13-mayıs-2008
Ben melamet hırkasını
Kendim giydim eğnime
Ar ü
namus şişesini
Taşa çaldım kime ne
Haydar Haydar taşa çaldım kime ne
…….
……..
Nesimi'yi sorsalar kim
Yarin ile hoş musun
Hoş olam ya olmayayım
O yar
benim kime ne
Haydar Haydar o yar
benim kime ne
Aşık Nesimi
Evveli ve Ahiri bir
olan Zamanın içinde bir çocuk yaşarmış..bu çocuk, on yıl
aradan sonra Sıla-i Rahim yapmaya karar vermiş..aynı,
on sene evvel ki gibi, 2-3 günlüğüne köyüne
gideceklermiş..o köyünde doğmamışsa da, onun bağı,
oradan tutuluyormuş...kökleri o köye de ait değilmiş..
bildiği, maddesel ilk durak burasıymış..ve çocuk
hazırlanırken, düşüncelerine takılmış..hatırlamış on
sene evvelini..
1999 depreminden bir buçuk ay evvel gördüğü o
dehşetengiz rüyasını, kimseye anlatamamış çocuk..ve
sevdiklerini bir daha göremeyecek korkusu ile önce
köyüne gitmiş..köylerinde Ali Ulvi Amcalarının da
yazlık evi varmış..ve 2 de misafirleri..Ali ve Latif
Sultanlar..Makam-ı Devlet-i Aliye Padişahları; o esnada,
meğer burada bulunuyormuş..arz o vakit işte buradan
döndürülüyormuş..lakin çocuk bu manalara çokkkk uzak ve
gafil ötesi, çok cahilmiş…çocukcağız bilmeden, bir
rüyanın peşine takılıp, öyle bir deryaya düşmüş ki, tüm
ömrü boyunca buna şükretse, asla yetmezmiş..alnını
secdeden hiç kaldırmasa, yine yetmezmiş..hayatı boyunca
sürekli selam getirse, yine yetmezmiş..
Ginolu’nun sırtlarında, bembeyaz entarisi ile Ali Ulvi
Amca varmış..ve yanında cahil bir çocuk.. tepede
oturarak, denize bakıp konuşuyorlarmış..çocuk ne yazık
ki bugün, o sohbetin tek kelimesini hatırlamıyormuş..ne
yazık.!!beyaz entarili bu peygamber aşığı; çocuğun
hayatının bir dönemini, mihri Hilye-i Şerif(hafız
Osman:) ile mühürleyenmiş aynı vakitte..ve avucuna konan
ise altından bir hatıra-i Muhammedi Mühür’müş...işte
çocuğun hayatının dokunulmayan, kimseye bahsetmediği
noktası burasıymış..bekletilen, bekletilen..ve çocuğun
kimseyi yaklaştırmadığı tek alanmış burası..senelerce;
“ne garip? ,ne mana var” deyip düşündüğü.. bugün Bedeni
Hilye-i Kur’an olarak karşısındaymış.. ve bu
dokunulmayan alan sadece O’nun içinmiş.. çocuk en
nihayetinde bunu anlamış..
çocuk yeni gördüğü Dost Ali’sinin, o vakit, elini bile
öpmemiş..çünkü, demişler ki ,sen O’nun elini öpersen,
O’da senin elini öper..işte bu yüzden çocuk O’ndan uzak
durmuş..ama öyle bir çekim varmış ki, elini tutup O’nu
minderli odaya götürmüş çocuk..rüyasını anlatmış..baştan
aşağı titremiş Alisi..”evet” demiş “şehitler
ölmez..onlar diridir ve Hay dır..hiç bir şey olmayacak
korkmayınız..hayır olacak inşallah..çok hayır olacak “
demiş..ve eklemiş..”sizin mürşidiniz var mı?”çocuk
bilmeden bir sohbete iştirak ediyormuş..anlatmış..”o
sayılmaz ..o er değil ki ..ondan mürşid
olmaz..sayılmıyor..mürşidsiz olmaz “ demiş..çocuk mürşid
nedir ,ne yapar?, o zamanlar hiç bilmediğinden bunu
önemsememiş..işte çocuğun hayatı belki de o anda
değişmiş..ileride onlar sarmaşdolaş-teklifsiz dost
olacaklarmış ama ne zaman? tam 7 sene sonra..çocuk
taşlara başını çokk vurduktan ve tüm çamurlara
bulandıktan sonra...çünkü kirlenilmeden
temizlenilmiyormuş ya, ondan...ve çocuk kimlerle beraber
olduğunu ise, ancak 9 sene sonra anlayabilecekmiş..en
sonuncusu da bu alemi terk ederken yani…belki böylesi
daha iyiymiş..çünkü, hiçbir karşılık beklemeden sadece
saf bir sevginin oluşması için bilmemek
lazımmış..bildiğinde, beyin, sürekli bir şeyler talep
ediyormuş..oysa sevince?.. koşulsuz sevebilmek için..
hiçbir şey istememeyi öğreniyormuşsunuz..daha doğrusu
öğretiyorlarmış..
