Aklın
devâsı bilgidir.
Her şeyin
bir vuslatı vardır. Burnun vuslatı koku ile, gözün
vuslatı görünen ile, aklın vuslatı bilgiyledir. Bilgi
“isim”dir; sözdür; müsemmâ değildir. Bu nedenle,
akılla idrâk ilmel yakîndir ve burası şeriat kapısıdır.
Küçük çocuklara ve akli dengesi yerinde olmayanlara
dinde sorumluluk yoktur. Öyleyse, aklını
kullanmak şeriatın emri ve gereğidir. Akla davet
ilmel yakine davettir ki bu başlangıç noktasıdır.
O nedenle ilmel yakini küçümsememek, tersine çok
önemsemek lâzımdır! Bilmenin başı burasıdır.
İnsan bir şeyin ortasına veya sonuna davet edilmez! Başa
davet edilir. Başlasın ve yürüyüp gitsin diye...
Nitekim Kur’an’ı Kerim Azimüşşân insanları akla ve
aklını kullanmaya davet eder. Bilişmemizi, bilgiyle
buluşmamızı ister.. Çünkü aklın devâsı bilgidir.
Gönlün
devâsı vuslattır.
O’dur.
Sadece O. İlle “Müsemmâ”... Sevgili’den başkasına kanmaz
ki gönül... İlle O, ille O... Kavuşmadıkça, bilgi falan
para etmez. Aşk, otomatikman, terk-i “her şey”dir.
Lokman hekim gelse yaram
azdırır
Yaramı sarmaya
yâr
kendi gelsin.
Yâr
kendi
gelsin!
Başka türlü
olmaz!
Yâr kendi gelsin!
Aşıkın maşukundan gayrı devâsı yoktur. Derdi,
dermanıdır ve her şeyi onundur.
Başka söz söylemem aşktan
yana
ben
Yaralı bir kuşum battım kana
ben.
Ömrümce baş koydum
güzelliğine
Azadsız
köleyim bil ki sana ben
Azadsız
köleyim bil ki sana ben
Bâki Sühâ
Ediboğlu
Herkesin
ona yoldaş bir derdi vardır. İnsan derdiyle iyi
geçinmelidir. Çünkü dermanı en iyi bilen “dert”tir.
Dertlerin
efendisi Aşk’tır. Mecazi aşktan dahi öğrenilecek çok şey
vardır. Geçen yüzyılın büyük mürşidlerinden, Cerrâhi
Şeyhi Muzaffer Ozak Efendi’ye bir adamcağız gelir, “Ben
de derviş olabilir miyim?” der. Efendi, sorar: “Sen hiç
hayatında bir kadına aşık oldun mu?” “Hayır, olmadım”
yanıtını alınca, “Sen önce git, bir kadına aşık ol,
ondan sonra gel!” derler. Selâm olsun Muzaffer Efendiye
(k.s.) ve tüm aşıklara, erenlere, hâl ehline...
“Herhangi bir kimsede, gizli bir aşk derdi yoksa, o
yaşıyormuş gibi görünse de, onun gönlü ve canı yoktur. O
âdeta gezen, dolaşan bir ölüdür. Eğer aklın varsa, git
de Hak'dan derd iste, çünkü derdsiz olmak, aşk derdine
düşmemek, tedavisi imkansız bir hastalıktır.”
Hz. Mevlânâ
İnsan
birini sevince onun tarafından da sevilmek ister.
Sevilmedikçe acı çeker. Kavuşmak, sevilmektir.
İster ki sevgilisi de onu sevsin, hem de başka hiç
kimseyi onu sevdiği gibi sevmesin. İnsan vuslatsız da
sever, ama sevgi doğası gereği vuslat ister. “Allah
gayyûrdur”. Abdülkâdir Geylâni Hz. anlatır
Allah’ın nasıl kıskanç/gayyûr olduğunu. Allah kulunu
sevince onun gönlünden herşeyi uzaklaştırır, o gönülden
masivâyı silermiş. Kâbeden putları sürermiş!
Allah’ın sevdiği kuluna belâyı çoğaltması da bu yüzden
herhalde! Celâlî temizlik! Ne mutlu “hoşgeldin
belâ” diyebilenlere.... Ve Muhiddin Arabi hazretleri
“Kıskançlık sevginin sıfatıdır” diyorlar. “Ben
güzele güzel demem / Güzel benim olmayınca”. Ben’im
olmadığım gönül, benim değildir. O sevgiliyi ne kadar
seversem seveyim; o gönülde kendimi görmedikçe olmaz;
olmaz sevilmedikçe!... “Kendimi görmem”, onun beni
sevmesidir. Benim onu sevmem değil! O beni severse
“onda” olurum. Gönül sahibinin gönlünde ne varsa,
ancak onu sevmiştir. Gönlünde olmayanı sevmemiştir!
