Anneler babalar çocuklarının eline kibrit, çakmak gibi
zararlı araç gereçler asla vermez, yasak getirir;
çocukların onlarla oynamalarına mâni (El-Mâni)
olurlar. Çocuk da cahil cesaretiyle, ısrarla,
yanacağından habersiz, hem de “yanarsın” diye
uyarılmasına aldırış etmeden, “Çünkü onlar anlamayan
kimselerdir” (59-13), habire kibritle çakmakla
oynamak ister. “Bu
dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan
ibarettir”
(29-64) “Biz
yeri, göğü ve arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık.
“
(21-16)
Yâ Hû!
Ebeveyn “oynama” der. Çocuk oyun ister... Oyun oynasın
oynamasına ama güzel arabalar, Barbie bebekler varken,
evi ve kendini yakmak pahasına çakmakla oynamak da olmaz
ki... Bu arada ana-baba çakmağı çakar, türlü işlerinde
bir güzel kullanırlar ateşi. Kendileri çakmağı çakarken,
çocuğa “çakma, yanarsın” derler. Yasak, çocuğadır ve
haklıdır.
“Şeriat oğlanları dâvâ kıldılar
Hakikât
erenleri dâvâya girmediler”
Yunus.
Ebeveynle çocuk, erenle “oğlan” arasındaki fark
“erginlik” ve “yetkinlik” farkıdır. Yerli yerinde
görebilme ve kullanabilme farkıdır. “Kibritle oynama”
denmesi, ateşin kötü olmasından değildir. Çünkü
“kibritle oynama” diyen, ateşi evin içine kadar
sokmakta, kibriti de, çakmağı da gerektiğinde
kendisi çakmaktadır. Ne ateşin “evde” oluşunda, ne de
çocuğa “cıss” denmesinde hiçbir beis ve çelişki yoktur.
“Ben
ondan hayırlıyım!
Ateşin “varlıkta”ki durumu tıpkı “evdeki”
durumuna benziyor! Esasen hayırlı olmalı ki
Rahman “Ol” demiş... Bir o kadar da yüksek ilim
ki ehil olmayanı yakıyor! Şakası yok!
Burada “ateş”i semûm kökenli varlıklardan, cehenneme
kadar düşünebiliriz. Biz ateşi nasıl ki mutfakta
yemek yaparken kullandığımızda nimet bilip yerli yerinde
kullanabildiğimiz için varlığına şükreder, hattâ
ateşsizliği düşünemez isek ve asıl önemlisi ateşi
“kötülemeyi” aklımıza bile getirmezsek, Rahman’ın
varlık mutfağını da aynı şekilde düşünmek, Allah’ın
kesinlikle kötü ve gereksiz bir şey yaratmadığı
bilgisine tam teslim olmak gerekir. O halde;
-
“Allah cehennemi niye yaratmış?”
-
“Bilmem, vardır bir hikmeti!”
Uslu çocuk
olup, Allah’ın ve Rasûl’ünün (sav) “yap” dediğini yapıp,
“yapma” dediğini yapmayanlar, biiznillah “büyür” ve
ateşi kullanmayı öğrenirler. Yanmadan, kendilerini
yakmadan...
Ebeveyn çocuğunu uyarmakla, elinden çakmağı almakla,
hatta çakmağı bir daha eline alırsa türlü ceza ile
korkutmakla ne kadar da haklı ve merhametlidir
evlâdına... Cahil çocuk ise, çakmakla oynadı diye
kendisine kızan, çakmağı elinden alan, belki kulağını
çeken anasına içerlese bile, “acaba beni sevmiyor mu
artık?” diye düşünürse de, iş öyle değildir! Cayır cayır
yanan bir evde, oynamak sevdasına, evlâdının
tutuşup ziyan olmasına gönlü razı olmamıştır. Ateşle
oyun olmaz! Cahil çocuğun ne ilmi ateşe hükmetmeye
yeter; ne de duygusu ne kadar sevildiğini
idrak edecek düzeyde gelişmiştir. Doğal olarak
kuşkulanır. Böylelikle o ebeveynine karşı “hem
cahil, hem nankördür”. Ne var ki bu durum dahi gayet
“yerindedir”!