çocuk hayatında ilk kez; bu kadar zarif,naif ve edeb
ehli kişiler görmüş..öylesine şaşırmış ve kendisinden
utanmış ki, bunu O’nlara da söylemeden edememiş..O’nların
karşısında konuştuğu için, O’nlardan özür bile
dilemiş..kendisini o kadar berbat hissediyormuş
ki..gerçek insanın ne nadir olduğunu, işte, O’nları
gördüğü,o vakit anlamış çocuk..zaten O’nların lakabı da
yeryüzünde yaşayan meleklermiş..
Evvel Zaman çocuğun hayatına fiilen girdiği ikinci
senenin sonunda has evladını bu masal çocuğu ile kardeş
ilan etmiş..ve” birbirinizden ayrılmayınız , daima dua
ediniz ..benim için ağlaya ağlaya dua et olur mu?” demiş
çocuğa…ve çocuğa Ahir Zaman’a söyleyemediği bir şey
yaptırtmış.. (uyanık kaldığı son gün..onun mana
törenleri varmış.. O’nun madde de uyguladığını istemiş
çocuktan..)çocuğunda; Evvel Zaman Padişahı, Hay olduğu
gün; O’ndan ilk talep ettiği şeymiş bu çocuğun..bunun
sıkıntısını-ezikliğini çok uzun süre çekmiş..ama geçen O
demiş ki:” mürşidin ne isterse sorgusuz
yapacaksın..”işte çocuk sorgulamadan , bilmeden, cahil
cesur olur ya hani, işte o hali ile bu yüce şeyi
yapmış..bunu söyleyemediği- sesli dile
getiremeyeceğinden ve içine dert olduğu için buradan
yazıyormuş:)
köye gidebilmek için yaşadığı şehirden, çocuğun yaşadığı
şehre gelen mana kardeşi ile beraber diğer Haybabam
sınıfı talebelerinden bir grup yola çıkmışlar..aylardan
nisan-mevsimlerden baharmış...Bolu’da hem yağmur, hem
kar hem de güneş varmış…ve çocuk dağların tepelerini sık
sık gösteriyormuş diğerlerine..”bakın ne muhteşem değil
mi?.”yeşil tepeler mor çiçeklerle taçlanmışmış..mor ile
taçlanacaksın ama yeşilden seyredeceksin diye gülerek
hayal etmiş çocuk:)
çocuk bu yolculuğa çıkış nedenini düşünüyormuş..yolunda;
toprak tozu olduğu, bu şehirde değilmiş..ve çocuk O bu
şehirden gidince, nedense artık, bu şehirde durmak
istemiyormuş..öyle derin çıkmazlara giriyormuş ki, her
şeyi terk edip, hatta kendisini de terk edip, O’na
karışabilmek istiyormuş..bunu yapamadığı içinde sürekli
özlemle ağlıyormuş..yol boyunca çalan müzikle çocuk
saatlerce düşünmüş ve ağlamış..hiç bir şey çocuğu
teselli edemiyormuş..
evliyalar şehri Kastamonu’ya varmışlar nihayet..ilk önce
Şeyh Şaban-ı Veli Hz.lerine uğramışlar..her sene 5 mayıs
ta başlayan “evliyalar haftası” için hazırlıklar
varmış..türbe tadilatta olduğu için etrafı bantlarla
çevriliymiş..çocuklar cami de namaz kılmışlar.Şeyh
Şaban-ı Veli Camii; ülke de, içinde bu kadar çok halvet
odaları olan tek numuneymiş..caminin 3 katında dizilmiş
sıra sıra halvethaneleri varmış..iki kapılı imiş bu
halvethaneler...her ziyaretçinin yaptığı gibi onlarda
halvet odalarına çekilip salat etmişler..türbe kapalı
olduğundan içeri girilemiyormuş..yolda durup
seyrederken, çocuk, aniden görmüş ki, niyaz penceresi
var ve açık..bantların üzerinden atlayarak ve kabir
kenarlarına basarak pencerenin önüne gitmiş…makamı
selamlamış ve derdini ağlayarak anlatmış, hem de
sevincini…veda etmiş.. gözyaşları ile dönerek tekrar
kenarına basarak geçtiği kabir taşına bakmış..üzerinde
“Hazine Katibi Seyyid Muhammed… “yazıyormuş..ve çocuk
daha çok ağlamış…Şeyh Şaban-ı Veli Hazretlerinin türbe
kapısında bir kitabesi varmış..o insanların ve
cinlerinde mürşidiymiş ve tam 360 irşad yetkisi
vermiş..bu kadar sayıda nasıl icazet verdiğini soranlara
300 üne Rasulullah diğer 60 ına ben verdim
demiş..bunların 300 ü cin taifesindenmiş..
