Fransız düşünürlerinden
Marquis de Sade’nin “Tanrıya Karşı Söylev” isimli
eserinden esinlenerek ateist(tanrı tanımaz) olarak nitelendirilen
kesimin inanç temellerini ve tanrı kavramını reddetme nedenlerini
irdelemeye çalışacağım.Zira bu eserde serdedilen düşünceler,ateizmin
fikri temelleri sayılabilecek niteliktedir.Önce yazardan kısaca söz
edelim:
Marquis de
Sade,Fransız asıllı aristokrat ve felsefe yazarıdır.Erotik
edebiyatın da önemli yazarlarından olan Sade’nin en başta gelen
eseri Sodom’un 120 günüdür.Yazılarında ahlâkı,kuralcılık anlamında
yasayı ve dinsel söylemleri oldukça radikal söylemlerle
eleştirmiş,dinsel öğeleri göz önüne almadan aşırı özgürlüğü,gayrı
ahlâki yaşam tarzını savunmuştur.En iyinin zevksel yaşam tarzı
olduğunu dile getirmesinden onun hedonist(hazcı) bir yaşamı tercih
ettiğini söyleyebiliriz.Sade,yaklaşık 29 yılını hapiste,üç yılını da
akıl hastanesinde geçirmiştir.Sadizm kavramı da kendi adından
türetilmiştir.Kötülük ve suç kavramları onun kendine has din
anlayışının vazgeçilmez argümanlarıdır.Bu kavramlar,alınabilecek tüm
zevklerin kaynağıdır ve kişi gerçekten iyi bir yaşam sürebilmek
için, içindeki hiçbir arzuyu bastırmaya çalışmamalıdır.Bilakis bu
dürtüleri açığa çıkararak tüm hazları doruk noktada
yaşayabilmelidir.Sade,yerleşik ahlâka ait normlarla ve iktidarı
tutku ve ihtirasa dönüştüren anlayışla sürekli mücadele
etmiştir.Onun düşünce sisteminde ateizm bir dürüstlük teminatıdır.
Sade’nin ateist söylemlerindeki amacı,dinsel değerleri,çıkarları
uğruna sömüren kesime dikkat çekmek ve onların insanlara sunduğu
Tanrı imajının ve cennet vaatlerinin sahteliğini ve geçersizliğini
ön plana çıkarmaktır.Bunun yanında, kendi tasavvurunda,
şartlanmalarıyla oluşturduğu tanrısını yargılayan tutumu da
gözlerden kaçmamaktadır.Bu yanılgı aslında birçok ateist düşünürde
de gözlemlenebilir bir olgudur.Dinin özü olan sistem ve düzen
gerçeği kısmen de olsa fark edilirken varlığın tekliğine ise bir
türlü kanaat getirilememektedir.Bu yüzden de yaşam sistemini
kötüleyen ve yargılayan karamsar bir yaşam algısı ortaya
çıkmakta,sitem,sitayiş dolu ifadeler dudaklardan dökülüvermektedir.
Sade,
kitabın girişinde Tanrıyı hayal mahsulü ve işe yaramaz bir varlık
olarak niteler.Onun ismi dahi, hiçbir politik savaşın
döktüremeyeceği kadar kan akıtmaya yetmiştir.Mezhep kavgaları,bunun
en açık örneğini teşkil eder.Dinsel inanışta fanatizme kayanlara
haykırır.Batıl inançların tehlikeli yanılsamalarından vazgeçilmesini
ister.İnsan şayet yüreğinde bir ibadet ihtiyacı duyuyorsa
tutkularının somut nesnelerine yönelmelidir.Tanrıya yönelik iki üç
saatlik sofuluk, duyulara fayda sağlamayan, hiçlik ve tiksinti
verici boş bir çabadan ibarettir.Sade, kitabının ikinci bölümünde,
bir papazla,ölüm döşeğinde bir adam arasında geçen ikili bir
diyaloga yer verir.Ölüm döşeğindeki adam,doğanın yaratıcılığına
inanmış ve tabiatından gelen dürtülere tâbi bir yaşamı
benimsemiştir.Papaz ise sürekli Tanrı olgusuna ve günahlardan
kaçınma anlamında tercih özgürlüğüne vurgu yapar.Ölüm döşeğindeki
adam ise tanrıya inanmamasının temel nedeni olarak onun
anlaşılamamasını örnek gösterir.Üçüncü bölümde Dolmance’nin Söylevi
yer alır.Bu söylevde de Tanrıya inancın bir kuruntudan ibaret oluşu
anlatılmaktadır.Tanrı fikri, hassas insanların korkularından ve
zayıflığından doğmuştur.Bu yönüyle Tanrı, korkulası bir
umacıdır.Bunun mukabil, varlık aleminde yaratıcı failin kim olduğu
sorusu da cevap bulması gereken önemli bir sorgudur.Hıristiyan
dogmalarının tarif ettiği Tanrı kavramı ise baştan aşağı çelişkiler
yumağıdır.Bu Tanrı, gördüğümüz her şeyi yaratabilmişken, keyfince
bir insan yaratamamıştır ne hikmetse.Şeytan, bu Tanrı fikrine göre,
hükümranlığını daima koruyabilen ve yaratıcısına her zaman meydan
okuyabilen bir keyfiyettedir.Ezeli varlığın, kendine ayırdığı sürüyü
baştan çıkararak sefahate sürükleyebilmeyi daima
başarabilmektedir.Dördüncü bölüm, “Doğa Kendi Kendine Yeter” başlığı