Kıssadan hisse hesabı:
Ne
ateş kötüdür, ne yasaklar boşunadır. Hem de yanmak
vardır! Anlamak için büyümek, büyümek için yanmamak,
yanmamak için ise ateşten sakınmak, ‘söz dinlemek’
gerektir. Sen ateşe hükmedemezsen, ateş sana
hükmedecektir. Yanmamak için, sükût ilmini öğrenmek
gerekir. “Sus ve dinle...” Dinle ki ilim
öğrenesin. Ateşi kötülemekle ateş sönmez. Zaten
ateş kötü değil, sadece sana “secdesiz”dir.
Ateşin secdesi suyadır. Su OL. Yoksa, yanarsın!
"Suçluları da susuz olarak cehenneme süreceğiz."
(Meryem – 86)
Var
mısınız, suyun resmini çizmeye?!
İşin kolayına kaçmadan ama!
Meselâ, değirmeni döndürmek için kova kova taşıma
suyunu veya ufukla birleşmiş, evvel âhir olmuş
masmavi okyanus sûretini değil!…
Meselâ, bir damla suyu çizsek …
Hakir
suyu!
Bir
damla hakir suyu çizsek!
Allah çizmiş, ya!
Ben
olmuş, bir damla su!
Sen
olmuş, bir damla su!
Sûret,
sudan meydana gelmiş!
Bir
damla su ben’im.
Bir
damla su sensin.
Bir
damla su, bütûn!
Öyleyse;
“Böbürlenmeyi bırakın, Yüce Allah’a karşı büyüklük
satmak da neymiş? Kullara da kibirli davranmayın,
haddinizi bilin. Varlığınıza tevazuyu yerleştirin.
Önceden ne olduğunuzu düşünün: Bir damla su.
Sonrası ne olacak malûm... Bir hendeğe yuvarlanacak bir
ağırlık. Hâli böyle olana büyüklük taslamak yaraşır mı?
Hırsa
kapılmayın, kötü arzular sizi esir etmesin. Dünyalık
adamların kapısını aşındırmayın. Ezilip büzülerek
onlardan dünyalık dilenmek size yakışmaz, sabırla
doğru yoldan nasibini arasan daha iyi olmaz mı? Ya, bir
de yaptığın dilenciliğin sonu boşa çıkarsa? Sevgili
Peygamberimizin (sav) “En büyük belâ, nasipte
olmayanı aramaktır,” buyruğunu hiç duymadın mı?
NASİPTE OLMAYANI KULLAR HIÇBIR ZAMAN VEREMEZ. Dünya
oğullarının buna hiçbir zaman gücü yetmez.”
Gavs-ül Âzam Abdulkâdir
Geylani
***
Gele gele, geldik bir damla suya!
Hakir
suya!
Çok
değil, doğmadan sadece dokuz ay önceki hâlimiz...
Öncesinde, BABAdaydı su ya da emanet! Yâ,
babaya nasıl geldi, nerden geldi emanet?
Leylekler mi getirdi, yoksa portakal ağacından mı
geldi?!
Ve
nasıl da kardı toprak (ana rahmi) suyu, değil mi?
Peki,
bu su nerden geldi babaya? Baba da vaktiyle
suydu. Babasının suyu. Ve şimdi ‘çocuk’, suyunun suyunun
suyu!
Sanki
dönüp duruyor bu su.
Veya
durup duruyor!
Çünkü
hepsi su!
Hepsi
bir damla su!
İşte,
onun resmini çizelim mi, meselâ?
Hakir
suda aczimizi resmedelim mi, meselâ?
‘Hakir su’ zaten aczin resmidir.
“Deme öyle! Kudretullah var onda!”
Acz’de kudret!
HÛ!
Bak,
nasıl da güzelleşti hakir su...
Bak,
sen oldu.
Sen,
ne güzelsin!