bu şehir evliya ve sahabe doluymuş..ve birkaç saat
manevi turizm yapmışlar..çocuk en çok Ilgaz dağındaki
Benli Sultan türbesini seviyormuş..ileride bir gece
muhakkak bu muhteşem tabiatta kalabilmeyi çok
istiyormuş..o kadar güzel bir tabii manzara içinde
yanii..dokusu hiç bozulmamış bir mekanmış
burası..insanları da çok temiz ve safiyetliymişler..
geziler bitmiş, değişik yerlerde onlar için tertiplenmiş
ziyafetlere de katılmışlar..gece köylerine varmışlar..
ertesi sabah çocuk ve kardeşi köyü dolaşmaya
çıkmışlar..inanılmaz şaşırmış çocuk..bir on yılda tüm
ahşap evleri hangi eller yıkıp- yok edip, o betonları
dikmiş, anlayamamış....ama yine de bu memleket
kendiliğinden hızla yayılan bir ormana sahipmiş ve
yeşilliği de daimmiş...evlerde yazları yaşandığı için
hemen kimseler yokmuş..her yer bomboşmuş..eskiden bir
karış toprak için birbirlerini boğazlayanlar ,aç
kalmamak için her karış toprağı değerlendirenler toprak
olmuşlarmış...ve o topraklarda otlar büyümüş her yanı
papatyalar sarmıştı..çocuk yılanlı asa yoluna benzeyen,
kıvrım kıvrım patika yola baktı..yeşil otlar üzerinde
serpilmiş bembeyaz papatyalara -ortasındaki sarılığa
baktı ve dedi:”gittiği yerde ve döndüğü yerde tüm
yolları bu kadar saf ve güzel olsun.. O’nun ve ailesinin
hayatı daima hep ilkbahar olsun..O çok güzel..tıpkı bir
nergisin suya olan hali gibi demiş..”
eski aile kabristanlığına gittiler..babannesini neşe ile
selamladı çocuk..onu oraya davet ettiği için teşekkür
etti..ve dır dır- habire neşeyle onunla
konuştu..çocuklar 3 gün çok eğlendiler..tepedeki köye
çıktılar ve Sinop’a doğru uzanan deniz manzarasına
karşı, yukarıya kurulmuş bir salıncaktan sallanarak
baktılar..bu yükseklikte böyle bir manzaraya karşı uçmak
hissi çok hoşmuş meğerse..
ertesi gece, bir udi -bir de ses sanatçısı; misafirlere,
sabaha dek, elinde bendir şarkılar geçti..6 saat hiç
durmaksızın her telden terennüm ettiler..şarkıların
arasında; yakın bir ilçenin belediye başkanı onlara
açıklamalar yapıyordu…mesela söylenen” Çanakkale içinde
vurdular beni türküsü Kastamonu’ya aitmiş Kastamonu’da
yakılmış”..neden?”çünkü kurtuluş savaşında en çok şehit
veren bu şehirmiş..ve gidenler hiç geri dönmemiş..”bu
bilgiyi ilk kez duyuyorlarmış çocuklar..
onları, yakın ilçelerde de gezdirdiler..ve arabada canlı
müzik:) ve tur rehberleri vardı..her yer bomboştu ve
tertemizdi..bu huzur ve sakinlik neden büyük şehirlerde
yoktu anlaşılıyordu…insan her şeyi kirletiyor ve
yozlaştırıyordu..insan insanı yorup yıpratıyor ve her
şeyden hatta kendinden bile bıktırıyor,
kaçırtıyordu…insan o kadar ağırdı ki..bu ağırlık bazen
zulmedebiliyordu..
bu yörede ölüm ve hayat iç içe olduğundan, ölüm çok
normal bir şeydi..ve yeni yapılan aile kabristanlığına
gitmesini söylediler çocuğa..”git bak ,yer seç
,beğenecek misin?” dediler:)çocuk kahve yaptı, evin
kapısından çıkıp yolun karşısına geçti.. yedisi bir
yanda diğer yedisi de karşında aynalanmış, ortasında iki
adımlık yol olan, boş kabirlerin ortasından geçip
duvarın üzerinde oturdu..kahvesini içerek düşündü..bu
kabirlerde yatamayacak kadar huysuz ve geçimsizdi..bir
kere yanyana idiler:)o hep ayrık otu
halindeydi..köşedeki yerlere baktı yine beğenmedi..az
yukarıya ağacın altına baktı, “olabilir” dedi..ama yine
vazgeçti..”olmadı, babannemin yanına gömülürüm bari
“dedi sonunda ve yine hayallerine daldı..