Mecâzi aşk öğretti:
Mutasavvıfların “ayna” dedikleri şey, aslında, gönülde
“kendini” bulmak! Başkasını değil! Kendini! Ki bu
“sevilmektir”.
İnsan
vuslatsız da sever birini, ama üzülür. Kendini
sevgilinin gönlünde TEK görmedikçe, gülmez. Ben o
gönülde, sevdiğimde kendimi görmedikçe mutlu
olamam. Kendimi görmek isterim onda. Nasıl? Sevsin beni!
Hem de her şeyden çok. Başka türlü olmaz. O beni ben onu
sevince, o benim gözlerimde kendini, ben onun gözlerinde
kendimi görünce, o bende ben onda OLunca, tamamdır!
İnsanın sevince sevgilisinin gönlünde kendini görmek,
bulmak istemesi ancak sevgilinin de onu sevip gönlüne
almasıyla mümkün oluyor. Birbirinde olmadan BİR olunmaz!
Ayna olmaz!
“Mürşidin
gönlüne giren düdüğü çalar” Lütfi Filiz
“Ayn”
olmak aynada OLmaktır. Ayna, mürşid-i kâmildir, onun
gönlüdür.
“Beni
sev ki sende olayım, seni sevdim BENDE oldun!”
“Kulun
Allah’ı sevmeye gücü yoktur. Allah kulunu sevince kul
âşık adını alır”Aziz Mehmet Dumlu. Demekki el tutan,
“bende” olan, “gönüle giren” Sevgilinin gönlüne
girmiştir. Ne mutlu ona! O, sevilmiştir. Fakat
gâfilin bir şeyden haberi yoktur! O benlik sahibi
olarak “ben seviyorum” sansa da, aslında seven
Sevgili’dir. O sevilendir. Böylece, sevildiği için mutlu
olacağına, “seviyoruM ama kavuşamıyoruM” diye mutsuz
olur!
“Kulun
gücü yoktur bulmaya mürşidi!
Mürşid
bulur daima müridi!
Kul
ölüdür, mürşid ise diri!
Cem
etmiştir o Kâmil HAY ismini!”
“Vay
ÖLÜ! ”
“Demek
sandın ki, sen buldun O’nu!”
Bu yüzden;
“Her şey
mâşuktur, âşık bir perdedir. Yaşayan mâşuktur, âşık bir
ölüdür.
Kimin aşka meyli yoksa o kanatsız bir kuş gibidir, vah
ona!
Sevgilimin nuru önde, artta olmadıkça ben nasıl önü,
sonu idrak edebilirim?
Aşk, bu sözün dışarı çıkıp yazılmasını ister; ayna
gammaz olmaz da ne olur?
Aynan, bilir misin, neden gammaz değil?
Yüzünden tozu, pası silinmemiş de ondan!”
Hz. Mevlânâ
“Yazı
esnasında eli görmeyen kimse, kalemin hareketini,
kalemden sanır.”
Hz. Mevlânâ
“Dünyada
nice Eshab-ı Kehf vardır ki, bu zamanda, senin
yanıbaşında ve önündedir. Mağara da, dost da onunla
terennüm etmektir. Ne fayda, senin gözünde ve kulağında
mühür var!”
Hz. Mevlânâ
“Bu söz
idrak etmekte söze muhtaç olanlar içindir. Sözsüz idrak
edebilenlerin söze ne ihtiyacı var? İdrak edebilen
(anlayabilen) için bu göklerin yerlerin hepsi sözdür.
Hafif bir sesi işitene bağırıp çağırmaya ne lüzum var.”
Hz. Mevlânâ
“Balıktan
başka her şey suya kandı, rızkı olmayana da günler
uzadı. Ham, pişkinin halinden anlamaz, öyle ise söz
kısa kesilmelidir, vesselâm.”
Hz.
Mevlânâ
yıldızlı
semalardaki haşmet ne güzel şey
mehtâba dalıp yâr ile sohbet ne güzel şey
dünyamızın üstünde bütün ruhlar uyurken
dünyada senin aşıkın olmak ne saadet
bir bitmeyecek aşk-u muhabbet ne güzel şey
yıldızların altında ibadet ne güzel şey
Fâik Ali
Ozansoy
Okuma:
http://www.metu.edu.tr/~www41/ahmet-inam/nahide.htm |