Acz’de ‘kudret’ seyrisin!
Kudretullah!
Hû!
“Ey
evlâd! Ana rahminde seni kim besledi? O halde iken ne
kadar acizdin. Bu hâle seni getiren kim? Sen ise kendi
varlığına ve halka dayanmaktasın; parana, mevkîne,
bilgine güveniyorsun. Güvendiklerin bugün var, yarın yok
olabilirler. Yüce Allah'tan başka her kime güveniyor
veya kimden korkuyorsan o senin ilâhındır.
Yakında bütün güvendiklerin yok olur, kullarla aran
açılır, sana karşı kalpleri katılaşır, kapıları yüzüne
vururlar, seni kapı kapı dolaştırırlar. Çağırsan
yardımına koşan olmaz. Bütün bunlara sebep Hak'tan
başkasına güvenmiş olman, O'nun nimetlerini
başkalarından bilmiş olmandır.” Gavs-ül Âzam
Abdulkâdir Geylani
“Ey
ilim iddiasında bulunan, hani ağlaman? Yüce
Allah’ın korkusundan gözlerin yaşarıyor mu? O’ndan
korkman ve günahları itirafın nerede? Nefsinle cenk
etmek ve onu terbiye etmek yok mu? O’nu HAK tarafına
çağırman nerede?
Doğruluk olmadan bilginin sana ne yararı dokunur?
Doğruluğun olmadığı için bilgi sana belâ olur.
Öğrendin, namaz kıldın, oruç tuttun. Sebebi, sana mal
versinler, iyiliğini görsünler, seni övsünler
oldu. Sana yakışır mı bu düşünceler?
Farz et ki
halkın sana ilgisi arttı, bunun ölüm anındaki sıkıntıya
faydası olur mu acaba?
Seni sevenlerle aranda uçurumlar olacak o anda.
Topladığın malları başkaları paylaşacak, hesabı ve
cezası da sana kalacak.”
Gavs-ül Âzam Abdulkâdir
Geylani
***
Su’da sûreti gördüysek, gelelim yine ateşe... Dönelim
pervane gibi, koşalım ateşe...
Ateş
deyip de İbrahim Aleyhisselâmı anmamak olur mu? Ateşi
gül bahçesi eyleyen İbrahim’in (a.s) Rabbine hamd olsun!
Ey İbrahim (a.s) Nebi! Sendeki su’dan Rahman bize de
ihsan etsin. Selâm sana olsun,Yâ Nebi!
“Nefsini bilen Rabbini bilir.”
Ve
âsâlar ortaya atılınca hilebazların hilesi bozulur. Hak
görünür; bâtıl silinir.
"Sihirbazlar atacaklarını atınca Mûsâ dedi ki: 'Sizin
bu yaptığınız sihirdir. Allah onu elbette boşa
çıkaracaktır. Çünkü Allah bozguncuların işini düzeltmez'
"(Yunus 81)
Âsâlar, meydandaki nefislerimizdir!
“Hani
bir ateş görmüştü de ailesine, "Siz burada kalın, ben
bir ateş gördüm (oraya gidiyorum). Umarım ondan size bir
kor ateş getiririm, yahut ateşin başında, yol gösterecek
birini bulurum" demişti.” (20-10)
Nitekim ateşin yanında bir yol gösterici buldu, Mûsa
Kelimûllah…
Ateşin yanında bir yol gösterici buldu.
Bir
yol gösterici buldu.
Ateşin yanında.
Rabbini buldu.
Ona
ilk defa Allah orda seslendi:
“Şüphe yok ki,
ben senin Rabbinim.” (20 -12)
“Şüphe yok ki
ben Allah'ım. Benden başka hiçbir ilah yoktur. O halde
bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl” (Taha-14)
Hz.
Allah, Mûsa Kelimûllah ile ilk defa konuşurken ateşten
tecelli ediyor! Herşeyin aslı esma olduğuna göre ve
hiçbir şey rastgele olmadığına göre, düşünelim
şimdi, hangi esma ve sıfatların tecellisine mazhardır
ateş? Haydi, rast gele!