çocuk, hiç olduğunu öğrendikten sonra çok üzülmüştü..hiç
olmak çok acı verdi ona..çok ağlıyordu…Evvel Zamanı
arardı:” yokuz,hiçiz değil mi?” derdi “evet evladım, biz
hiçiz..hiç bir şey yok..hiçiz,,hiç bir şey yok..”
diyerek telefonu kapatırlardı..çocuk bir türlü bu
hiçliğe razı olamıyordu nedense.. o, ilerisini de
istiyordu bilmeden..muhakkak ilerisi olmalıydı ..orada
bitmemeliydi..ama Evvel Zaman’ı ona demişti ki:
“evladım, görüp göreceğiniz o ..başka hiçbir şey
yok..ondan ötesi yok..ama bunun manası ciltler dolusu
kitaptır..bu kişide bir anda da açığa çıkar,parça parça
bir senede de.. bunu ben bile bilemem.. sadece o bilir..
“demişti..çocuğun soruları olurdu ve onları cevaplamazdı
dostu..”vakti gelince size söylenecek evladım ..onlar
bizi aşar..O’na ait” derdi..neden söylemediğini bugün
anlıyordu..Makam-ı İrşad-ı Ahir Zaman ona vakti gelince
öğretecek ve söyleyecekti..ve O’nların alemi bizi
aşardı..biz çocuktuk O’nlar ise
ABD-I HAS
büyüklerdi..biz hata yapardık O’nlar bizi
affederlerdi..iyi ki çocuktuk ve iyi ki O’nların
ellerindeydik…SİZİ
SEVİYORUM...ellerinizden
öpüyorum:)SİZ BAŞIMA
GELEN EN GÜZEL ŞEYSİNİZ...HERŞEYİMSİNiz..
geçen sene yazın başında,hayalinde çocuğun eline beyaz
bir mektup verilmişti..zamanın çocuğuna
yazılmıştı..Ebu-l Vakit’in yakında ayrılacağını
yazıyordu..çocuk ağlaya ağlaya babasına
gitmişti..sarılmıştı..gitmeyin, beni bırakmayın ne olur
demişti..O ise inanılmaz sevinçliydi..çocuğun getirdiği
bu müjdeli haberin şerefine onu eli ile bir anda göğsüne
çekmişti ve çocuk inanılmaz kokular içinde, O Hırka’nın
içindeki saadeti, salavatlar getirerek ağlayarak
yaşamıştı..hep istediği şeylerden biri olmuştu..işte o
göğüste ağlayabilmişti..birbirlerine sarılarak ve
sürekli ellerini öperek vakit geçirmişlerdi..
çocuğun bir türlü soramadığı bir sorusu vardı..onun
sormasını engelleyen bir şey bu soruyu ona hiç
sordurmuyordu nedense..ama bu sefer çocuk bu sorusunu
kalbinden niyetle istemişti..”ayakları bu kadar güzelse,
kendisi kimbilir nasıldır?” diye düşündüğü o bembeyaz
yorganlardan, bembeyaz kefenlere dürüleni düşünüyordu
daima çocuk..”o hesabını nasıl ödeyecekti.?”selamlı
kentin, sonsuzluk kabristanlığına gömülen..kadınların
içeri alınmadığı o mekan..ve demişti Evvel Zaman..”Bize
sorgu sual yok,Biz Hay’ız, ölmeyiz…vazife devam edecek
şimdi ve sonra daima ..biriz- beraberiz ..”bunları
gülerek ve neşe ile söylemişti..o gün ki kadar O’nu hiç
neşeli görmemişti çocuk.. sanki bir düğünün
kutlamasındaydılar..hiç içmediği kadar çay içip, her
bitişte ellerini bir sultan gibi çırpıp çay
doldurtuyordu..birbirlerinin bardaklarından çay içip
aynı tabaktan defalarca yeniden doldurtulmuş böreği
yiyip duruyorlardı..daha sonraki çok kısa zaman da, her
görüşme sonunda ona Dost’u şöyle diyerek kapatmıştı
telefonu..”Biz ölmeyiz,Hay’ız biz..vazife devam edecek
şimdi ve sonra beraberiz,Biriz....”çocuk bir hiçti evet
ama hep olabileceğinin müjdesini de öğreniyordu
giderayak..ama bunun için Makam-ı İrşada gidebilmeyi
başarması lazımdı önce.. çünkü O,Beka Sultanı’ydı..çocuk
düşüncelerinden sıyrılıp ayağa kalktı ve yolun karşına
geçip eve döndü..merakla sordular koloni halinde yaşayan
ev misafirleri:”hangisini seçtin? şu yer benim bu taraf
benim” demeye başladılar..”hiç birini seçmedim
,istemiyorum dedi çocuk..geçimsizim ve huysuzum.. ben,
tek başıma yer istiyorum” dedi..tamam dediler neresini
istersen..yer çokkk..
