihtirasa (passion: tutku) indirgemek büyük hatadır. Beyindeki belli bölgelerin uyarılmasıyla, tamamen üremeye yönelik evrimsel bir refleks hâlinde tezahür eden cinsel çekim en tabiî, en vazgeçilmez hayatta kalma ve neslini sürdürme stratejisidir. NGF, oksitosin, testesteron gibi hormonlar ve nörokimyasal sinyaller üremeye yönelik şehveti uyandırırlar; işin içindeki çekirdek yapılar da evrimsel açıdan en eski ve hızlı çalışanlardır: Amigdala, limbik sistem vs.
Hâlbuki seksüalite sona erdikten sonra da (hem anlık olarak, hem de sürekli olarak) devam eden bağlılık ve bağlanma gerçek aşktır.
Pek çok kültürde ve felsefede aşka dâir pek çok şey yazılıp çizilmiştir.
Bence aşk evrimsel, maddî, manevî, ilâhî ne derseniz deyiniz, diğerkâmca ve “olduğu için olan” bir özdür (essence).
Yaşadıkça bunu değişik yönlere tevzi ve teveccüh ederiz.
Bâzen de, hazindir ki, kaybederiz onu!