***
Kötülük ve iyiliğin ilham edildiği nefs mülhime
nefstir. Kötülük ve iyilik nedir ki nefsin ancak
üçüncü mertebesinde ve ilham yoluyla biliniyor?
Demek ki, levvamede kendini levm eden, kötülüklerinden
pişmanlık duyan, aslında hâlâ bir şey idrak edememiş.
Yaptığı iyilikten de kötülükten de, söylediği sözden de
gâfil. Ama tekâmül edip, ilhama kavuşması için,
idraksız da olsa, o pişmanlığı yaşaması gerekli. Bu
pişmanlık duygusu tekâmülü için şart. Zaten daima
affedilen kişi, aynı kişidir: Pişman kişi... Suçu
ne olursa olsun, sadece pişman olan affedilir.
Pişmanlık vahdet, suçlar ise kesret gibidir. Pişman
olan, pişmanlık duygusunda Hak’kı bulur. Çünkü
affeden Hak’tır. Pişman olmayanın özrü kabahattir.
Tevbenin aslı da bu olmalı: Pişmanlık. O zaman Hâk
gelir, bâtıl gider. Öyleyse, Zümer 53 ve 54. ayetleri
bir daha düşünelim.
Mülhimede, iyilik ve kötülük, bozukluk ve takvâ birlikte
anılmıştır. Ve onu ilham eden’e yemin
edilmiştir. İlham edenlere değil...
“Ve
nefsin ve mâ sevvâhâ. Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ..”
Şems -7/8
Sûrenin
adının ‘Şems’ yani ateş topu olan ‘güneş’ olması
ne kadar mânidar, değil mi? Şimdi sûreyi bir daha
okuyalım mı, Hamdi Yazır’ın orijinal mealinden?
Ve duamız, ‘Güneşe
uyan ay olmak’ olsun ki yörüngeden çıkmayalım,
inşallah! Amin.
1.
Kasem olsun o güneşe ve parıltısına
2.
Ve aya: uyduğu zaman ona
3.
Ve gündüze: Açtığı zaman onu
4.
Ve geceye: Sararken onu
5.
Ve göğe ve onu bina edene
6.
Ve yere ve onu döşeyene
7.
Ve BİR nefse ve onu düzenleyene
8.
Sonra da ona bozukluğunu ve korunmasını
ilham eyliyene ki
9.
Gerçek felâh bulmuştur onu temizlikle parlatan
10.
Ve ziyan etmiştir onu kirletip gömen
11.
Semûd inanmadı azgınlığından
12.
O en yaramazları fırladığı zaman
13.
Ki o vakit demişti onlara Allahın resulü: Gözetin
Allahın nâkasını* ve sulanışını
14.
Fakat inanmadılar ona da devirdiler onu
15.
Âlemlerin rabbı da günahlarını başlarına geçiri
geçiriverdi de o yeri düzleyiverdi. Öyle ya o sonundan
korkacak değil ki (*Nâka: 1)Dişi deve. 2) Bir
yıldız ismi 3)Temiz olma)
***
Ateşi
de gördüysek, alev yüzümüzü yaladıysa, yeni yüzümüzle,
şimdi tekrar bakalım suda sûretimize!
"Suçluları da susuz olarak cehenneme süreceğiz."
(Meryem – 86)
Rahman, su ile ve susuzluk ile ne bildirmek murad etmiş?
Musluk suyu mu? İki hidrojen bir oksijen atomu mu?
Veyahut da su’yu bir metafor gibi mi düşünelim de
bambaşka şeyler mi tefekkür edelim? Su ile ne anlayalım
ki ateş ile anlatılmak istenene bir yol bulalım? Suyu
bulmadan/bilmeden, ateşi/ateşimizi nasıl söndürelim?
Niye söndürelim? Güneş’e uyan ay nasıl olalım? Ay’ın
bile imamı var! Hû! Ya biz, Şems’i kendimize nasıl
imam edelim ki gündüz olup açtığımızın ve gece olup
sardığımızın, örttüğümüzün hep aynı imam,
yani şems, nûr-i Muhammedî olduğunu idrak edelim?