her gün, bir kupa dolusu kahve alıp babannesinin
bostanına gitti çocuk..yemyeşil bostanda ayaklarını ve
saçlarını ve ellerini otlara koyup uzandı..ve sigara
içti ve düşündü durdu..onun hayatta en iyi yapabildiği
tek şey düşünebilmekti..başka hiçbir konuda başarılı
değildi zaten..çok sevdiği hava zerrelerine odaklandı ve
onların ışık-nur gibi,kar taneleri gibi birbirlerine
değmeden üzerine akıp yağmalarını izledi uzun
süre..nefesi düşündü ve maddeyi düşündü..hangi kuvvet,
zerreyi bir arada tutabiliyordu..hiçken var
olabiliyordu..yokken dilediği renge ve biçime
dönüştürebiliyordu..al işte bak!! hava burada.. çok
bilenler, her şey bende, ben yaparım, ben ederim
diyenler!!. al bak.. hadi yarat bakalım diyordu..evet
sende ama hangi sen.?. O,sen olunca sen de..önce O, sen
“O “ol, sonra diyordu…O dilemedikçe asla..O istemedikçe,
asla diyordu çocuk..düşünüyordu bir kuantum
fizikçisinin yaşayabileceği en güzel şeyin; seyr-i
sülük yapan birinin rüyaları-müşahedeleri
olabileceğini…ne ilginçti madde ilminin nihayeti ile
seyr-i sülük bir bakıma aynı şeydi..lakin biri
kitaplardan senelerce süren zevksiz bir eğitimle,
diğeri, yaşatılarak en cahile bile seyrettirilerek
öğretiliyordu..İslam Tevhid- Birlik diniydi ve
laiklik-ayrım yoktu..çünkü laikliğe ihtiyaç yoktu..her
şey zaten ilim içindi ve o ilim, İlmullah dı..( haşa
Allah bölünüp ayrılabilir mi?TANRI TEK di ve O TANRI
ALLAH dı)selamdı..selametti..birlikti..biri zevk
ehli için, diğeri kuşkucular için..onlar deprem
bilginleri gibi ellerinde hep farklı belgelerle her daim
yeni fikirler savunuyorlardı..nedense, bir türlü ortak
noktada buluşamıyorlardı..oysa ilmi tasavvuf gelip, hep
aynı derya -deniz noktasında buluşabiliyordu.üstelik
maddede alim olmak isteyene tonla masraf yapılıyordu ve
imkanlar- teknoloji onlar içindi..makam ve mevkiler
onlar içindi..onlar dış alemi bilmek içindi..dış
masraflıydı tabii:)iç alemi öğrenme ilmi tasavvuf ise
bedava idi,öğreticileri de bu işi bedavaya
yapıyorlardı.. aynı hava gibi besbedava(bu iç tarafta
para geçmediği için, sadece canını alıyorlardı,adamı
ney gibi oyuyorlardı:)…bu işte bir iş vardı ama bu iş
çocukları aşardı..ilim sahipleri belki kendi aralarında
eğleniyorlardı..biz bilemeyiz ki, çok cahiliz biz…
ve babannesine gidiyordu aklı..bu bostanda ömrü
geçmişti.. 87 senelik bir ömür..hemen hiç konuşmazdı
babannesi..öyle düşünür dururdu..sessizlik ötesi bir
kadındı o, sukut..çocuk onu ilk gördüğü zamanı
hatırladı..küçüktü. arabadan inmiş, eve doğru
koşuyorlardı.. babannesi tarlanın ortasında
oturmuştu..ilk hatırası buydu.. babannesi durmadan namaz
kılardı birde..derlerdi ki; kıldığını unuttuğu için,
tekrar tekrar kılıyor ..neredeyse bir vakitten diğer
vakte hep namaz kılıyordu..ve sık sık soruyordu namaz
vakti geldi mi, ben şu namazımı kıldım mı? diye..çok
yavaştı babannesi,her şeyi yavaştı..çocuk ona hiç
benzememişti bu konuda..o, aceleden hemen ölmek
isteyenlerdendi..hayatı acele üzerine kuruluydu ve o
yüzden hep sakardı..her şeyi yıka devire, paldır küldür
yaşıyordu ki; bir hızlanışta hemen çabucak
bitiversin..yaşamak çocuğa inanılmaz ağır geliyordu..o
dünya ile geçinemiyordu..ama şimdi düşündü.. aslında
dünya mükemmeldi..o insanların davranışlarına,
düşüncelerine üzülüyordu ve tahammül
edemiyordu..geçinemediği insanlardı aslında.. ve biraz
daha düşündü, hayır dedi..insanlar değildi geçinemeyip
tahammül edemediği, asıl, kimseyle geçinemediği için
kendisine kızıyor ve kendisine tahammül edemiyordu
çocuk..kendisiyle barış yapmayı ise istemiyordu
şimdilerde..çünkü kendisini değil, O’nu istiyordu..
