Adam aynaya
baktı ve dedi ki: “Sen, içinde evrenler gizleyen bir cam
parçasısın. Ne yöne tutulursan, o yönü içine alırsın.
Kendi yüzün yok. Kendine ait bir varlığın yok ve
olamayacak. Hep yansıtansın. Ama sen, yansıttığın şeyler
de değilsin, yansıttığın şeylerden de… Gerçek kara
yüzünü, sırrının altında gizliyor, bize, olmayan bir
sırrı aratıyorsun. Sen, düz yüzeyde derinlikler
illüzyonu yaratan bir sihirbazsın. Boyutunun üstüne
çıkan, iki boyutta üç boyutu yaşatansın. Ama tam da bu
yüzden, yansıttıkların hayalden öte bir şey değil. Sen
de, kendisi bile olamayan bir yalancısın.”
Ve ayna, adama dedi ki: “Ben, hayali değil, gerçeği
yansıtıyorum; çünkü, yansıttığım şeyler, özde hayalden
öte şeyler değil. Kendinin ve var bildiğin evrenin,
koskoca bir aynadaki hayallerden farkı olmadığını
öğrendiğin zaman, yalancının kendin olduğunu da
hatırlayacaksın ki öğrenmek, basitçe hatırlamaktır.
Hiçlik boyutunun üstüne çıkan sen, kendini var zanneden
ve tam da bu yüzden yalancı olan bir hayalden
ibaretsin.”
Ve adam, aynayı kırdı. Şimdi her parçasında, kendisinin
ve evrenin bir parçası vardı. Varlıkların çoğalan
hayallerine baktı. Hiçbiri birbirinin aynı değildi ama
aynı şeydendi. Ve kendine dedi ki: “Bu ayna, gerçekten
yalancının tekiydi. Hala da öyle/ler. Ama şu da bir
gerçek ki, aynalar, ancak bakacak birini bulunca yalan
söyler.”
Ve adam, cam kırıklarına sırtını dönüp, “hayatına”
yürüdü… |