“Ne tuhaf, bu gökkubbenin altında herkes bir şeyler
duyup bir şeyler söylüyor; fakat her duyuş, her söyleyiş
ve her görüş, nihayet, mukabil olduğu eşyayı aksettiren
bir ayna parçacığına benziyor. Fakat nerede o kâmil ve
mükemmel duyuş ve duyuruş ki, içine bütün cihanın
aksettiği muazzam bir ayna olsun...” İnsan ve Şeytan
/Samiha Ayverdi
Hz.
Mevlâna buyuruyor ki:
“Su
ateşe galiptir,
ancak bir kaba girerse
ateş
suyu kaynatır, yok eder.”
Belki
de bizden istenen “su olmak” denize karışmaktır. Allah’a
hakkıyla teslimiyettir. Ten kabından kurtulup, can
suyuna kavuşmaktır! Varlığı sahibine vermektir.
Varlık bulamayan ateş neyi yakacak ki? Peki ya,
varlık ateşsiz olur mu? Ateş’siz taayyün (görünme) olur
mu acaba? Kesret. Azamet. Celâl.
“O, gökten su indirdi de dereler kendi
ölçülerince dolup aktı ve sel üste çıkan köpüğü
aldı götürdü. Süs eşyası veya yararlanılacak bir şey
elde etmek için ateşte erittikleri şeylerden de böyle
köpük olur. İşte Allah, hak ile batıla böyle misal
getirir. Köpüğe gelince sönüp gider. İnsanlara yararlı
olan ise yerde kalır. İşte Allah böyle misaller verir.”
(13-17)
Kur’an’da geçen ‘semâvât’, ‘gökler’ bilinç ise,
“Su” nedir? Ve nereden iniyor?
Umulur ki göğümüz gürlesin, yağmurumuz yağsın, ezberimiz
bozulsun!
***
Herkes cehenneme odunu da ateşi de dünyadan kendisi
getirirmiş! Çakmağı “çakma evlâdım” dendiği halde çakıp,
evi ve kendini yakan çocuk, ateşi kötülese kaç
yazar!
Yaşamak ve büyümek için yediği yemeği dahi yandığı
ve küfrettiği ateşte pişmedi mi?
“Hamdım, piştim, yandım”
Hû!
Eyvallah!
KIYAMET
Anmaz mısın
sen şol günü cümle alem uryan ola
Ne ata oğula baka ne kardaştan derman ola
Dağlar yerinden ayrıla heybetinden gök yarıla
Yıldızın bendi kırıla yere düşe perran ola
Malik tamuya çağıra zebaniler saf saf dura
Korkusundan yer yarıla titreyü ben hayran ola
Malik eder hey hey tamu kıyameti gördün ya'ni
Asileri getireler gire sende perran ola
Zebaniler yetip tuta getüre tamuya ata
Derü yanup sökük tuta dün gün işin efgan ola
Yunus senin ki bu sözün kan yaşıla doldu gözün
Ol hazrete tuta yüzün yine derman andan ola
Hikâye:
Hârûn Reşit,
kendisini sık sık ikâz eden Behlûl Dânâ Hazretlerine:
- Sen kendi işine bak, dermiş. Her koyun kendi
bacağından asılır.
Bir gün sarayı pis bir koku kaplamış. Sebebini
araştırdıklarında, üst kattaki bir odada bacağından
asılı bir koyun bulmuşlar. Bu işi yapanı da keşfetmişler;
tabii ki: Behlül.
Halife,
kendisini sıkıştırdığında:
- Gördüğünüz
gibi, her koyun kendi bacağından asılır efendim, demiş.
Fakat etrafı kokuttuğu için, herkesi rahatsız eder.
İllâhû.
İllâhû…
***
"Allah’ım; sana sığınırım faydasız bilgiden,
alçalmayan gönülden, doymayan nefisten, kabul
edilmeyen duadan."
Hadis-i Şerif |