O’nun damarlarında gezinmek ve aldığı nefesin içinde
olabilmek istiyordu..aslında öyle olduğunu biliyordu..
lakin bunun farkındalığıyla yaşayabilmek istiyordu…
çocuk yine babannesine döndü..atalarını
düşündü..Kırım’dan geldikleri söyleniyordu ..tarihleri
yok olmuştu..babannesi ve dedesi, annelerin karnında
iken büyük dedeleri savaşa gitmişlerdi ve bir daha hiçç
geri dönen olmamıştı..geride kalan daima
yaşlılar,kadınlar ve çocuklardı..bir şehir düşünün ki
ülkede en çok şehit veren yer olsun..yetişkin tek erkeği
neredeyse kalmamış olsun..ve unutulan gelenekler,yok
sayılan bir alfebe,yakılan ,toplanan kitaplar,yasaklanan
din eğitimi,unutulan soylar ve unutulan tarih,unutulan
bir kültür olsun.. ne acı değil mi?geçmişi reddetme
hastalığı yüzünden yenileneceğiz hastalığı yüzünden,
binlerce yıllık bir geçmiş siliniyor..ne
korkunç..yenilenen ne ile yenilenir ki? tabiî ki, onu
besleyip büyüten, bugünde sahip olduğu her şey gibi
geçmişle…bildiğini, ne ile bilebilir insan? yeni diye
bir ilim olabilir mi hiç..o insanlar yeni değil ki bir
kere..yeni bir yorum olabilir sadece..zamanın gereğine
göre yeni bir bakış…geçmiştekilerin ona öğrettikleri
ile..sadece altına;” bunu ben düşündüm, bunu ben buldum,
bunu ben akıl ettim diye edebsizce imzasını atar benim
gibi mesela..”oysa onların hepsi geçmişin
hatıralarıdır..(anlayan hemen anlar..biraz okuyan,biraz
araştıran hemen anlar..kim ne okuyor, nereden, hangi
fikirle beslenmiş, hemen belli olur..)
sadece o yeni idrak etmiştir..o yeni anlamıştır..bazen
kişiler hak etmeyip, edebsizlikleri ayyuka çıkınca,
layık olmadıkları da ellerinden alınır ya(kendimden
biliyorum) ..işte bir koca devlet de, ehli olmayanlara
gücü verdikleri için bu zavallı hale düşürülmüştü..bugün
dedesinin yazdığı, 70 sene evvelinin kitabını okuyamayan
tek devlet bizmişiz, ne acı değil mi?
çocuk düşündü, dün gördükleri
anıtı..57.alayın, bir taburunun tamamı yan ilçeden
olanları düşündü. bir anda tüm ilçe şehit oluyor..bir
şehir ,bir üke bir anda yok ediliyor..ve hepsi ter-ü
taze..eskiden hadise-sünnete uyarmışlar..Hz.Peygamber:”
savaşa alimleri götürmeyin ki geride kalanları eğitsin”
demiş miş..ama bu savaşta tüm yetişmiş
alimler,yetişenler,özenle yüzlerce yıldır korunan
sanatçılar hepsi kurban olmuş..koca bir kültür sanki
bilerek yok edilmiş..yada yok edilmeye çalışılmış değil
mi?neden?bu gün, ben, nereden köyüme geldiğimi
bilemiyorsam,atalarımı ve geçmiş ritüellerimi
bilemiyorsam,geçmişin tadını alamıyorsam bunun vebali
kimin peki?babannemin mi? yoooo..o olmasaydı biz de
olamazdık ki..onlar bu günkü hayatı bize yaşanılır kılan
kadınlardı..hayatın kaynağı onlar..işte belki bu
aidiyetsizlik yüzünden benim hiçbir hatıraya bağım
yoktur..hakiki manada, gerçekten de bu madde
hatıralarından hiçbirine ne ilgi duyarım, nede
saklarım..