taşır.Hayali bir Tanrıya inanmak ve ona yaranmaya çalışmak gereksiz
ve faydasızdır.Doğa, tüm ihtişamıyla bir mekanizma olarak
çalışmaktadır ve kendi kendine yeterlidir.Doğaya dışarıdan bir
müdahale söz konusu değildir.Varsayılan hayali Tanrı aynı zamanda
acımasızdır da!.Öyle ki, dünyaya getirdiği sevgili oğlunun(İsa)
kanını Yahudilere akıtmış ve böylece günahkar insanların affını
sağlamıştır.Buna rağmen sonsuz alevlerde yanmaya mahkum milyarlarca
insan, cehennem azabı için sıra beklemektedir.Yeryüzünde kötülük
hakim olduğu için Tanrı, kötülükten yanadır ve bunun hoş
görmektedir.Dolayısıyla böyle bir tanrıya inanmak hem anlamsız ve
boş bir çabadır, hem de tehlikelidir.Kitabın beşinci bölümü,kutsal
kitapların kritik ve eleştirilerine ayrılmıştır.Özellikle kıssalarda
anlatılan tarihi olaylardaki mantık dışılığa ve çelişkilere dikkat
çekilir.Kutsal metinlerden edinilen izlenimler genelde olumsuz ve
karamsardır.Akla ziyan gizemler,doğayı ihlal eden dogmalar ve akıl
dışılığa götüren seremoniler vardır kitaplarda.Özellikle
Hristiyanlığın ve Museviliğin sunduğu mesajlar,mantıksızlığın ve
çelişkinin örneklemeleridir.Öncelikle Yahudi kabilesini tercih eden
Tanrı daha sonra bu kavmi terk edip son derece küçük ve sefil bir
kastı benimsemiştir.Asla var olmamış şehir adları, Yahudilerin
dehşete kapıldıkları ama henüz kendilerini yönetmemiş krallar için
buyruklar ve buna benzer bir çok çelişki, Tanrının yazdırdığı bir
kitapta nasıl yer alabilmektedir? Madem ki karanlık ışığın
yokluğudur ve açığa çıkmamasından ibarettir, nasıl olmuş da ışığın
karanlıktan ayrılması kitapta ifade edilebilmiştir.Hiç gök kubbe
yokken suların ortasında gök kubbe nasıl oluşabilmiştir?.İşte size
inanılan ve varsayılan Tanrının gülünç kronolojisi!.Bir ağacın
meyvesine yasak koyan bir Tanrı düşünemezsiniz.Bu gülünç bir
yasaklamadır.Yasakçı olan Tanrı,insanın bu imtihanında yenik düşecek
yapıda olduğunu çok iyi biliyor olmalıdır.Dolayısıyla insana bir
tuzak kurmuştur.İnsanların kızlarıyla ilişkiye girerek devler
doğurtan meleklerin hikayesini nasıl açıklayacaksınız?.Bütün bu
anlatılanlar, mecaz ve sembollerden ibaret olsa bile bu anlatılan
bilmeceleri çözebilmek için çılgın bir dâhi olmak gereklidir.Sadece
sekiz kişiden oluşan Nuh’un ailesi, gemideki hayvan türlerini nasıl
besleyebilmiştir?.Musa, bir putperestin kızıyla evlendiğinde Tanrı
buna nasıl rıza gösterebildi?.Firavunun büyücüleri nasıl olup ta
Musa’yla aynı mucizeler gösterebildi?.Kudretli Tanrının
rehberliğinde bulunan binlerce savaşçının başında olan Musa, yeni
doğan bütün bebeklerin öldürüldüğü Mısır’ı istila etmek yerine
halkıyla birlikte niçin kaçma ihtiyacı hissetmiştir?.Altın bir
buzağı heykeli bir haftada nasıl oluşabilmiştir?.Genişliği kırk ayak
bile olmayan Ürdün nehrini geçmek için bir mucizeye gerek olduğuna
nasıl ikna olunabilmektedir?.Benzer örneklemeler ve sorgulamalar
yapıldıktan sonra Sade, doğanın kendi devingenliğini ve bir dış
müdahaleye ihtiyacı olmayacak derecede sistematik bir yapıda oluşunu
materyalist söylemlerle şöyle dile getirir:
“Bize dünyanın kendi kendine yaratılmadığı tekrarlanıp duruyor.Ama
evren bir sonuç değil nedendir.Asla bir eser değildir ve bir dış
etkiyle yaratılmamıştır.O daima bizim gördüğümüz şeydir.Varlığı
zorunludur ve kendi nedenidir.Doğa,işlevini yerine getirmek için
kendinden daha meçhul,görünmez bir devindiriciye ihtiyaç
durmaz.Madde, kendi enerjisiyle, kendi heterojenliğinin zorunlu
devamı olarak hareket etmektedir.Doğadaki her şey, hareket
halindedir ve enerjiye sahiptir.Temelde harekette olan bu tekil
yapının bir devindiriciye ihtiyacı olduğunu düşünmek bir
aptallıktır.Maddenin kendiliğinden akışına şahit olun ve maddeyi
harekete geçirebilecek hiçbir şeye sahip olmayan tinsel aşkınız
üzerinde kafa yormayı artık bırakın.Gereksiz düşünsel seferlere
çıkmayın.Hayali bir varlığın hayali dünyasından gerçekliğin
dünyasına dönün.”