ve gencecik şehitlerin, daha genç hamile eşleri, geride
kalanlar..ve açlık ve cahillik ve yolsuzluk ve
susuzluk..ve eşkıya…ve çeteler..ve parasızlık..ve saflık
ki bu saflık anlatılamaz..onlar dünyayı bilmiyorlar,
hayatı tanımıyorlar ..ve bu küçük kadınlar.. sönen
bacaları tüttürmek zorundalar.. yaşlılara bakmak,
çocukları doğurup, hayata tutunmak zorundalar..işte bu
yaşı küçük,anlamı büyük dul kadınlar hayatı yeniden
kuran kadınlar, ne yazık ki bugün horlanıyorlar..onlar
köylü, onlar cahiller..onlar insan bile değiller..neler
peki..?evlatlarını her ne pahasına okutmak-şehirli
yapabilmek için yapmadıklarını bırakmamışlar..
Bir köle gibi aileleri için çalışmışlar..ve o kıymetli
diplomalı yeni nesil evlatlar, makamlarına
kurulmuşlar..demişler ki biz şehirliyiz..biz
medeniyiz..onlar cahil ve köylü…onlar dağlı..onlar ne
bilebilir ki?..bilen biziz ,biz bile değiliz.. bilen
batılı..o batılı, Irak’ı katlettiğinde değil de, Babil
Müzesi’ni yağmaladığında bu çocuk çok ağlamış
nedense..çünkü kalbi o çalınan Sümer tabletlerinde kendi
geçmişinin yazdığını söylüyormuş..gözyaşları
kendiliğinden, tarihine ağlıyormuş..o hırsızlar olmayan
tarihlerini yazabilmek için, kendilerine soy sop
hırsızlığı yapacak kadar alçalmışken, bizlerin
yetiştirdikleri ne yazık ki soyu sopu satar hale
gelmişti..sözde medeniyetler adına..köye ait her şey
reddedilmişti..en basitinden köy yumurtası ,köy sütü
,tereyağı vesaire..batılılar gibi fabrikasyon
yemeliydik..bunu okuyan bilim adamlarımız
söylüyorlardı..hijyen şarttı..ve doğruydu…ama birkaç yıl
sonra; artık onu yemeyin, bu ilacı da içmeyin meğer
hatalıymış.. artık bunu yiyin ve şu ilacı için diye
kolayca söyleyebiliyorlardı..bugün şehirliler gerçekten
de köy ürünleri yiyemiyorlardı..bedenleri medeni olduğu
için değil mekanik robotlara dönüştürüldükleri
için..çünkü bedenler medeni olmuyordu ki, düşünceler
medeni oluyordu..sanayi maddesi almaya alışmış bünye
doğalı reddediyordu..madde ilminin yükünü çekenlerin,
mana ilmine verdikleri o şiddetli tepkime gibi mesela..oysa
mana ehli, ilme hiç kimsenin vermediği kadar değer
verirdi..onlar gerçek alimin uykusunun cahilin
ibadetinden üstün olduğuna da iman ederlerdi..ve
tefekkür edebilmek tüm ibadetlerin en üstündeydi..
çocuk babannesine
döndü..gülümsedi..o, okuma yazma bilemezdi..ama
gökyüzüne bakarak saatleri ve tüm namaz vakitlerini
söyleyebilirdi..ve gökyüzüne bakarak tüm rüzgarların
isimlerini ve yönünü söyleyebilirdi..yaprağı bile
gözükmese, o, her bitkiyi ismi ile tanırdı..hayvanların
durumlarını bakarak söyleyebilirdi ve tavukların
yumurtlama vaktinin gelip gelmediğini bile
bilebilirdi..tüm yiyecekleri nasıl en son haline dek
değerlendireceğini de bilirdi..bunlar tüm geçmişte
yaşayan köylülerin normal bildikleri işti..onlar
hayatı,tabiatı okuyabiliyorlardı..bugün biz bunları
kitaplardan öğrenmeye çalışıyorduk lakin
uygulayamadığımız içinde asla başarılı
olamıyorduk..onlar her şeyi yaşayarak
öğreniyorlardı..hayatta kalmayı biliyorlardı..
mesela bugün uzaya giden
insan inanılmaz lüx siteler yapıyor..köy evlerinin daha
teknoljik-moderni aslında..ama ödenen faturalar kişiyi
umutsuzluğa sevketmekten başka işe yaramıyor..neden bu
kadar kafası çalışan, bu kadar zeki ve her şeyi bilen
insan yaşadığı mekanları bir köylü gibi bedava
getiremiyor hep merak etmişimdir.neden onca ilim ve
mekanik aksamı ile köle gibi yaşıyor.?.kulaklarında
anten takılı gezen, ellerinde en gelişmiş cep
telefon-bilgisayarları ile ayaklı sanayi halinde gezen
bu markalı-diplomalı ve kariyerli insanlar, neden her
gün bir ton fatura ile boğuşan mutsuz kölelerdi?neden
bir köylü kadar bile özgür olamıyor..neden?.zamanı
yakalamak için böyle mi yaşanır, yoksa zamanın engin bir
dinginlikle içinde yaşadığı an olduğunu anlamakla mı
yaşanır..?üniversitelerde beyinleri memur zihniyetine
dönüştürüyorlar sanki...neden sadece okudukları konuyla
yetiniyorlar da hayatı okumayı öğretmiyorlar?neden
kendini bilmeyi,kendine eğilmeyi,kendini mutlu
edebilmeyi öğretemiyorlar..çünkü bu ilmi bilen donanıma
sahip maddi hoca ne yazık ki yok..bu ilim Allah ın ve
üniversitelerden öğrenilemiyor ne yazık ki.çünkü,
Allah’ın ilm-ü ledün ü kitaplardan değil, ehlinden,
izinlisinden nazar ve kelamla ancak
öğrenilebiliyormuş..işte bu ilmi öğreten müesseselerde
yenilenirken, daha doğrusu artık hak eden kalmadığı için
elimizden alınmış gitmiş..ama insan bilsin ki her
yönetim çöker, unutulur ve gidermiş..sadece Devlet-i
Aliye, Allah dilediği müddetçe bakiymiş..
neden su kuyusu açmıyor
siteler,neden kendi suyunu sağlamıyor.?.bunca teknolonik
imkanla neden kendi enerjisini sağlayan ve döndüren
sistemler kurmuyorlar.?.neden mutlu olabilmek için kimse
bir adım atmıyor.?.nasıl içsel mutluluk, başkasının
kuyusundan su çekmekle sağlanamıyorsa, işte maddesel
mutlulukta böyleydi..kendi suyunu kendin çıkartana dek
acı sürüyordu..kendi çarkını kendi döndüren-faturasız
evler, inşallah en kısa zamanda yapılır diliyorum..ve
bir sitenin çim-çiçek masraflarını akla hayale
gelmeyecek büyüklüktedir..neden bahçeye çok daha ucuza
gelecek bir sera kurulup doğal üretimler yapılmıyor
ki?bunları yapmak hiç de zor değil..çimlerin bahçıvanı
bu işi yapabilir..çatıların üzerine enerji panellerini
mimarlar mühendisler kurabilir..su kuyularını
açabilirler..neden hayatı daha mutlu ve kolay yaşanılır
kılabilmek için çalışmak yerine daha zor ve daha
işkenceli bir fiyat çıkartmak için yaşıyoruz ki..daha
modern köleler olabilelim diye mi?..
babannem dedi çocuk bu bostanı neden çok seviyormuş
anladım..yan taraftaki çeşmeden oluğa akan suyun sesi,
kuş sesleri ile ve rüzgarla karışıyordu..ve güneş
ışıyordu ,ısıtıyordu.güneş dedi çocuk..güneş
herkesindir ve herkese ışık ve ısı yayar ayrım
yapmaz..aynı Allah gibi..o herkesin Allah ı dinlinin de
dinsizin de Allah ı O..sen sadece perdelerini O’na aç
gerisini o halleder…
ve çocuk daha derin hayallere daldı..bunları unutmak
için her şeyi unutmak için düşüncelerinin ayarını
değiştirdi..mutluluk kanalına takıldı..
O yoktu..çocuk inanılmaz bir boşluğa düşmüştü..öyle
derindi ki yalnızlığı anlatılamazdı..ve çocuk Zaman’ı
aradı.. ağlıyordu…kalbim acıyor dedi..
sürecekmiş…………. |