Bu tespitten yola
çıkarak yazarın, doğadaki sistematik bütünselliği ifade ettiğini,
tekil bir yapının varlığına işarette bulunduğunu söyleyebiliriz.Bu
da kanaatimce sünnetullahın bir tür ifadesi olmaktadır.Kitabın
devamında ruhun ölümsüzlüğü üzerine söylevler yer almakta,ilerleyen
bölümlerde cennet cehennem tasavvuru ve varlığına ilişkin eleştirel
yaklaşımlar göze çarpmaktadır.Kitapta ifade edilen hususları genel
çerçevede ele alırsak Sade’nin ılımlı ateizmin gönüllü
sözcülüğünü yaptığını söyleyebiliriz.Geçirdiği acı hayat
tecrübeleri onu bu tarz bir sorgulamaya itmiş, aklına takılan
sorulara cevap aramaya ister istemez yönlendirmiştir.Sorguladığı
ise, temelde Tanrı kavramı ve hayali bir Tanrı tasavvurunun yaşam
sistemiyle olan çelişkisidir.Tanrı kavramının geçersiz olduğunu
fark ederken gerçeğe yakınlaşmış, Allah ismiyle işaret edilen
varlığın tekliğini müşahede noktasına gelemediği için de hakikatten
uzaklaşmıştır.Başta da belirttiğimiz gibi ateizmin vartaya
düştüğü en önemli nokta, La ilahe’de takılıp İllallah gerçeğine
şuursal sıçrama yapamamasıdır. Kendi kendine işleyen bir sistemin
varlığı fark edilirken, bu evrensel yaşam sisteminin bir ilim ve
kudret(data-enerji) planında cereyan edişi maalesef gözden
kaçmaktadır.Kendiliğinden oluşun anlamı ise, tesadüf kavramıyla
açıklanamayacak derecede muhteşemdir.Zira, varlık alemindeki tüm
oluşlar, özden dışa(enfüsten afaka),noktadan açılım şeklinde zuhur
etmektedir.Kendiliğinden oluşun anlamı, ayrılık ve gayrlığın
gerçekte olmayışı, özne ve nesne ayrımının geçersiz
oluşudur.Gerçekte nesne ve anlam ayrılığı
yoktur.Nesneler,anlamların(idealar dünyası) bir dışa
vurumudur.İdealar Dünyası,
Platon'un
felsefesinin temelini oluşturan bir argümandır.Ona göre bu dünyada
gördüğümüz, beş duyumuzla algılayabildiğimiz her nesne, idealar
dünyasındaki aslının birer kopyasıdır.
Biz en iyisi Tanrımızı hesaba çekip,ona küfredip boşuna zaman
kaybetmeyelim derim.Kendiliğinden işleyen varlık mekanizmasının
sistemini fark edip anlamaya ve ona göre yaşamımıza yön vermeye
çabalayalım sevgili dostlar.Sade’nin haykırışına bir nebze de olsa
kulak verelim:
“Tanrıları devirerek onların gök gürültülerini aşıralım;
Bu ışıltılı şimşekle, ürkütücü dünyada,hoşumuza gitmeyen her
şeyi yıkalım.”
Açılımı: Tanrısallık üreten düşüncelerle fikri planda mücadele
ederek onları etkisiz kılalım ve böylece karanlık dünyamızı
aydınlatıp tüm menfi düşünce ve inanışları ortadan kaldıralım. |